Çakmak Caddesi

Türkiye’nin en iyi limon ve portakal bahçelerinin bulunduğu, Toros Dağlarının alçak eteklerini üzüm bağlarının sardığı bu dört bin yıllık güneş kenti Mersin’e, annemi ziyarete geldim. Ancak, bu kez Mersin güneşli değil. Aralık ayındayız, hava kapalı ve yağmurlu. Yine de çekici bir yanı var bu güneş kentinin.

Bu gün, 9 Aralık 2011 Cuma. Dün, bütün gün yağmur yağdı, dışarı çıkamadım. Yağmurun ara vermesini bekledim. Bir önceki gün de kent mezarlığına, babamın mezarına gittim. Bu dünyadan göçeli yirmi yıl olmuş. Yıllar nasıl da çabuk geçiyor. Demek ki annem 20 yıldır yalnız yaşıyor Mersin’de.

Bu sabah yağmur ara verdi, ben de fırsatı değerlendirdim. Diyabet Hastanesinin bulunduğu sokağımızdan Çakmak Caddesine çıkarak, beni Akdeniz’e ulaştıracak Mersin Garı’na doğru yürümeye başladım. Yaklaşık olarak bir kilometre uzaklıkta bulunuyor Gar. Beş Yol’a gelince 1956–57 li yılları anımsadım. İlkokul çağında olan bizler, arkadaşlarla buluşmak için, meydanın beş ayrı yola ayrıldığı bu bölgedeki Beş Yol kahvesini referans noktası seçerdik.

Çakmak Caddesinde yürümeye devam ediyor ve 110. Caddeden sağa bakıyorum. Kuvayi Milliye Caddesi üzerinde, şehir merkezi sayılabilecek bir konumda olan Türkiye’nin 7. en yüksek oteli, Taksim Group Hotels bütün heybetiyle kendini gösteriyor. 177 metre yüksekliğe sahip olan bu otelin yapımına 1983 yılında başlanmış ve 1987 yılında hizmete girmiştir.

MERSİN GARI

Annemin evinden yaklaşık bir kilometre uzaklıkta olan Mersin Garı’na 20 dakikada ulaşıyorum. Öncelikle peronda beklemekte olan ve Mersin Adana arasında çalışan banliyö treninin fotoğraflarını çektikten sonra Gar binasının fotoğraflarını çekiyorum. O da ne?… Bir güvenlik görevlisi ne yaptığımı soruyor. Ben de fotoğraf çektiğimi söyleyince, Gar Müdüründen izin almam gerektiğini söylüyor.

Mekânın kamuya açık olduğunu ve fotoğraf çekebileceğimi söylememe rağmen, güvenlik görevlisinin ısrarı üzerine Gar müdürüne gidiyoruz. Gar Müdürü anlattıklarımı dinledikten sonra, Genel Müdürlükten gelen bir genelge doğrultusunda hareket ettiklerini ve benim fotoğraf çekebileceğimi söyleyerek özür diliyor ve olay tatlıya bağlanıyor.

Mersin Gar bölgesinden İstiklal caddesine çıkıyor ve İl Halk Kütüphanesinin yanından geçerek 118. Caddeye giriyorum. Daha önce gözümden kaçmış olmalı, İsmet İnönü Bulvarına doğru ilerlerken sol kolda Uray Caddesi üzerinde Latin İtalyan Katolik Kilisesi’nin varlığının farkına varıyorum. Havanın güzel olduğu bir başka gün kiliseyi görmek üzere, İsmet İnönü Bulvarına doğru ilerliyorum.

Bulvarı geçince Mersin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne uğrayarak tanıtım yazıları ve CD alıyorum. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkililerine teşekkür ederek ayrılıyor ve Sahil Yolu Caddesi’nden Atatürk Parkı’na giriyorum. Parkın solunda Uluslararası Mersin Limanı bulunmaktadır.

MERSİN LİMANI VE ATATÜRK PARKI

 

Vikipedi’deki verilere göre; ” Mersin Limanı gemilere her türlü hizmeti verebilecek niteliktedir. 48 tane rıhtımı bulunan limanda, büyüklüğüne göre aynı anda 60’a yakın gemide yükleme- boşaltma yapılabilmektedir. Yılda 44.000.000 toplam yük elleçlemesi yapılmaktadır. Limanda yolcu, dökme yük, konteynır, canlı hayvan, hububat taşımacılığı ve petrol gemilerine hizmet verilmektedir. Liman içerisinde yer alan iskelelere -8.5 ile -22.5 m draftlı gemiler alınabilmektedir.

Ayrıca liman Mersin şehir merkezinde olduğundan gemi personeli; PTT, otel, çamaşırhane, eczane, banyo-duş, lokanta, hastane, banka, makine onarımı, yakıt temini ve alışveriş imkânlarından kolaylıkla yararlanabilmektedir.” Limandan ayrılıyorum. İlk baktığım yer, Kongre ve Kültür Merkezi’nin havuzları. Havuzlar boş ve bakımsız. Yağan yağmurlar nedeniyle bir miktar su birikmiş, o kadar.

Parkta ilerliyorum. Mersin Uluslararası Hüseyin Gezer Heykel Sempozyumu etkinlikleri çerçevesinde üretilen taş heykellerin durumunu merak ediyorum. Heykeller Sahil Caddesinden kaldırılmış ve parkın iç kısımlarına taşınmış. Ancak; karalanmak, boyanmak ve ilan-ı aşk panosu olmaktan kurtulamamışlar.

Heykellerden biri, bir kadın heykeli özellikle dikkatimi çekti. Memeleri kırmızı boya ile boyanmış. Üzülüyorum, ancak elimden bir şey gelmiyor. Geçen gelişimde, Büyükşehir Belediyesinin yanı sıra Akdeniz Belediyesi’ne de uğramıştım. Her ikisi de topu birbirine atarak, parkın ve heykellerin sorumluluğunu almaktan kaçınmışlardı. Oysa sorumluluk Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne aitti.

Atatürk Parkı’nın çöplüğe benzemiş olmasının yanı sıra, parkta bulunan oturma bankları, kameriyeler, çöp kutuları ve çeşmeler bozulmuş. Adeta talan edilmiş. Okulda olması gereken bazı ilköğretim çağındaki çocuklar kameriyelerin üzerinde, zarar verecek bir biçimde dolaşıyorlardı. Sertçe uyarım üzerine aşağı inerek, uzaklaştılar.

AMATÖR BALIKÇILAR DERNEĞİ


Birsüre sonra Amatör Balıkçılar Derneği’ne ulaşıyorum.Atatürk Parkının güney batısında k.onuşlanan Mersin Amatör Balıkçılar derneği (MABDER) 1984 yılında kurulmuş.Mersin’de; amatör balıkçılığın sevdirilmesi, geliştirilmesi, tekne ve yatlarını bağlayacak bir marinanın sağlanması, dernek üyesi ve yakınlarının hoşça vakit geçirecek bir lokale kavuşmaları amacıyla kurulmuş.

 1984 yılından beri Çamlıbel Marinada varlığını sürdürmektedir. .Derneğe ait marinadaki bağlama yerlerinde 350 tekne barınmaktadır.Ayrıca, yemekli ve eğlenceli geziler düzenleyen küçük tur vapurlarının yanında, balık ekmek satan ve yemekli hizmet veren gemiler de yer almaktadır.Havanın kapalı ve soğuk olması nedeniyle ortalık oldukça tenha idi.

MERSİN MÜZESİ

Oturup, demli bir çay içtikten sonra İnönü Bulvarı’nı geçerek Mersin Kültür Merkezi’ne bitişik olan Mersin Müzesi’ne giriyorum.Kültür Merkezi’nin doğu cephesindedir. Arkeolojik ve etnografik eserler üç ayrı salonda teşhir edilmektedir.Taş eserlerin sergilendiği birinci salonda Roma dönemine ait mermer insan başları, heykel ve steller ile anforalar yer almaktadır. Pişmiş kilden (Terracota) yapılmış terliksi formdaki mezarlar, Pompeipolis antik kentinde bulunmuştur.

İkinci salonda Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden Yumuktepe ve Gözlükule kazılarından çıkarılan Yeni Taş, Bakır Taş ve Eski Tunç dönemlerine ait eserler sergilenmektedir.Bunlar iki kulplu kaplar, ikili, üçlü, dörtlü sepet kulplu fincan şekilli kaplar, gaga ağızlı testiler ve çeşitli boyalı kaplardır. Ayrıca Eski Tunç, Urartu, Helenestik, Roma ve Bizans dönemlerine ait çeşitli çanak, çömlek, cam ve bronz eserler, bronz, gümüş ve altın sikkeler bu salonda sergilenmektedir.

Bir başka güncede buluşmak üzere…

Share Button