23 Mayıs 1971 Cumartesi, Isparta Cezaevi…
Tutuklu ve Mahkûmların şaşkın bakışları altında girmiştik Isparta Kapalı Cezaevi’ne…
Bizler de en az onlar kadar şaşkındık…
Hapishane süreci dün gözaltı, sorgu ve işkenceyle başlamış, bugün tanyeri ağarıncaya kadar sürmüştü. Öğleden sonra da nöbetçi mahkeme tarafından, Türk Ceza Kanunu’nun 141 ve 142. Maddelerine göre tutuklanmıştık.
141. Madde “proletarya sınıfının’’ ya da işçilerin diğer sosyal sınıflar üzerine tahakkümünü tesis etmeyi hedefleyen kişi ve örgütleri cezalandırıyordu.
142. Maddede ise 141. maddedeki suçun propagandasını yapmayı cezalandırma yolunu seçiyordu.
Maddelerin iki ucu da açıktı. Birini sevmiyorsanız ‘’komünizm propagandası yapıyor’’ diye ispiyonlamanız yeterliydi. Aklanmanız olası görünmüyordu.
*****
Savcılıkta, gözaltındakiler gibi bir işkence olmasa da, psikolojik işkence ve yıpratma savaşları devreye girdi. Bizlere birer pislik gibi davranan savcı, göğsümüzde birleştirdiğimiz kollarımızdan da rahatsız oldu. ”Kendinizi nerede zannediyorsunuz?” Dedikten sonra da ayakta ve kollarımız yanda sarkmış olarak durmamız konusunda sık sık uyardı.
Gözaltı sonraları, ağırlıklı olarak zamana yayılmış bir kişisizlikleştirme ve devletin torna tezgahından geçirilmiş insan müsveddeleri yaratma süreci başlardı.
Öyle okumuştum 68 kuşağından içeri girenlerin başına gelenleri. Hele siyasi mahkûm olursanız hapishaneler tövbe ettirme, cezalandırma, zamana yayılmış bir intikam alma, iradeyi yok ederek çürütme ve boyun eğdirme kurumlarıydı.
Bizde de öyle oldu…
Nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanmamız üzerine infaz savcılığınca getirildik cezaevine.
Devir teslim işlerini de uzattıkça uzattılar.
Gün ışıyıncaya kadar işkence görmüş olmamıza rağmen ayakta kalmaya çalışıyorduk. Ne var ki öğrencilerim Ramazan ile Mehmet bayılmak üzereydiler.
Sorgulardan çıkıp, savcılıkta ifade vermemize rağmen itile kakıla didik didik, çok ince bir biçimde üstümüz arandı. Arandı dediğime bakmayın, çaktırmadan işkencenin bir başka biçimi uygulandı.
Bulgaristan doğumlu olduğum için, iyi yetiştirilmiş bir ajana benzetilmiş ve dün gece falakada çok dayak yemiştim. Yine de önüme sürdükleri itirafnameyi imzalamadığım için, hapishane yönetimi uyarılmış olmalıydı.
Devletin baskı ve şiddetinden kendimizi korumalıydık ama nasıl?
Sorusuna yanıt aradık bu arada…
İtilip, kakılmamalıydık. Falaka işkence sisteminin uygulandığı kapı altına düşmemeliydik. Kendi üzerimizde özdenetim kurmalıydık.
Devletin sindirme ve kişiliklerimizi yok etme projesine karşı biz de devlet gibi örgütlenmeliydik. Devletin baskı ve şiddetinden korunmak için kendi içimizde kenetlenmeli, sımsıkı sarılmalıydık birbirimize.
Öyle de olacaktı…
*****
Devir teslimden sonra koğuşlar avlusuna girdiğimizde şaşkın ördekler gibi baktık çevremize…
İki gardiyan koğuşlardan birine götürerek yatacağımız karyolaları gösterdi. Koğuştakilerden bazıları ‘’Allah kurtarsın’’ derken bazıları da aralarında ‘’Bunlar Dev-Genç terör örgütü mensubuymuşlar’’ diye fısıldaşıyorlardı.
Ranzaların üzerinde çula dönmüş yatakların üzerine oturarak nefeslenmeye çalıştık.
Araba kaçakçılığından yatmakta olan Nurettin adındaki bir tutuklu, ’’fısıldaşmalara aldırmayın’’ dedikten sonra ‘’Yatak yorgan temin etmelisiniz. Geceleri havalar oldukça soğuk olur.’’ Deyip yol yordam gösterdi.
Koğuşlarda idareye karşı bir koğuş temsilcisi bulunuyormuş. Koğuş temsilcisiyle iyi geçinmemiz konusunda da uyarmayı unutmadı.
Öğleden sonra saat 15,00 sıralarında Sabri Gür öğretmen arkadaşımız eğitim enstitülü öğrencileriyle yatak-yorganın yanı sıra giyecek, yiyecek ve içecek de getirdiler.
Bu arada evdeki kitaplarımın tamamı öğrenci arkadaşlar tarafından alınmış ve yok edilmişti.
Her ay maaşımın önemli bir bölümünü ayırdığım kitaplarımın yok edilmesine üzülmüştüm ama bu günlerde kitaplar en tehlikeli silahlardı.
Yataklarımızı düzeltip, karnımızı da doyurduktan sonra tuvaletlere gittim.
Kilitlenmeyen tahta kapılı tuvaletlerin bok çukurlarının bazılarında kedi büyüklüğünde farelerle karşılaşmak beni tedirgin etti.
Tutuklanan 8 arkadaşımızla fısıldaşarak nasıl korunacağımızı konuştuk bir süre. Sonra da yataklarımızda kendimizden geçtik…
Gardiyanlar sayım için geldiklerinde uyandık…
Günde iki kez, sabah ve akşam saat sekizde sayım alındığını öğrendik.
Ayakta yapılan sayımdan sonra ‘’Allah kurtarsın’’ Diyerek koğuş kapısını dışarıdan kilitlediler…