İstanbul Sirkeci’de ummadığım bir sürpriz
19 Kasım 1961 Pazar, Çapa İstanbul…
Dün İstanbul’un kalbinin attığı liman yerleşimlerinden biri olan Sirkeci’ye gittim. Eminönü’nün semtlerinden biri olan Sirkeci’nin doğusunda Sarayburnu, batısında Bahçekapı, güneyinde Cağaloğlu bulunmakta olup semtin görülmesi gereken en önemli yeri Sirkeci Garı’ydı. Öyleydi çünkü İstanbul’un hem doğuya hem de batıya, Avrupa’ya, açılan kapısıydı Sirkeci Garı. Görülmeye değerdi…
İlk kez 1951 yılı Bulgaristan göçü nedeniyle karşılaştığım Sirkeci Garı ile ikinci kez Çapa Müzik semineri sınavları için geldiğimde karşılaşmıştım. Meraklıydım, garı tekrar görmek istemiştim.
11 Şubat 1888 günü büyük bir törenle atılmış olan Sirkeci Garı 03 Kasım 1890’da da hizmete girmişti. İstanbul, batının bitip Doğu’nun başladığı yerdi. Bir başka deyişle Doğu ile Batı’nın birleştiği noktaydı.
Bu nedenle gar binası oryantalist bir üslupla hayata geçirilmeli, bölgesel ve ulusal biçim kalıplarına yer verilmeliydi. Bu üslubu yansıtmak için cephelerde tuğla bantlar kullanılmıştı. Yapıya sivri kemerli pencereler, ortasına ise Selçuklu dönemi taş kapılarını anımsatan geniş bir giriş kapısı yapılmıştı. Kapı ve pencerelerin üzerindeki gül pencerelerin vitraylar da bu üslubu tamamlıyordu.
Anıtsal bir yapı olan Sirkeci Garı’nın ünü, yataklı ve yemekli vagonları bulunan Fransız demiryolu işletmesi Vagon-Li Şirketi’ne ait olan Şark Ekspresi, Orient-Express orijinal ismi ile 1883 yılında Paris’ten ilk seferine başlamasıyla doruğa ulaşmıştı.
Şark Ekspresinin seferlerinin başlamasından sonra İstanbul’a gelenler, 1895 yılından itibaren treni işleten Vagon-Li Şirketi’nin satın aldığı Pera Palas’ta kalmaya başlamışlardı. Garı gezerken, Orient Ekspresiyle Paris’e hayali bir yolculuk da yapmıştım. 1961 yılındaki bu hayali yolculuğum 2014 yılında gerçeğe dönüşecekti. Orient Ekspresiyle olmasa da gerçekleşmiş olması önemliydi.
Sirkeci Garı’nın yer aldığı Sirkeci semti tam bir tarih hazinesiydi. İstanbul’u tanımak için Sirkeci’den başlamalı ve Sultanahmet bölgesine geçilmeliydi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde hem Topkapı Sarayı’na hem Babıali’ye yakın olması dolayısıyla oldukça önem arz eden Sirkeci’de birçok cami, han, hamam ve çeşme inşa edilmişti.
Sirkeci’de öne çıkan diğer bir tarihi yapı da, 1957 yılından beri elektronik eşya meraklılarına hitap eden ünlü Doğubank İş hanı olup, Türkiye’nin ilk AVM’si olma özelliği taşımaktaydı.
Geç 19.yüzyıl ve 20.yüzyıl başlarında yapılan devasa hanlar, Sarayburnu sahilinde yer alan 17.yüzyıla ait Sepetçiler Kasrı, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii, Hidayet Camii, Hobyar Camii, Büyük Postane Binası, II. Abdülhamid’in türbesi ve külliye binaları, Sirkeci’de dikkati çeken tarihi yapılardan bazılarıydı.
Diğer taraftan, 20. yüzyılın ilk yarısı boyunca Sirkeci, ucuz otellerin, gurbetçilerin ve nakliyat şirketlerinin merkezi olmuştu. Babıali Caddesi ve onun devamı olan Ankara Caddesinden aşağı inen trafiğin bağlantı noktası olma özelliğini her dönemde korumuştu. 1957-1959 yılları arasında yapılan Sirkeci-Florya sahil yolu, Sarayburnu’nu sahilden dolaşarak, Sirkeci trafiğinin hafiflemesini sağlamıştı.
Sirkeci Garı ve yakın çevresini gezdikten sonra, ara sokaklardan, Yeni Cami olarak da bilinen Valide Turhan Sultan Camisi’ne giderken ‘’Selamünaleyküm’’ diyen orta yaşlı biri yaklaştı. Önce yol tarifi sordu. Yabancısı olduğumu öğrenince de ‘’annen baban namaz kılar mı?’’ Sorularını yöneltti. Olumlu yanıt alınca da ‘’Sen dini bütün Müslüman bir ailenin çocuğu olmalısın.’’ Dedi ve cebinden çıkardığı bir kol saatini göstererek, saatin otomatik ve kıymetli olduğunu, yol parası yapmak için satışa çıkardığını, beni dini bütün bir Müslüman olarak gördüğü için 30 Liraya bana vereceğini söyledi.
Cuma günü elbise parası olarak her bir öğrenciye 75 Lira verilmişti. Yanımda para vardı. Kol saatini elime alıp, sanki anlıyormuşum gibi, uzun bir süre inceledikten sonra 30 Lira vererek aldım. Kolumdaki Nacar marka saati çıkarıp, satın aldığım saati koluma takarak sevinçle okuluma döndüm. Gösterişli bir saatti satın aldığım. Arkadaşlarımın dikkatini çekmişti. Nacar marka saatimi satışa çıkardım, alan olmadı.
Nacar marka saatimi iyi ki alan olmamıştı. Olmamıştı çünkü kolumdaki saat sabahın erken saatlerinde durmuştu. En yakın saatçinin bulunduğu Sirkeci’ye gittiğimde fiyatının 2 ya da 3 Lira olan adi saatlerden biri olduğunu öğrenmek beni oldukça üzmüştü. Din adına dolandırılmıştım. 1961 yılında 30 Lira oldukça büyük bir paraydı. Bir yıllık giyim kuşam paramın önemli bir bölümünü kaybetmiştim.
Hayatımdaki önemli deneyimlerden biriydi Sirkeci’deki kol saati ile dolandırılmam. O gün bu gündür sokak satıcılarından, çok zorunlu olmadıkça, alış veriş yapmıyorum…