Babam orman koruma memuru oluyor

23 Ocak 1961 Pazartesi, Tarsus…

Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama sahasına dün gelmiştim. İvriz İlköğretmen Okulu 20 Ocak Cuma günü birinci dönemi sonlandırmış ve yarıyıl tatiline girmişti. Her dönemde olduğu gibi bu dönem sonunda da karnemdeki bütün ders notlarım 10 üzerinden 10 olmuştu.

İstanbul Çapa Müzik semineri hazırlıklarımı rahat yapabilmek için dönem boyunca müzikhane nöbetçisi olmuş, keman ve piyano çalışmalarımı da hızlandırmıştım. Çalışmalarım oldukça verimli geçmiş ve Müzik Öğretmenim Kemal Çuhalılar’ın takdirini de kazanmıştım. 

21 Ocak Cumartesi günü öğleden sonra bindiğim trenle, Ulukışla ve Adana Yenice istasyonlarında yaptığım aktarmalardan sonra, 22 Ocak Pazar günü öğleye doğru Tarsus’a ulaşmıştım. Karabucak Okaliptüs orman Fidanlığı servis araçları Cleopatra kapısı civarında olurlardı. Belki saat 13,00 servisine yetişebilirim diye düşünmüştüm. Yetişmiştim de…

Geçen yaz mevsimlik işçi olarak çalışırken tanıdığım ve sevdiğim servis şoförü Mahmut Ağabey gelmişti. Onu görünce sevinmiştim. Sarmaş dolaş olduktan sonra babamı sormuştum. Babamın Tarsus’tan yaklaşık 25 km uzaklıkta Berdan Çayı’nın denize döküldüğü yerde, kıyı boyunca bir şerit halinde uzanmakta olan bir kumulda, Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasında Koruma memuru olarak görevlendirildiğini söylemişti. 

Bu habere çok sevinmiştim. Babamın devlet memuru olarak maaşlı bir işe başlaması ailemiz için dönüm noktasıydı. Öyleydi çünkü Bulgaristan’dan ayrıldığımız 1951 yılından bu yana geçen 10 yıllık sürede sürekli yer değiştirmiştik. Sürekli maaş alacağı bir işi ve ailesine tahsis edilen bir konutu olmuştu.

Yolcularını aldıktan sonra Karabucak Fidanlığı ’na gitmek üzere harekete geçen Mahmut Ağabeye Turan Emeksiz Ağaçlama sahasını nasıl ulaşacağımı sorduğumda, ‘’Sen telaşlanma, ağaçlama sahasına giden çok olur. Olmazsa da ben seni götürürüm.’’ Demiş ve götürmüştü de…

Karabucak sakinlerini bıraktıktan sonra Önce Özel-Bahşiş sonra da Kulak Köyünden geçerek ağaçlama sahasına girmiştik. Ağaçlama sahası baştan başa kumuldu. Kumullar, içerisinde humus, kil gibi bağlayıcı maddeleri olmayan, taneleri çok küçük kum taneleriydi.  Çoğunlukla akarsularla denizlere ulaştırılan kumlar, dalgalarla sığ sahil şeritlerine taşınıyor,  kuruyan kumlar da hâkim rüzgâr istikametinde içerilere doğru, sahil hattına paralel silsileler oluşturarak dalgalar halinde ilerliyordu.

Gerekli önlemler alınmadığında kumullar önlerine çıkan her şeyi istila edip, bölgeyi çöle çeviriyorlardı. Berdan Nehri ve kollarıyla Akdeniz’e ulaşan kumlar başta Kulak Köyü olmak üzere, kuzeyinde bulunan verimli tarım arazilerini istila ederek tarımsal üretimi kısıtladığı gibi yerleşim alanlarını da tehdit eder hale gelmişti.

Yöre köylerince mera olarak kullanılan hazine arazisinin Orman Genel Müdürlüğü’ne devredilmesiyle birlikte kumulda ağaçlandırma çalışmalarına başlanmış. Mahmut Ağabeyin söylediğine göre kıyıya paralel olarak 12 500 metre uzanan kumulun eni de 1 500 metreymiş.  Yaklaşık dikdörtgen şeklinde olan ağaçlandırma sahası boyutları (400 metre) x (400 metre) boyutlarındaki parsellere bölünmüştü.

Turan Emeksiz Ağaçlandırma sahası adı verilen kumullu sahaya da ilk dikim 23.11.1960 tarihinde yapılmıştı. Babam dikim sahasında Aralık ayı başında koruma memuru olarak görevlendirilmiş olmalıydı.

Kulak Köyü içinden geçerek Ağaçlandırma sahasına girmiş, yaklaşık 1300 metre gittikten sonra Tarsus Berdan Nehri’nin kollarından biri karşımıza çıkmıştı. Tarsus plajına geçişi sağlayan bir asma köprüsü vardı. Mahmut Ağabey kumul sahasında güney-doğuya yönelerek yaklaşık 500 metre daha gidince kumullar üzerine kurulmuş tamamıyla ahşap bir yapı göründü.

Biraz daha yaklaşınca elinde bir çapa ile evin etrafında çalışan babamı görmüştüm. O da arabayı görünce elindeki çapayı bırakıp, bize yaklaşmış, sonra da arabada beni görmüştü.  Araba sesini duyan annem de evin dışına çıkmıştı. Kardeşim Mustafa’yı görememiştim. Demek ki henüz Konya’dan gelmemişti.

Ansızın gelişim annemle babama sürpriz olmuştu. Arabadan inmiş, önce babamın sonra da annemin ellerini öpmüştüm. Babam Mahmut Abi’ye teşekkür etmiş ve soluklanması için altına sandalye vermişti. Vaktin varsa çay demleyelim dediyse de Mahmut Abi izin istemiş ve Karabucak Fidanlığına geri dönmüştü.

Babama tahsis edilen ahşap ev içine kumlar dolmasın diye kazıklar üzerine oturtulmuştu. Birkaç basamakla çıkılan verandadan içeri girdiğimde iki odaya açılan bir sofa ile karşılaşmıştım. Veranda dâhil olmak üzere evin bütün zemini tahtayla kaplanmıştı. Zemindeki tahta aralıklarından hava ve zararlıların girişini engellemek için hasır ve çaput kilimler serilmişti.

Babam ağaç ve tahtalardan sedirler yapmış, içine otlar doldurdukları yastıkları da sedirlere yerleştirmişlerdi. Boş olan odaya tahta bavulumu koymuştum. İki arada bir derede annem de çay demlemiş ve akıtma olarak adlandırdığımız hamur işi yapmıştı. Muhacirlerin akıtma dedikleri hamur işi aslında kahvaltılık krepti. Acıkmıştım, iştahla yemiştim. Yerken de babama okulum ve notlarımla ilgili bilgiler vermiştim.

Babam ‘’yorgunsun dur, yat biraz. Benim dışarıda yapacaklarım var.’’ Deyip, gitmişti. Annem bulaşıkları toplarken ben de odama çekilip, yatmıştım. Bir önceki geceyi trende geçirmiş olmamın da etkisiyle anında kendimden geçmiş ve derin bir uykuya dalmıştım. Uykumun derinliklerindeyken birden kendimi İvriz’de keman çalarken bulmuştum. Bulmuştum çünkü aklım fikrim İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu Müzik Semineri sınavlarındaydı…

Rüya gördüğümün farkına çok sonra varmıştım…

Share Button