Beşiktaş’ta Osmanlı Sarayları
İstanbul’da gezip, görme şansına eriştiğim Saray, kasır ve köşkler Osmanlı İmparatorluğunun özgün tarihçesini ortaya koyan mekânlar olarak karşıma çıktı. Bu mekânları gezdikçe tarih kitaplarında bulunmayan ve oldukça ilginç bilgi ve hikâyelerle karşılaşıyorum.Üstelik Osmanlı Tarihi’ne de farklı bir gözle bakmaya başlıyorum. Yıldız Sarayı ve eklentilerinin hikâyesinin biraz da Beşiktaş İlçesi’nin hikâyesi olduğunu görüyorum.
Beşiktaş’ın yerleşim kimliğini tanımadan, bu bölgedeki saray, kasır ve köşklerin hikâyesinin yüzeysel kalacağını anlıyorum. Yine farkına varıyorum ki Yıldız Sarayı ve saray yapılanmasındaki eklentilerden en önemlisi olan Şale Köşkü Yıldız Sarayı olarak ziyaretçilerine sunulmaktadır. Oysa, neredeyse 25 000 kişinin yaşadığı Yıldız Sarayı Şale Köşkü olamaz. Sarayı ve Şale Köşkü’nü tanıyabilmek için Sultan II. Mahmut, Abdülmecit, Abdülaziz, Mithat Paşa, V. Murat ve Sultan II. Abdülhamit’i tanımak gerekir.
Beşiktaş’ta Osmanlı Saraylarının yapılanması
Beşiktaş İlçesi; İstanbul’un yalıları ve sahil saraylarıyla ünlü büyük ilçelerinden biri olup, yerleşim yeri kimliğini Osmanlı döneminde kazanmıştır. Bizans İmparatorluğu döneminde Boğaziçi kıyıları Karadeniz kıyılarından gelen yağmacıların akınlarına uğramış, yağmacıların yarattığı tahribat ve saldıkları korku sur dışı yerleşimlerin gelişmesini engellemiştir.Karadeniz bölgesi Osmanlı Devleti’nin denetim ve egemenliğine girdikten sonradır ki İstanbul Boğazı kıyıları ve öncelikle Beşiktaş yerleşim kimliği kazanmıştır.
Beşiktaş yöresinde olduğu gibi, kıyı kesimleri hem kuzeyden hem de güneyden gelen sert hava akımlarının etkisindedir. Ayrıca denizin yarattığı nem kıyı boyu yapılarının çabucak çürümesine ve bozunmasına neden olur. Bu nedenle, kıyı boyu yapılarının bu etkilerden korunması gerekir ki ancak bu durum pahalı inşaatlarla sağlanabilir. Osmanlılar pahalı inşaatlardan kaçındıkları gibi; yapımı, bakımı ve yenilenmesi kolay olan ahşap yapıları tercih etmişler ve bu tür ahşap yapılar ise ancak yazlık olarak kullanmışlardır. Boğaziçi’nin 20. yüzyıla kadar uzanan tarihi boyunca ‘’Yalı’’ denilen özgün bir mimari türün ortaya çıkışını sağlamıştır.
Yalı türü yapılanmalarda, sert hava akımlarından daha az etkilenmek için koylar, vadiler ve tepelerin güneye bakan yamaçları seçilmiştir. Başlangıçta korunaklı bir koy olan Beşiktaş’ın gelişmesi de bu doğrultuda olmuştur. Beşiktaş yöresi Boğaziçi kıyılarında gelişen ve sevilen ilk yerleşim yerlerinden biridir. Fatih Sultan Mehmet tarafından Haliç’te kurulan ve Kanuni Sultan Süleyman tarafından geliştirilen Taşkızak Tersanelerinde 300 gemilik Osmanlı Donanması’nın yapıldığı dönemlerde, Boğaziçi kıyılarında özellikle Beşiktaş kıyıları Kaptan-ı Deryaların kullanımına sunulmuştur.
Bu günkü Dolmabahçe Sarayı ve külliyesinin bulunduğu bölge korunaklı bir koy iken deniz doldurularak kazanılan toprak Beşiktaş Bahçesi olarak düzenlenmiş, Kaptan-ı Deryalar için yalılar yaptırılmıştır. Barbaros Hayrettin Paşa, Sinan Paşa ve Kılıç Ali Paşa gibi Kaptan-ı Deryalar iz bırakan yapılara imzalarını atmışlardır. Beşiktaş vapur iskelesi karşısında yer alan Sinan Paşa Külliyesi bunlardan biridir. Camii, medrese ve çifte hamamdan oluşan külliyeden kalanlar cami ve medresedir. Osmanlı Kaptan-ı Deryalarının Beşiktaş Bahçeleri ve civarındaki kasırlar ve köşklere yerleşmesi nedeniyle donanmanın Beşiktaş önlerinde demirlemesi bir gelenek haline gelmiştir.
19. yüzyıldan sonra her yıl, kış aylarında Haliç tersanelerinde yenilenen ya da donatılan gemiler, mayıs ayında sefere çıkmadan önce Beşiktaş önlerine gelirdi. Buradan da Kaptan-ı Deryâyı alarak Sarayburnu kıyısındaki Yalı Köşkü’nde bekleyen padişahı selâmlayıp Ege Denizi’ne açılırdı. Eylül-ekim aylarındaki dönüşte de donanma gene Beşiktaş önlerinde demir atardı.Beşiktaş’ın kaptan-ı Deryaların semti olmasının bir sonucu da burada bıraktıkları eserlerdir. Sarayla ilişkili kişilerin ve Osmanlı üst tabakasında seçkin bir yeri olan ilmiye sınıfı mensuplarının da Beşiktaş’a rağbet ettikleri görülüyor.Beşiktaş’tan Levent’e giderken Barbaros Bulvarı’nın solunda, Yıldız Teknik Üniversitesi’nin karşısındaki Abbasağa Mahallesi 17. yüzyılda Dârüssaade Ağası Abbas Ağa’nın yaptırdığı cami çevresinde oluşmuştur. Beşiktaş Abbasağa ve Vişnezâde mahallelerinin oluşumuyla sırtlara doğru genişlemesini sürdürmüştür.
Beşiktaş bahçeleri ve Sahil Saraylar
Beşiktaş kıyıları, 17. yüzyıl başlarından itibaren, I. Ahmet döneminden başlayarak Osmanlı Hanedanına geçecek Dolmabahçe koyu doldurulacak ve has bahçeler olarak düzenlenip, sahil saraylarla donatılacaktır. Bu dönemden başlayarak, üç yüz yıllık bir süreçte Beşiktaş kıyıları hanedan üyelerine ait birbiri ardınca yapılan, yenilenen onlarca sarayla donatılmıştır. Bu sarayların hepsi yazlık saraylardı. İlkbaharda yayımlanan göç fermanıyla taşınılır, sonbahardaki fermanla da kışlık saraylara dönülürdü.
Beşiktaş’ın 18. yüzyıldaki yerleşimi; bir yandan Beşiktaş Deresi ile Ihlamur Deresi vadisi boyunca genişletilirken, öte yandan Serencebey sırtları da iskâna açılmaya başlamıştır. Ihlamur Deresi’nin Fulya’ya kavuştuğu yer ve bugünkü Nişantaşı sırtları 18. yüzyılda Hacı Hüseyin Bağı olarak anılırdı. Bu bağ ve içindeki köşk mirîye geçtikten sonra, bağ semtin en büyük mesiresi olmuş, köşkün yerine de 19. yüzyılda Ihlamur Kasrı yapılmıştır. 18. yüzyılda Beşiktaş’ta görülen en önemli belediye hizmetlerinden biri de 1731’de tamamlanan Bahçeköy’deki I. Mahmud Bendi’nden su getirilmesidir.
1731-1839 arasında dört aşamada yapılan ve Taksim Suyu adı verilen bu tesislerle Beşiktaş düzenli suya kavuşmuş ve dolayısıyla semtteki çeşme ve hamam sayısı artmıştır. III. Selim döneminin 1807’de Kabakçı Mustafa Ayaklanması ile kanlı biçimde sona ermesiyle başlayan karışıklıklar 1808’de II. Mahmut’un tahta geçmesiyle durulmuş, İstanbul’da yaşam yeniden düzene girmiştir.
II. Mahmut’un, pek çok acı olayın geçtiği Topkapı Sarayı’nı bırakarak, kış aylarını da Beşiktaş Sarayı’nda geçirmek istemesi başlangıçta yöneticilerin tepkisiyle karşılaşmıştır. Ancak 1820’den sonra zamanın büyük bir bölümünü Beşiktaş ve Çırağan sarayları ile Yıldız Kasrı’nda geçirmiştir. 1834’de Beşiktaş Sarayı yenilendikten sonra da bütünüyle Topkapı Sarayı’nı terk etmiştir.
Padişahla birlikte hanedanın diğer üyeleri ve devlet ricali de Beşiktaş’a yerleşmeye başlamışlardır. Bundan sonra Beşiktaş, bir tarihçimizin deyimiyle “Dersaadet’te bir Payitaht” olmuştur.1839’da Tanzimat’ın ilanıyla başlayan dönemde özellikle mimarlık alanındaki değişmenin en yoğun görüldüğü yer Beşiktaş olmuştur. Bu değişimin günümüze kalan izlerine bakalım. Dolmabahçe Sarayı, Çırağan Sarayı, Fer’iye Sarayları, Yıldız Sarayı, Ihlamur Kasrı, Ortaköy Camii, Küçük Mecidiye Camii, Yıldız yada Hamidiye Camii, Bezmiâlem Valide Sultan Çeşmesi, Şeyh Zâfır Türbesi ile Akaretler’i saymak yeterlidir.
Yıldız Korusu ve Yıldız Sarayı
Çırağan Sarayı’nın karşısındaki tepelerde bulunan ve İstanbul’un akciğerlerinden biri olan Yıldız Korusu Osmanlı Padişahlarının ilgisini 1600 yıllarının başlarında çekmiş. Bir söylenceye göre; Kazancıoğlu Bahçesi adını taşıyan ve Kazancıoğlu ailesinin mülkiyetinde olan bu bahçe, dönemin padişahı IV. Murat tarafından satın alınmıştır. Korunun asıl düzenlemesi de 18. yüzyılda, Lale devri dönemine girildiğinde yapılmış. Sultan IV. Murat ve III. Selim dönemlerinde de ilgi gören bu çevre; III. Selim’in, annesi Mihrişah Valide Sultan için “Yıldız” adıyla yaptırdığı bir köşkten dolayı bu ad ile anılmaya başlanmıştır.
Sultan II. Mahmut, Sultan Abdülmecit ve Sultan Abdülaziz dönemlerinde eklenen köşk ve kasırlarla gelişen buradaki yapılar topluluğu; Sultan II. Abdülhamit döneminde yapılan binalarla Yıldız Sarayı adını almıştır. İmparatorluğun; Eski Saray, Topkapı Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı’ndan sonra dördüncü yönetim merkezi, ”Dersaadet’te bir Payitaht” olmuştur.
Yıldız Sarayı ve II. Abdülhamit
Beşiktaş’ın “Dersaadet’te bir Payitaht” olması, önemli siyasi sonuçları da beraberinde getirmiştir. Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz, başını Midhat Paşa ile Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın çektiği bir grup asker-sivil yüksek devlet görevlisinin ittifakıyla 30 Mayıs 1876’da Dolmabahçe Sarayı kuşatılarak tahttan indirilmiştir. Sultan Abdülaziz, 4 Haziran 1876’da da gözaltında tutulduğu Fer’iye saraylarının sonuncusundaki odasında intihar etmiş, ardından tahta çıkartılan V. Murat’ın da aklî dengesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle yine aynı grup tarafından 31 Ağustos 1876’da padişahlığına son verilmiştir.
Bütün bu siyasi olaylar tarihe ”Çırağan Olayı” olarak geçmiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk ve son anayasası olan Kanun-i Esasi’yi ilan sözü veren II. Abdülhamit tahta oturtuldu. II. Abdülhamit’in saltanatının ilk iki yılı olaylarla dolu geçti. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda yaşanan yenilgi üzerine II. Abdülhamit Meclis-i Meb’usan’ı kapatıp anayasayı askıya almıştır.
Anayasanın askıya almasının yarattığı kötümserlik ortamında, yönetime muhalif İslam düşünürü ve yazar olan Ali Suavi’nin önderliğinde, çoğu Rumeli göçmenlerinden oluşan küçük bir topluluk, 20 Mayıs 1878’de denizden Çırağan Sarayı’na girerek, ağabeyi V. Murat’ı yeniden tahta geçirme girişiminde bulunmuşlardır. Beşiktaş Muhafızı Yedi-Sekiz Hasan Paşa’nın olay yerine gelmesiyle çıkan çatışmada başta Ali Suavi olmak üzere pek çok kişi ölmüştür.
Bu olaydan sonradır ki Sultan II. Abdülhamit Yıldız Sarayı’na taşınmıştır. Yüksek duvarlarla çevrilmiş olan saray II. Abdülhamit ile özdeşleşmiştir. II. Abdülhamit döneminde Yıldız Sarayı; yalnız padişahın ikematgâhı değil, 1878’den başlayarak “istibdat” ya da koyu baskı olarak nitelenen bir yönetim anlayışının da merkezi olmuştur. Bu merkezi durum Beşiktaş’ı türlü yönlerden etkilemiştir.
Öncelikle padişahın yakın çevresinde yer alanlar ikametgâhlarını Yıldız Sarayı’nın yakınlarına taşımışlardır. Bu dönemde Serencebey Yokuşu ve çevresi, Abbasağa Mahallesi ile üst tarafında oluşan Yeni Mahalle vezir, vekil, yüksek makamlardaki devlet görevlileri konaklarıyla dolmuştur.
Beşiktaş’ın diğer kesimlerinde de sarayda ve saraya bağlı çeşitli hizmetlerde çalışan görevlilerin yerleştikleri görülmüştür.Ayrıca saray yakınlarında Orhaniye Kışlası ve Ertuğrul Kışlası ile İstanbul tarihinde iz bırakmış bir kişi olan Beşiktaş Muhafızı Yedi-Sekiz Hasan Paşa’nın yönettiği karakol binaları inşa edilmiştir. Hali hazırda Orhaniye Kışlası İstanbul merkez Komutanlığı olarak kullanılmaktadır. II. Abdülhamit zamanında, Yıldız Sarayı’nın civarındaki özel mülk toprakları da satın alınıp, saray bahçeleri bütünlüğüne katılarak dış bahçe genişletilmiştir. Genişletilen dış bahçe içerisine yeni binalar yapılmıştır.Tiyatro, müze, kütüphane, eczane, mescid, hamam, tamirhane, marangozhane ve diğer atölyeler binalarda yer almıştır. Yıldız Çini Fabrikası kurulmuş, Osmanlı selâtin camilerinin ve mimari türünün son örneği olan Hamidiye Camii yaptırılmıştır.
Hamidiye Camii, daha çok Yıldız Camii olarak anılmaktadır. Cuma selamlığı sırasında Hamidiye Camii üç sıra askerle çevrilir, Yıldız’dan Beşiktaş’a inen yokuşun sağındaki meydanlığın önü, bir saf piyadeden sonra atlı birliklerden oluşan Ertuğrul ve Mızraklı alayları tarafından doldurulur, arabalı ve yaya seyirciler de bu süvari safları arkasında yerlerini alırlardı. Bu camide hüzünlü ve önemli bir olay da 20. yüzyılın hemen başında, 21 Temmuz 1905 te yaşanan “Bomba Olayı”dır. Ermeni komitecilerince düzenlenen ve Cuma Selâmlığı için Yıldız Camii’ne gelen II. Abdülhamit’i öldürmeyi amaçlayan bu suikast girişiminde padişaha bir şey olmamış, çevresinde bulunanlardan 26 kişi ölmüş ve 58 kişi de yaralanmıştır.Bu suikast olayından sonra II. Abdülhamit,yasakları arttırmış ve koyu bir baskı dönemi başlamıştır. Abdülaziz’in tahttan indirilmesini ve kendisinin tahta geçmesini sağlayan ve sadrazamlık görevleri verdiği Mithat Paşa’yı, amcası Abdülaziz’in ölümünden sorumlu tutarak Çadır Köşkü arkasında kurulan bir mahkemede yargılatmıştır. Ölüm cezası alan Mithat Paşa’nın bu cezasını sürgüne çevirerek Taif’e sürmüş ve Mithat Paşa Taif zindanlarında boğularak öldürülmüştür.Öyle bir kuşkucu hale gelmiştir ki, olumsuz çağrışımlar yaptığı gerekçesiyle ”Yıldız” sözcüğü bile yasaklatmıştır.
Kaynaklar:
1) https://www.millisaraylar.gov.tr/
2) tr.wikipedia.org/
3) Belgeler.com
Yorumlar kapalı.