GÖKTÜRK’TEN HAREKET

 

13 Kasım 2011 Pazar günü. İstanbul Göktürk’teyim. Göktürk, orman içi köylerden biriymiş. Kuzeyinde Belgrat Ormanları ve Karadeniz yer alırken, güneyinde Hasdal Ormanları yer alıyor. Daha önce Belediye olan Göktürk, sonraki yıllarda Eyüp İlçesinin bir mahallesi konumuna gelmiş. Göktürk’teki yapılaşma yatay olarak gerçekleşmiş. Dört kattan fazlasına izin verilmiyor. On bin dönüm ve daha büyük arazilerde siteler kurulmuş.

Bu siteler içerisinde yapay göller, akarsular, çağlayanlar ve golf sahaları oluşturulmuş, devasa binalar ve daireler yapılmış. Bu sitelerdeki konut fiyatları 800 000 dolardan başlıyor. Arsası küçük olan gecekonduların sahipleri ise, arsalarını kat karşılığı yüklenicilere vermişler. Biz bu tür yapılardan birinden ev almıştık. Site yapılanması olmayan dört katlı apartmandaki evimiz bizim kesemize uygun geldi.

Burada, birlikte olmaktan keyif aldığımız dostlarımız var. Bunlardan biri, yaşları bize yakın olan üst kattaki komşumuz Yakup Bey ile eşi Luiza hanım. Diğerleri de karşımızdaki Murat Güvener ile eşi Sevgi ve kızları Duru. Murat ve eşi, çocuklarımız olacak yaştalar, ancak olgunlar ve bizimle uyum içerisindeler.Geçen yaz; eşimle birlikte, Karadeniz kıyısındaki Ağaçlı Köyüne gitmiş ve Murat’a sözünü etmiştik.

RÜZGAR ENERJİ SANTRALLERİ
  O da bize Durusu ve Karaburun’dan söz etmiş ve ilk fırsatta sizleri oraya götürmek isterim demişti. Kısmet 13 Kasım 2011 Pazar günüymüş. Saat 11.00 de Göktürk’ten yola çıktık. İstanbul caddesinden sonra sırasıyla; Tayakadın Işıklar Yolu, Tayakadın İhsaniye Yolunu izlenerek Tayakadın Kavşağına ulaştık. Kavşaktan önce rüzgâr enerjisi santrallerinin dev pervaneleriyle karşılaştık. Rüzgâr tribünlerini ilk kez bu kadar yakından görüyorduk.

Geçmiş yıllarda, Bir Mega Kent olan İstanbul’un en büyük sorunlarından biri su ve suyun tüketicilere ulaştırılmasıdır. Yeterli su kaynakları sağlanmış olsa bile, elektrik kesintilerinde pompa istasyonları çalışamadığı için, tüketicilere ulaştırılamamaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Şirketlerinden biri olan İstanbul Enerji A.Ş., Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’na 1 Kasım 2007 tarihinde, rüzgar enerjisi üretimi için lisans müracaatında bulunmuş.

 Lisans alınmış, rüzgâr tribünleri kurulmuş ve 2010 yılında da santraller üretime başlamış. Böylelikle, elektrik kesintileri sonlandırılmış. Rüzgâr tribünlerinin ürettiği kesintisiz elektrik yenilenebilir enerji türüdür. Çevreyi ve doğayı korumaya yönelik bir üretim tarzıdır. Karaburun bölgesi her mevsim rüzgârlı olduğundan, elektrik kesintilerine son verecek bir uygulamadır. İstanbul’a, denizden içme suyu kazandıracak dönüşüm tesisinin de elektriğini sağlayacaktır. Rüzgâr enerjisi santralinin 30 rüzgâr tribününden oluşması planlanmış. Biz, rüzgâr tribünlerinden 10–15 tanesini görebildik.

DURUSU VE ORGANİK SABAH KAHVALTISI

Tayakadın kavşağından Karaağaç Caddesine saparak Yeniköy’e yöneliyoruz. Karaburun- Kilyos sahil bandında yer alan Yeniköy içinden geçerek, sahil bandına ulaşmak yerine, Murat’ın rehberliğinde İstiklal caddesini izleyerek Durusu’ya ulaşıyoruz. Eski adıyla Terkos, yeni adıyla Durusu ve çevresi hafta sonu gezileri için ideal bir yöre. Köyü şenlendiren Durusu ya da Terkos Gölü, yer kabuğunun şekillendiği dönemlerde, Karadeniz’de bir koymuş. 

 Bu koy günümüzde alçak bir kumsalla denizden ayrılmış, içinde yüzlerce canlının barındığı bir göle dönüşmüş. Göktürk’ten 32 kilometre uzaklıkta bulunan Karaburun, Karadeniz’in hırçın dalgalarıyla dövdüğü uzun sahilleri ile ünlü. Sahil Caddesinde yavaşça ilerliyoruz. Sağımızda hırçın dalgalarıyla Karadeniz, solumuzda ise sıralanmış onlarca villa yer almış. Yeniköy’e uzanan sahil yolu boyunca kumsala, asfalt sahil yoluna paralel lokanta, pansiyon, kamp alanı, alışveriş dükkânları, evler sıralanıyor.

Karadeniz Rivierası olarak tanımlanan kıyı bandı gelecekte Antalya’nın Konyaaltı Plajı gibi olmaya namzet ve müsait gibi görünüyor.Güvener ailesinin rehberliğinde köy içerisinde ilerliyoruz. Durusu Merkez Camii karşısındaki Terkos Çiğ Börekçisine ulaşıyoruz. Güvener ailesinin amacı, bizlere bütünüyle organik ve doğal bir köy kahvaltısı sunmak. Konuklarını memnun etmek istiyorlar.

Terkos Çiğ Börekçisi çalışanlarının ve sahiplerinin karşılama biçiminden anladığımız kadarıyla, Güvener ailesi daha önceleri de buraya sıkça gelmişler. Grubumuza özel bir ilgi ve konukseverlik gösterdiler. Hemen masalar düzenlendi, siparişler verildi ve koyu bir sohbete başlandı. Bu arada ben de sürekli fotoğraf çektim ve video kaydı yaptım.Nihayet her şey hazırlandı, masalar donatıldı. Çeşitli peynirler, organik domates ve salatalıklar, zeytinler, bal ve kaymaklar ve kızarmış ekmeklerin yanında demli çaylar.

Yumulduk masadakilere, büyük bir iştahla yemeye başladık. Bu arada kıymalı çiğ böreklerimizin yanı sıra peynirli, kıymalı ve ıspanaklı gözlemeler de soframızda yerini aldı. Ben, erken kalktığım için, evde sabah kahvaltısı etmiştim. Buna rağmen, önüme ne konulduysa büyük bir iştahla yedim. Bu muhteşem köy kahvaltısının tadı damağımızda kaldı. Güvener ailesine bir kez daha teşekkürlerimi dile getirmek isterim.

KARABURUN VE BALIKÇI BARINAĞI

Durusu’daki Terkos Çiğ Börekçisinde karnımızı doyurup, yöresel ürünlerden de satın aldıktan sonra, geri dönerek, Yeniköy üzerinden Karaburun-Kilyos sahil bandına çıkıyoruz. Karaburun’a yönelen Cadde Sahil Caddesi olarak adlandırılmış.Göktürk’ten ayrıldıktan 32 kilometre sonra ulaştığımız Karaburun, Karadeniz’in hırçın dalgalarıyla dövdüğü uzun sahilleri ile ünlüymüş.

İstanbul Büyükşehir Belediye’sinin başlattığı ‘’Karadeniz Rivierası’’ projesinin bitmesiyle birlikte Karadeniz’in Cannes’i olacaktır. Büyük otel gruplarının projelerinin devreye girmeleri ile Turizm cenneti olma özelliği pekişecektir.
Sahil Caddesinde yavaşça ilerliyoruz. Sağımızda hırçın dalgalarıyla Karadeniz, solumuzda ise sıralanmış onlarca villa yer almış. Yeniköy’e uzanan sahil yolu boyunca kumsala, asfalt sahil yoluna paralel lokanta, pansiyon, kamp alanı, alışveriş dükkânları, evler sıralanıyor.

Karadeniz Rivierası olarak tanımlanan kıyı bandı gelecekte Antalya’nın Konyaaltı Plajı gibi olmaya namzet ve müsait gibi görünüyor. Yaz aylarında iğne atsan yere düşmez deyimi burası için de geçerliymiş. Çok kalabalık olan yöre ve kilometrelerce uzanan kumsallar öksüz çocuklara dönmüş. Ortalıkta bizden başka kimse yok.
Karaburun Balıkçı Barınağına yöneliyoruz ve balıkçı kulübelerinin yanında arabalarımızı park ediyoruz.

DURUSU VE KARABURUN (29)Barınak, Karadeniz’in hırçın dalgalarını ehlileştirecek bir biçimde düzenlenmiş ve sakin bir koya dönüşmüş. Barınağın sahiline sıralanmış olan tekneler, Karadeniz insanının coşkusunu yansıtırcasına canlı ve zıt renklerle boyanmış, ahenkli bir armoni oluşturmuşlar. Hava çok rüzgârlı ve barınak dışındaki deniz çok dalgalı olduğundan, bütün tekneler barınakta  bulunuyor. Havaların düzelmesini bekliyorlar.

Balık az ve pahalı olmasına rağmen; kayınbiraderim Lütfi, Yakup Bey ve Murat balık alıyorlar. Buraları iyi tanıyan Murat’a göre; Karadeniz’in tuz oranının diğer denizlere göre düşük olması nedeniyle balıkların lezzetli olmasını sağlıyor. Bu yüzden çok tercih ediliyor. Az tuzlu ve soğuk olan Karadeniz’e göç balıklarının yumurta bırakmaya gelmesi, balık çeşitliliğinin artmasına ve bolluğa neden oluyor.

Balığın beslendiği deniz meralarının kumluk zeminlerinde başta kalkan olmak üzer; tekir, barbunya, mezgit olmak üzere yerli balık türleri yuvalanıyor. Hafta sonlarında İstanbul’dan Karaburun’a balık yemeye gelenler cuma akşamları restoranları dolduruyor. Kimisi hafta sonu kalıp balık kürüne giriyor. Karadeniz’in hırçın dalgalarına bakarak iyot kokulu havasında alkolden fazla etkilenmeden ve araç kullanma mecburiyetinde olmayacakları için istedikleri kadar yiyip, içebiliyorlar.
Birbirini kucaklayan iki dalgakıran üzerinde en uç noktalara kadar yürünebiliyor, hatta Karadeniz’e sırt veren diğer uzak kol üzerinde uç noktaya dek araçla gidebiliyor, Karaburun’u karşınıza alıp doyasıya seyredebiliyorsunuz.

KARABURUN VE DENİZ FENERİ

Bu seyir esnasında da, 1876 yılından beri denizcilere yol gösteren deniz feneri dev bir abide gibi kayalıkların üzerinden yükseliyor. Geceleri Karadeniz açıklarındaki gemilere yol gösteren deniz feneri, Karaburun’un eski kale ucunda yer alıyor. Fransızların deniz fenerini inşa ettikten sonra İngilizler de 1870 yılında tahlisiye ya da Uluslararası Can Kurtarma Teşkilatı’nı kurmuşlar.
Karaburun Deniz Feneri olarak biliniyor.

 Kıyı Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı, Rumeli Karaburun Tahlisiye İstasyonunun hizmet verdiği fener, Işık gücü bakımından dünyanın üçüncü güçlü feneriymiş. Fenerin ışık gücünü uzaklara yansıtması için kristal mercekler kullanılmış. Gündüz güneş ışığı yansımasından zarar görmesin diye de kristallerin üstü örtü ile kapatılıyormuş. Denizden yüksekliği 54, kule yüksekliği 12 metre olan Karadeniz feneri 15 mil mesafe görünüme sahipmiş.

Köyün girişinde karşılaşılan siluette önce evleri, apartmanları görüyor, hafif bir yokuşla yerleşim alanına, denize yüksekten bakarak çıkıyoruz. Karadeniz Fenerinin bulunduğu uç noktaya kadar çıkıp, Karadeniz’in panoramik görüntüsünü gördüğümüz anda nerelere gideceğimizi, nerede vakit geçireceğinizi önceden kestirmek, planlamak kolay oluyor. Dik yokuştan tekrar iniyor, camiinin bulunduğu bölgede araçları park edip, bir kahvehaneye giriyoruz.

Hava rüzgarlı ve soğuk olduğundan, grubumuzdakilerin büyük çoğunluğu ada çayı söylüyor. Ben demli tavşankanı görünümündeki çaydan içmeyi seçiyorum. Kahvehanedeki fotoğraflarımız da çekildikten sonra, dönüş yolunda Yeniköy’ü seçmeyip, Durusu’ya kadar Halil Demirel Caddesini kullanıyoruz. Sonra da Tayakadın İhsaniye Yolunu izleyerek Göktürk’e dönüyoruz.

Share Button