Son Osmanlı Sarayı Yıldız
İstanbul’un Beşiktaş semtinde tepelik bir alana konumlandırılan Yıldız Sarayı, 17. yüzyılda başlayan yerleşim olma sürecini 19. yüzyılda tamamlayarak mevcut şekline ulaştı.
Farklı dönemlerde inşa edilmiş köşk ve kasırları II. Abdülhamid’in daimi ikametgâh alanı yapmasıyla birlikte alan saray kompleksine dönüştürülmüştür.
Buradaki ilk yapılanma örnekleri IV. Murat’ın kızı Kaya Sultan ile eşinin yaptırdığı yalı, III. Selim tarafından inşa edilen bir kasır, ardından babası III. Mustafa için yapılan bir çeşme ve günümüze ulaşmayan II. Mahmut’un inşa ettirdiği köşk sayılabilir.
Sultan Abdülmecid’in var olan yapıları yıktırarak annesi adına yaptırdığı Kasr-ı Dilküşa, bugün Valide Sultan Köşkü adıyla anılmakta, Sultan Abdülaziz zamanında ise inşa edilen Mabeyn Köşkü, Çit Kasrı, Malta ve Çadır Köşkleri bir saray yapılanmasının ilk güzel örneklerini oluşturmaktadır.
II. Abdülhamid’in Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrılarak buraya yerleşme kararı, burada yaşayan insan sayısını arttırmış ve yaklaşık olarak on iki bin kişiye çıkartmıştı. Zamanla bu sayı 20 000 civarında olacaktı.
Küçük Mabeyn Köşkü, Harem Binaları, Cariyeler Dairesi, Kızlarağası Köşkü, Şale Köşkü, Yıldız Camii, Tiyatro, Marangozhane, Eczane, Tamirhane, Kilithane, Çini Atölyesi, Kütüphane, Şehzade Köşkleri ve zamanla halka açılan parkı yani Hasbahçesiyle Geç Osmanlı Tarihi’nin gözde yapılarından biri olmuştu.
2012 yılında iki ay süreyle son Osmanlı Sarayı Yıldız’ı ve eklentilerini aradım. İnternete girip ‘’Yıldız Sarayı’’ yazdığımda arama motorları tarafından sunulan bilgiler ‘’Yıldız Şale Köşkü’’ üzerine oldu. Yıldız Şale Köşkü’nü gezmiştim. Beylerbeyi Sarayı yanında bile önemsiz kalmıştı. Araştırmamı sürdürdüm. Sürdürdüm çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun son yönetim merkezi olan Yıldız Sarayı ancak Topkapı Sarayı ile karşılaştırılabilirdi. Görkemli ve işlevsel olmalıydı.
Değişik dönemlerdeki sultanların ilgi ve çabalarıyla yaptırılan ek yapılar ve eskilerin yenilenmeleriyle görkemli bir boyut ve işlev çeşitliliği kazanmış olan Topkapı Sarayı derli toplu idi. Topkapı Sarayı kazandığı görkem ve işlevselliği ile de Osmanlı devlet Kurumsallaşmasının bir yansıması olmuştu. Osmanlı Saray Protokol ve Hiyerarşisinin zamanla kazandığı görkem ve çoklu işlevsellik Topkapı Sarayı’nın mimarisine de yansımıştı. Topkapı Sarayı’na tercih edilen Yıldız Sarayı daha görkemli ve işlevsel olmalı diye düşünüyordum.
Yıldız Sarayı’nda da buna benzer bir yapılanma olmalıydı. Araştırmamı derinleştirmeye karar vermiştim. Yıldız Şale Köşkü’nü gezerken, sorularım üzerine görevlilerden biri, Beşiktaş Meydanı’ndan Levent’e giderken Barbaros Bulvarı’nın sağ tarafındaki Yıldız Hamidiye Camii’nden söz ederek, başlangıç noktası yapabileceğimi söylemişti. Sonunda karşıma Yıldız Sarayı Müzesi diye II. Abdülhamid’in marangozhanesi çıkmıştı. Günümüzde restorasyonu tamamlanan Büyük Mabeyn kapalıydı. Şimdi de Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edildiği için yine kapalı.
Araştırma yaptığım yıllarda Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na dilekçeyle başvurmuş, ancak arşivlerindeki fotoğraflardan vermişlerdi. Yine de üç bölüm halinde Yıldız Sarayı ve eklentilerini tanıtmaya çalıştım.
Ben de 22 Eylül 2012 Cumartesi günü Beşiktaş Meydanı’ndan hareketle Barbaros Bulvarı’na giriyor ve Yıldız Hamidiye Camisi’nin bulunduğu Yıldız Caddesi’ne doğru yürümeye başlıyorum. Yaklaşık 600 metre sonra sağdaki Yıldız Serencebey Parkı’na giriyorum.Parkın yeni adı Yahya Kemal Beyatlı Parkı olmuş. Yahya Kemal Beyatlı Parkı’nı oldukça güzel ve huzur verici bir mekân olarak buluyorum. Hem dinlenmek hem de parkı yakından tanımak için biraz mola veriyorum. Sonra da çevreye alıcı gözle bakarak fotoğraf çekiyorum.
Parkın içerisinde, oldukça yüksek bir kaide üzerinde, Fatih Sultan Mehmet’in at üzerindeki bir heykelinin yanı sıra bir koltukta hayallere dalmış Yahya Kemal Beyatlı’nın da bir heykeli bulunuyor. Arka planda ise Hamidiye Camii’nin görkemli minaresi görülüyor. Parkın içinden geçerek Serencebey Yokuşu’na giriyor ve ileride sağda Cami avlusunun içindeki saat kulesini görüyorum. Saat kulesinin bulunduğu yere yöneliyorum. Hamidiye Camii avlusuna girince sağ köşede yer alan görkemli bir yapı Saat Kulesi.
II. Abdülhamit tarafından 25. saltanat kutlamaları için 1890 yılında yaptırılmış.Cami avlusunun güneybatı köşesinde bulunuyor. Köşeleri kırık bir kare plan üzerinde yükselen üç katlı bir kule olup, sivri ve dilimli bir kubbe ile örtülü. İkinci katında bir termometre ile barometre bulunduğunu ve üçüncü katın saat odası olduğunu öğreniyorum. Dekoratif çatısının üzerinde de bir rüzgar gülü bulunuyor. Halk arasında Yıldız Camii olarak bilinen Hamidiye Camisi’ne girmeden önce çevreye bir kez daha göz atıyorum.
Hamidiye Camisi’nin karşısında Yıldız Teknik Üniversitesi kampüsü bulunuyor. Sonradan öğrendiğime göre 1937 yılında Yıldız Sarayı’nın harem avlusundaki Hünkâr Kasrı ve şehzade köşkleriyle birlikte diğer bazı yapılar Yıldız Teknik Üniversitesi’nin kullanımına tahsis edilmiş. Hünkâr Kasrı yada Saray-ı Hümayun’un rektörlük binası olarak kullanıldığını öğreniyorum. Yıldız Sarayı eklentilerinin önemli bir bölümü değişik kuruluşlara verilmiş. Böylelikle Yıldız Sarayı yok edilmeye çalışılmış.
Solumda Yıldız Teknik Üniversitesi’nin binaları, sağımda ise Hamidiye Camisi bulunuyor. Saat kulesinin yanından geçerek Yıldız Caddesi’ne giriyorum. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin tam karşımda, biraz da bir saray görünümünde olan Yıldız Camisi duruyor. Camiyi çevreleyen demir parmaklıkların arasındaki kalın demir kapıdan caminin avlusuna giriyorum. Hemen fotoğraflarını çekmeye başlıyorum.
Cephenin ortasında ve altındaki küçük giriş bölümü cümle kapısı olarak biliniyor.Cümle kapısının sağında ve solunda bulunan beyaz mermer merdivenler ile çıkılan mekanda üç giriş kapısı bulunuyor. Ortadaki taç kapı camiye görkemli bir hava veriyor. Kapının üstünde zafer takına benzeyen ince bir süsleme bulunuyor. Süslemenin hemen altındaki mermer zeminde nefis bir hatla yazılmış bir kitabe görülüyor.
Görevlilerden ‘’Besmele-i Şerif’’ ile ‘’Ayet-i Kerime’’ olduğunu öğreniyorum. Cümle kapısının solundaki mermer merdivenle Hünkâr Mahfili’ne, sağındaki mermer merdivenle ise Şehzadeler ya da sefirler mahfiline ulaşılır. Cümle kapısından camiye giriyorum ve muhteşem bir görüntü ile karşılaşıyorum.
Bu muhteşem görüntüyü biraz da yadırgıyorum aslında. Sanki cami değil de saray yavrusu yaptırılmış.Caminin içi, aslında camilerde benzerine rastlanmayan bir zenginlik ve özenle bezenmiştir. Kubbenin mavi zemin üzerine altın varakla bezeli yıldızlardan oluşan süsleme, kubbenin ve direklerin yan tarafından kubbe ile aynı özellikte lacivert-mavi zemin üzerinde altın varak yıldız motiflerle kaplı birbirinin simetriği iki tavanda da aynı şekilde işlenmiştir.
Bu tavanlardan zemine doğru süzülerek inen çok kollu kristal avizeler caminin içini aydınlatmakla kalmayıp ayrı bir güzellik sergilemiş. Yaklaşık 10 000 m2 lik bir arazi üzerinde bulunan cami, Sultan II. Abdülhamit tarafından, 1886-1887 yıllarında saray mimarı Sarkis Balyan’a yaptırılmıştır. Ortaköy’deki Büyük Mecidiye Camii tarzında olan Hamidiye Camii karışık mimari tarzın bir örneği olarak gösteriliyor.
Camiden çıkarak tekrar Yıldız Caddesi’ne giriyorum. İleride ve solda, sonradan Set Kasrı olduğunu öğrendiğim bir yapı ile biraz daha ileride Yıldız Sarayı’nın giriş kapısı görülüyor. Giriş Kapısına ulaşmadan önce, sağ tarafta Serencebey Yokuşu dikkatimi çekiyor. Sarayın çevresindeki ilk yapılaşmaların gerçekleştiği bu yokuş, oldukça eğimli ve Beşiktaş meydanına çıkmamızı sağlıyor.
Saray kapısından yaklaşık 100 metre ileride sarayın Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası bulunuyor. İstanbul Mimarlar Odası’na tahsis edilmiş. Yıldız Sarayı kapısından içeri giriyorum. Burası sarayın birinci avlusu olup, Birun olarak biliniyor. Birun olarak adlandırılan bu Resmi Bölüm, Yıldız Sarayı’nın en biçimsel yerleşme ve bahçe düzenine sahip olan parçasıdır. Büyük Mabeyn, bölümün ana binasıdır. Büyük Mabeyn’in Kapısı olarak bilinen bu kapının tam karşısında sarayın genel yapılanmasını gösteren bir pano görüyor ve fotoğrafını çekiyorum. Genel yapılanmayı gösteren bu vaziyet planında yapılar kırmızı, sarı, yeşil ve beyaz renklere boyanmış. Kırmızı renkli binalar Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, sarı renkli olanlar Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na, yeşil olanlar Yıldız teknik Üniversitesi’ne ve beyaz renkli olanlar da İslam İşbirliği Teşkilatı’na tahsis edilmiş.
Böylelikle, Yıldız Sarayı’nı neden bulamadığım da ortaya çıkıyor. Girişin sağında bir tren gibi uzanan yapı Yıldız Sarayı’nın Silahhane bölümünü oluşturuyormuş. Yanında da Hünkâr Mutfağı ile Hususi Kiler yer alıyormuş. Silahhane binasının kapısında ‘’İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi’’ yazısı yer aldığından ziyaret olanağı bulamadım. Silahhane’nin tam karşısındaki Güzel Sanatlar Galerisi İstanbul Büyükşehir Müzesi olarak karşıma çıkarken, II. Abdülhamit’in Tamirhane-i Hümayun olarak adlandırılan ünlü marangozhanesi de Yıldız Müzesi olarak karşıma çıktı. Müzede ağırlıklı olarak Tamirhane-i Hümayun’da ve Yıldız Çini Fabrikası’nda üretilenler yer almaktaydı.
Fotoğraf çekilmesine de izin verilmeyince ilginç olmaktan çıktı. Yine de kaçak olarak iki üç fotoğraf çektim ve oradaki görevlilere de söylendim. Yıldız Sarayı Binaları topluluğunda onlarca görevli bulunuyor. Bir bölümü özel güvenlik görevlisi durumunda iken bir bölümü de bilet satış gişesi ve müzedeki görevlilerdir.
Ancak, görevliler Yıldız Sarayı konusunda yeterli bilgiye sahip değiller, yalnızca fotoğraf çekilmesini engelliyorlar. Müze ilginç olmaktan çıkıyor ve yeterli ziyaretçiyi de bulamıyor. Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı kasır, saray ve köşklerin büyük bir bölümü sinek avlamakla meşguller. Her neyse, gezimize devam edelim.
Müzeden çıkıp, birinci avludan kuzeye doğru yürümeye başlayınca tren vagonları gibi uzayıp giden yenilenmiş göz alıcı bir yapı, Yaveran dairesi görünüyor. Yaveran dairesi ile Müze arasında Hamit Çeşmesi bulunuyor. Yıldız Sarayı’nın Yaveran ve Bendegan dairesiymiş. Giriş kapısında İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi yazıyordu.Müzeye ait olmadığı için yanından geçiyor ve Harem Kapısı nöbet yerine ulaşıyorum ki Harem İç Kapısı karşıma çıkıyor. Sarayın diğer bütün kapılarında olduğu gibi, dışta çift nöbetçi ve içeride tüfekçiler tarafından korunurmuş.
Harem Yapıları Restorasyon İşi devam ettiğinden, bu bölüme de giremiyoruz. Batıya yöneldiğimizde Çit Kasrı ile karşılaşıyorum ki giriş kapısında yine İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi yazmaktaydı. Dışarıdan fotoğraflarını çekerek bahçedeki gezintimi sürdürüyorum.Birun olarak adlandırılan bu bahçenin en önemli ve ana binası olan Büyük Mabeyn binasının önüne geliyorum. Mabeyn ya da Mabeyn-i Hümayun Osmanlı Sarayı’nda Padişahın Özel Kalem Müdürlüğü işlevini gören kurumdu. Bu kurum, özellikle 19. yüzyılda büyük önem ve itibar kazanmıştı. Mabeyinci adı verilen bu görevliler padişahı korumak, halk ve Bab-ı Ali’yle olan ilişkileri yürütmek, saraya gelen ziyaretçilerin ziyaretlerini düzenlemek, saray protokolünü gözetmek gibi görevler üstlendiler. II. Abdülhamit döneminde devletin yönetimi Bab-ı Ali’den çok saraydan yapıldığı için Mabeyin dairesi 1876-1908 yılları arasında devletin en güçlü kurumuydu. Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Dairesi’nin Saray, Müze ve Devlet Kabul Salonu olarak düzenleme işi devam ettiğinden bu yapıyı da gezemedim.
Bu geziden yeterli verimi ve bilgiyi alamamıştım. Yıldız Sarayı ve eklentileri ile ilgili olarak biraz daha araştırma yaptıktan sonra, tekrar gelmek üzere mekândan ayrıldım.
Kaynaklar:
1) https://www.millisaraylar.gov.tr/
2) tr.wikipedia.org/
Yorumlar kapalı.