Paylaşılan ve parçalanan Yıldız Sarayı

Son Osmanlı Sarayı Yıldız ve eklentilerini aramaya devam etmiştim 2012 yılında. Etmiştim çünkü Yıldız Sarayı diye II. Abdülhamid’in marangozhanesini gezdiriyorlardı. 22 Eylül 2012 tarihinde yaptığım ziyarette aradıklarımı bulamadığım gibi, Yıldız Sarayı yerleşkesi içinde yer alan ve her nasılsa Turizm ve Tanıtma Bakanlığı bünyesinde yer almış olan müzedeki görevlilerden de yardım alamamıştım. Müze haline getirilen Tamirhane-i Hümayun ile Yaveran Köşkü arasında yer alan bir bilgilendirme levhasında Yıldız Sarayı Yerleşkesi ’nin  planı yer alıyordu.

Yerleşke planını çözememiş ve  kafamı karıştırmıştı. Bu yerleşke planında Yıldız Sarayı eklentileri içerisinde yer alan köşk ve hizmet binalarının Milli Saraylar Daire Başkanlığı, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Yıldız Teknik Üniversitesi  arasında paylaşıldığı görülüyordu. Ancak, bu planda da eksiklikler vardı. Öncelikle eski sarayın giriş kapıları ve adları belirtilmemişti. Diğer taraftan, Sarayın dış bahçesinde yer alan ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiş olan Çadır Köşkü ile Malta Köşkü panodaki vaziyet planında yer almamıştı.

Dış Bahçe olarak adlandırılan Yıldız Parkı’ndaki bu köşkler, 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Balyan kardeşlere ‘’Saray Bahçesi Dekorları’’ olarak yaptırılmıştı. Bu nedenle, ayrıntılı bir araştırma yapmak üzere mekândan ayrılmıştım. En sağlıklı ve ayrıntılı bilgileri ‘’Belgeler.com’’ sitesinde buldum. Yıldız Sarayı ile Saray Bahçeleri ve Şehzade Köşkleri üzerine hazırlanan lisansüstü tezleri okudum.

Sanıyorum kafamda bazı oluşumlar netleşti. Bunun üzerine 28 Eylül 2012 Cuma günü tekrar Yıldız Sarayı’na gittim. Yıldız Caddesi’ni geçip, Serencebey Yokuşu’na girdiğimde soldaki Set Kasrı altındaki prefabrik kulübede bulunanlardan bilgi derlemek istedim. İstanbul Otopark İşletmeleri İSPARK görevlisi iki genç arkadaş yardımcı olmaya çalıştılar. Çıkmaz sokaktaki kapının Koltuk Kapısı olduğunu söylediler.

Set Kasrı ile ilgili olarak konuşmaya başladığımda, kulak misafiri olan iki genç arkadaş daha sohbete katıldı. Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi olduklarını söyleyenlerden uzun boylu olanın adının Zeyd, diğerinin adının da Ahmet olduğunu öğrenmiştim. Üniversite yerleşkesi içerisinde yer alan Rektörlük binasının Yıldız Sarayı’nın bir parçası olduğunu bildiklerini ve yerleşkelerindeki Hamidiye Çeşmelerinden Hamidiye Suyu aktığını söylemişlerdi.

Bendeki bilgilerin daha ayrıntılı olduğunu anlayınca, anlatmamı istediler ve sohbeti koyulaştırdık. Yaklaşık 15 dakikalık bir sohbetten sonra veda ederek, Yıldız Sarayı Valide Kapısı’na doğru yürüdüm. Arkamdan seslenen sohbet arkadaşlarım, gezi sonrası yanlarına uğramamı, çay ikram etmek istediklerini söylediler. Kendilerine teşekkür ederek, uğrayacağımı söyledim ve gezi sonrasında da uğrayıp çaylarını içtim.

Yıldız Sarayı ve Sultan II. Abdülhamid

Sultan II. Abdülhamid, Sultan Abdülmecid’in oğluydu. Babasından sonra tahta geçen amcası  Abdülaziz’in zorla tahttan indirilerek yerine geçirilen ağabeyi V. Murat ile ilgili anıları korkutucu ve üzücü olmuştu. Amcası Sultan Abdülaziz, başını Mithat Paşa ile Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın çektiği bir grup asker-sivil yüksek devlet görevlisinin ittifakı ile 30 Mayıs 1876 da, Dolmabahçe Sarayı kuşatılarak tahttan indirilmişti.

Gözaltında tutulduğu Feriye Saraylarının sonuncusu olan bugünkü Kabataş Lisesi’nin bir odasında intihar ettiği söylenmişti. Abdülaziz’in yerine tahta çıkarılan ağabeyi V. Murat’ın akli dengesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle yine aynı grup tarafından 31 Ağustos 1876 da padişahlığına son verilmiş, Kanun-i Esasi’yi ilan sözü üzerine de II. Abdülhamid tahta çıkarılmıştı.

Tahta çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalımın eşiğindeydi. Karadağ ve Sırbistan’da savaş aleyhimize dönmüş, Bosna-Hersek ve Girit’te ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı. Bu arada sadrazam Mithat Paşa ve arkadaşlarının isteği üzerine 23 Aralık 1876’da Birinci Meşrutiyet ilan edilmişti. Ancak gayrimüslimlerin dahi yer aldığı Meclis-i Mebusan’ın ilk işi Rusya’ya harp ilanı olmuştu. 93 harbi diye tarihe geçen bu savaş, Osmanlı Devleti için tam bir felaket getirmişti. Ruslar İstanbul önlerine kadar gelmiş, bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan’dan İstanbul’a göç etmişti. 

Rus orduları Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini bir dizi yenilgiye uğratarak doğuda Erzurum’u, batıda ise Bulgaristan’ın tamamı ile Trakya’nın İstanbul surlarına kadarki kısmını işgal etmişlerdi. Meclis-i Mebusan’da Hükümetin savaş politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler üzerine Abdülhamid, meclisi 18 Şubat 1878’de tatil etmiş, takip eden 30 yıl boyunca meclisi bir daha toplantıya çağırmamıştı.

Bu süre zarfında meşrutiyet anayasası olan Kanun-ı Esasî’yi kâğıt üzerinde de olsa muhafaza ederek, aldığı kararları yine bu anayasaya göre yürürlüğe koymuştu. Bunun üzerine II. Abdülhamid tahttan indirilerek yerine tekrar ağabeyi V. Murat geçirilmek istenmiş, ancak başarılamamıştı. Bu olaydan sonradır ki II. Abdülhamid Dolmabahçe Sarayı’nı terk ederek, daha güvenli bulduğu Yıldız Sarayı’na geçmişti.

II. Abdülhamid Mecli’i kapatarak yönetimi kendi eline aldıktan sonra Osmanlı tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütü kurmuştu. Selanik’ten gelen Hareket Ordusu tarafından tahttan indirildiği 1909 yılına kadar da 33 yıl Yıldız Sarayı’nda yaşamış ve İmparatorluğu demir yumrukla yönetmişti.

Yıldız Sarayı Yerleşkesi ve Köşkler

Yıldız Sarayı Yerleşkesi ya da kampüsü, Beşiktaş ile Ortaköy arasında, sahilden başlayarak kuzeybatı yönünde bütün bir yamacı kaplayan 500 000 m2lik bir arazi üzerine kurulmuştur. Boğaziçi’ne hâkim bir tepe üzerindeki Yıldız Sarayı, Topkapı Sarayı siluetini de görebilecek şekilde inşa edilmiştir. Yıldız Sarayı Yerleşkesi; içerisinde saraylar, köşkler, yönetin binaları, koruma ve servis yapıları ve parklar bütününden oluşmaktadır.

Yerleşkenin bütünü göz önüne alındığında, ‘’Saraylaşma’’ kavramından çok ‘’Kentleşme’’ kavramına yakın durduğu görülmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda, Dolmabahçe Sarayı’ndan sonra geniş kapsamlı olarak tasarlanan son yapılar topluluğu olan Yıldız Sarayı yüksek duvarlarla çevrili olup, ana mekânlar üç avlunun içinde toplanmıştır.

Birinci avluya Valide Kapısı ve Saltanat Kapılarından girilmektedir. Ben bu gezimde, birinci avlu çevresinde yapılanmış olan köşk ve hizmet binalarını tanımaya çalışacağım. Yalnız Padişah tarafından kullanılan Saltanat Kapısı kapalı tutulmakta olup, sadece, Padişahın saray dışına çıkacağı zamanlarda açılırdı. Barbaros Bulvarı üzerindeki Hamidiye Camii’nden Yıldız Caddesi üzerinde yokuş yukarı, Serencebey Yokuşu’nu çıkarken karşılaştığım ve birinci avluya girdiğim bu kapıdan yalnız Harem’de yaşayanlar ve görevliler geçerdi. 

Kapıyı geçince, Yıldız Sarayı’nın en biçimsel yerleşme ve bahçe düzenine sahip avlusuna, birinci avluya girmiş oluyoruz. Birinci avlunun ana binası Büyük Mabeyn binasıdır. Büyük Mabeyn’in önündeki dikdörtgen tasarımlı biçimsel bahçenin kuzeyinde Çit Kasrı, doğusunda Yaveran Köşkü, güneyinde Silahhane Köşkü yer almaktadır.

Ayrıca bahçenin güneye doğru uzanan bölümünün Hünkâr Mutfağı, Özel Kiler, Saray Mutfağı, Saray Kitaplığı, Rasathane, Saray Arabacılar Koğuşu, Arnavut Tüfekçiler Koğuşu ve alt kısmı arabalık olan bir yapı ile bittiğini öğreniyorum. Bu sonuncu yapının batıya dönen kanadı ise Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası olarak düzenlenmişti.

Büyük Mabeyn önündeki bahçenin kuzeydoğu köşesinde büyük Harem Kapısı ile Harem Nöbet yeri bulunmaktadır. Birinci avluda Çit Kasrı, Yaveran Dairesi ve Silahhane Köşkü İslam İşbirliği Teşkilatı’na tahsis edilmiş. Giriş kapılarında İslam Tarih, Sanat ve Kültür Merkezi (IRCICA) yazıyor.

İslam İşbirliği Teşkilatı, İslam ülkelerini çatısı altında toplamak üzere kurulmuş olup, 57 üyeye sahiptir. O dönemde Genel sekreterlik görevini Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yaptığı teşkilatın, Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler gibi Hukuki Tüzel Kişiliği bulunmaktadır.

Valide Kapısı’ndan girince sağda yer alan İslam İşbirliği Teşkilatı’na tahsis edilen Silahhane Binasına giriyorum. Tek katlı olan yapının içinde ahşap sütunlarla taşınan bir asma kat bulunuyor. Girişteki bir merdivenle çıkılan asma katı gezmeme izin verilmiyor. Sol tarafta IRCICA Kütüphanesi yer alıyor.

IRCICA kütüphanesi dünya milletlerinin ve ağırlıklı olarak İslam ülkelerinin tarihi, kültürleri, dilleri, sanatları, folkloru, kalkınma durumu vb. konularda ve genel anlamda İslam kültür ve medeniyeti alanında uzmanlaşmış. Koleksiyonunda 60.000 cilt kitap, 1460 süreli yayın, 186 elyazması kitap, 4000 makale ayrı basımı, 4000 gri yayın, 1000 harita bulunduğunu öğreniyorum.

Çeşitli ülkelerden kitapseverlerin armağanı olan şahıs koleksiyonları da varmış. Girişte, sağdaki danışmada görevli bir hanım gelenlere yardımcı oluyor. Çalışanları rahatsız etmeden birkaç fotoğraf çekmeme izin veriyor. Asma katın tavanlarında tuval bezi üzerine uygulanmış kalem işleri var. Yapının orta aksı boyunca uzanan tonozlu kısım ise bağdadi sıva üzeri barok kalem işi tezyinat ve resimlerle süslü. IRCICA Kütüphanesi olarak kullanılan bu yapı, II. Abdülhamid döneminde saray hizmetkârlarının yemekhanesi olarak yapılmış. Saraydaki mevcut silahhanenin kütüphaneye dönüştürülmesi üzerine, eski ve yeni silahlar bu binada sergilenmiş. IRCICA Kütüphanesi’nden çıkarak, karşısında bulunan Yıldız Sarayı Müzesi’ne giriyorum. Müze dendiğine bakmayın.

Yıldız Sarayı yapılar topluluğu içinde yer alan ve Tamirhane-i Hümayun olarak adlandırılan marangozhane binası müzeye çevrilmiş. Marangozluğa çok meraklı olan ve kendi yaptığı birçok el oyması eserle tanınan Sultan II. Abdülhamid marangozhaneye özel bir önem vermiş. Müzede sergilenen eserler genellikle Yıldız Sarayı’na ait. II. Abdülhamid’in kişisel eşyaları, kendisine armağan edilen eser niteliğindeki objeler, Yıldız Porselen Fabrikası’nda üretilen ürünler ağırlıklı olarak sergilenmiş.

Elimdeki fotoğraf makinesini gören müze görevlisi, sadece girişte panoramik bir fotoğraf çekmeme izin verdi. İçeride, kaçak olarak bir iki fotoğraf daha çektim. Görevlilere de söyleyip, söylendiğim gibi fotoğraf çekilmesinin yasak olmasına bir türlü anlam veremiyorum. Üstelik flaşsız çekimlerde zarar görebilecek objeler de yok. Ziyaretçiler gördükleri ve beğendikleri objelerin fotoğraflarını çekip, paylaşmak isterler. Fotoğraf çekemedikleri müze, kasır ve köşklere ilgi duyulmuyor ve ziyaretçi sayısı da yok denecek kadar az oluyor.

Yıldız Sarayı Müzesi’nden çıkarak, yan tarafında bulunan İstanbul Büyükşehir Başkanlığı Şehir Müzesi’ne giriyorum. Burada fotoğraf çekilmesi yasak olmasına rağmen, kurallar katı değil. Şehir Müzesi adıyla hizmete girdiği 1988 yılından bu yana, sunduğu hat levhaları, kumaşlar,  çeşitli cam eserler, mutfak eşyaları, kahve takımları, mühürler, cilt kalıpları, ölçek, terazi ve ağırlıklar, seramik eserleri konuklarının beğenisine sunmuş.

Ayrıca, Osmanlı dönemindeki ressamlardan bazılarının tabloları da müze duvarlarında yerini almış. Tabloları sergilenen ressamlardan bazıları; Henri Malla, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Sami Boyar, İbrahim Çallı, Ferruh Başağa, Zeki Kocaman’dır. Müzedeki hat koleksiyonunda ise Sultan Abdülmecit, Mehmed Raşit, Mustafa İzzet, Mahmud Celaleddin, Hamit Aytaç gibi isimlerin imzasını taşıyan eserler yer almış.

Şehir Müzesi’ni de gezdikten sonra, bahçenin doğusunda bulunan Yaveran Köşkü’ne yöneliyorum. Köşke ulaşmadan önce sağ tarafta üç musluklu Hamit Çeşmesi’ni görüyorum. II. Abdülhamid, İstanbul’a kaliteli içme suyu sağlamak amacıyla 1898 yılında bir komisyon kurmuş. Komisyon tarafından yaptırılan projeye göre; Kırkçeşme tesislerinin doğu kolu üzerinde ve Kemerburgaz’ın kuzeydoğusundaki Karakemer ve Kovukkenar civarındaki kaynakların suları Maslakta toplanmış. Ortadaki çeşmenin en üst tarafında II. Abdülhamid’in tuğrası var. Çeşmelerin üzerindeki kitabelerde ‘’El-Gazi’’  ve ‘’Hamidiye’’ yazılarıyla Fatiha suresinin ilk ayeti olarak kabul edilen ‘’Besmele’’ ve Âşık Turabi’nin ‘’Şah-ı Merdan’ın Kulları Dinle dizelerinden

‘‘İçersen aşk şarabın üstad elinden,

Dem vurursun artık Kalu beliden,

Sen yoksun artık mey sahibi vardır,

Sekahüm rabbühüm şaraben tahura’’

İbarelerinin yer aldığını öğreniyorum.

Abdülhamid’in adını taşıyan Hamidiye Suyu, 86 bölgede bulunan çeşmelerden başka; Yıldız Sarayı’nda 30, Dolmabahçe Sarayı’nda 10 olmak üzere toplam 126 çeşmeden İstanbul halkına verilmiş. Yıldız Sarayı’ndaki çeşmelerin büyük bir bölümü Yıldız teknik Üniversitesi Kampüsü içerisinde bulunmakta olup, aslına uygun olarak yenilenmişler.

Hamit Çeşmesi’nden Hamidiye Suyu içtikten sonra Yaveran Dairesi’ne giriyorum. Giriş kapısında İslam Tarih, Sanat ve Kültür Merkezi yazmasına rağmen şansımı denemek istiyorum. Ancak, gezmeme ve fotoğraf çekmeme izin vermiyorlar. Dışarı çıkıyorum. Uzun ve etkileyici görünümlü Yaveran Dairesi, Saray Mimarı Raimondo D’aranco’ya yaptırılmış olup, yaverler ve saraydaki üst rütbeli subayların çalışma mekânı olarak kullanılmış. 

Bu sürekli mekânda beş ayrı daire bulunduğunu öğreniyorum. Yaveran Dairesi ya da Köşkü, aradaki nöbetçi odası ile birlikte Harem İç Kapısı’na kadar uzanır. Büyük Mabeyn bahçesinin kuzeydoğusundaki kapı olup, hareme ve harem personeline aittir. Sultan ve ailesinin kullanımına ayrılan bu bölüm, ‘’Özel Bölüm’’ olarak adlandırılır. Bu Özel Bölümde Küçük Mabeyn, Yıldız Tiyatrosu ile Kadın efendilerin, Hanım Sultanların, Şehzadelerin ve cariyelerin oturdukları köşkler de yer alır.

Diğer tüm kapılarda olduğu gibi, dışta çift nöbetçi, içeride tüfekçiler ile korunurdu. Bu kapıdan İç Bahçe’ deki Küçük Mabeyn ve büyük havuzun bulunduğu bölüm ile Harem Daireleri’ ne gidilmektedir. Heybetli bir görüntüsü olan Harem İç kapısının üzerinde II. Abdülhamit’in tuğrası bulunmaktadır. Harem İç Kapısı’nın fotoğraflarını çektikten sonra, batısında kalan Çit Kasrı’na yöneliyorum. Yıldız ‘ın resmi bölüm kısmının birinci avlusundaki en önemli binalardan biridir. Büyük Mabeyn’ in sol tarafındaki köşk, Sultan Abdülaziz tarafından, mimar Sarkis Balyan ve kardeşlerine yaptırılmış.

Çit Kasrı, ince uzun (yaklaşık 10m × 60m) dikdörtgen bir kitlesi olan kâgir bir yapı. Kasrın biri Koltuk Kapısı’ndan, öbürü Büyük Mabeyn bahçesinden, diğeri de Harem kanadında olmak üzere üç ayrı girişi varmış. Bina iç içe geçen bir dizi oda ile sonunda ulaşılan bir salondan ibaretmiş. Bu basit ve kendine özgü işlevden doğan iddiasız yapıda, mimarlar yinede Büyük Mabeyn’ in özenli yapımını tamamlayan bir bina elde etmeyi başarmışlar.

Çit kasrı, Sultan II. Abdülhamid’ in Büyük Mabeyn dışında bazı sefirleri kabul ettiği, onlarla devlet meselelerini konuştuğu bir yermiş. Cuma Selamlığından sonra sefirler bazen burada huzura kabul edilirmiş. Çit Kasrı bazen mevlit okuma salonu olarak da kullanılmış. Çit Kasrı da İslam Tarih, Sanat ve Kültür Merkezi’nin birimlerinden biri olarak kullanıldığından, gezme olanağı bulamadım.

Nihayet birinci avlunun ana binası Büyük Mabeyn’in önüne geliyorum. Yıldız Sarayı’ nı meydana getiren bina topluluklarının en büyüğüdür. Sarayı çeviren duvarların dışında olan ve Yıldız’ ın Asıl Saray kısmının göze çarpan ilk binasıdır. Büyük Mabeyn Köşkü 1866 yılında Sultan Abdülaziz tarafından dinlenme sarayı olarak Saray Mimarı Sarkis Balyan ve kardeşlerine yaptırılmış. Sonradan 1877 yılında Sultan II. Abdülhamid döneminde Mabeyn dairesi olarak kullanılmıştır.

Büyük Mabeyn Osmanlı sarayında padişahın özel kalem müdürlüğü işlevini gören kurumdu. Özellikle 19. yüzyılda bu kurum büyük bir önem kazanmıştı. Kelime anlamı Arapçada iki şeyin arası olan Mabeyin ilk önce sarayın harem ve selamlık bölümleri arasındaki daireye verilen ad olarak kullanılmış. Zamanla bu dairede çalışan görevlilerin sayısı artmış. Mabeyinci adı verilen bu görevliler padişahı korumak, halk ve Bab-ı Ali’yle olan ilişkileri yürütmek, saraya gelen ziyaretçilerin ziyaretlerini düzenlemek, saray protokolünü gözetmek gibi görevler üstlenmişler. 

II. Abdülhamid döneminde devletin yönetimi Bab-ı Ali’den çok saraydan yapıldığı için Mabeyin dairesi 1876-1908 yılları arasında devletin en güçlü kurumu olmuş. Mabeyin dairesi genişledikçe Mabeyincilerin sayısı da artmış. Mabeyincilerin en yüksek derecedeki yöneticisine Baş Mabeyinci denmiş, yardımcısına ise İkinci Mabeyinci adı verilmiş. Bu dairede yazı işlerini yürütmekle görevli olan kişilere Mabeyin Kâtibi, bunların başındaki kişiye ise Mabeyin Başkâtibi denmiş.

Mabeyincilik kurumu  1908  yılında  meşrutiyetin ilan edilmesinden sonra önemini yitirmekle birlikte Saltanatın kaldırılmasına kadar ayakta kalmış. Büyük Mabeyn’i de gezemiyorum. 17.02.2012 tarihinde Alba İnşaat tarafından Büyük Mabeyn’in yenileme işi üstlenilmiş. İşin süresi 600 gün olarak belirlenmiş. Bu demektir ki yenileme işi ancak 2014 yılında bitecekmiş.

Büyük Mabeyn’in restorasyonu bitti, ancak cumhurbaşkanlığına tahsis edildiğinden gezme ve görme olanağı yok. Üstelik yenileme çalışmaları adı altında Yıldız Sarayı Müzesi kapanmış durumda.

Kaynaklar:

1)   https://www.millisaraylar.gov.tr/

2)   tr.wikipedia.org/

3) Belgeler.com

Share Button
829 cevaplar

Yorumlar kapalı.