Elveda İvriz Ver elini Çapa Öğretmen Okulu
10 Eylül 1961 Pazar…
İçim içime sığmıyor…Altı kişilik bir tren kompartımanda hayallerimin şehri İstanbul yolundayım. Üç yıl İstanbul’da okuma fırsatını yakaladım. Konya’dan bindiğim Meram Ekspresi ile yaklaşık 14 saat sonra İstanbul Haydarpaşa Tren Garına ulaşacağımızı söyledi kondüktör. Zaman çoktu. Pencereden bir süre dışarıyı seyrettikten sonra anı defterimi açarak ‘’Elveda İvriz Ver Elini İstanbul’’ diye yazdım.
Bu sabah Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasında bulunan ailemle vedalaşıp, Yenice İstasyonundan bindiğim Toros Ekspresi ile Ulukışla’ya ulaştıktan sonra aktarma yaparak Konya’ya ulaşmıştım. İki yıl önce parasız yatılı sınavlarını kazanan kardeşim Mustafa’nın Konya Maarif Koleji’ne kaydını yaptırmak için gelmiştim. Okul tren garı bitişiğindeydi. Yabancım değildi Konya Tren Garı.
Meram Ekspresi Konya ile İstanbul Haydarpaşa arasında hizmet vermekteydi. Trenin oldukça ucuz 6 kişilik kompartımanlı vagonu için bilet aldım. Kompartımanda karşılıklı üçer kişilik oturma yerinin yanı sıra bavullarımızı yerleştirebileceğimiz raflar da vardı.
Saat 18,00’de hareket edecek olan trene yarım saat önce binerek kalacağım kompartımanı buldum ve hareket yönümü rahat görebileceğim pencere kenarına yerleştim. Yolculuk 13-14 saat sürecekti. Fazla gelen olmasa da ayaklarımı uzatıp gece boyunca uyusam diye düşündüm. Tahta bavulumu rafa yerleştirmeden önce iki kitap aldım içinden. Heyecanımı yenmek için okumam gerekiyordu.
Kitaplardan birini okumaya başlarken tren kompartımları da dolmaya başladı birer ikişer. İşçiler, öğrenciler, yeni evliler, çocuğu kucağından taşan kadınlar ve diğerleri yolculuk yapacakları kompartımanları arıyorlardı. Yerleştiğim kompartımana ilk giren 50’li yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim biri selam vererek bavulunu rafa yerleştirdikten sonra yanıma oturdu. Toparlandım. Gülümsedi hafifçe, oturdu ve çantasından bir dergi çıkararak okumaya başladı. O günlerde pek konuşkan biri değildim. Daha doğrusu yolculuk boyunca çenesi düşen ve ahret soruları soran birisini istemiyordum yanımda.
Düdük öttü tren kalktı. Yanımdaki koltuk arkadaşım dergisindeki yazıları okumayı sürdürüyordu. Ben de pencereden dışarıya bakmaya başladım. Tren ilerliyordu. Köprülerden, tünellerden geçiyorduk. Bir sessizlik oluyordu tünellerden geçerken tren. Konuşmalar kesiliyordu. Sonra birden bir aydınlık. Ardından dağlar, vadiler düz ovalar ve yılan gibi kıvrılan demiryolu rayları…
Canımız sıkılınca koridora çıkıyorduk. Koridorda bazı yorganlı döşekli insanlarla sırtlarında çocukları kadınlar, oturacak boş yer arıyorlardı.
Pencereden dışarısını seyrederken birden eski günlere gidiverdim. 25 Ağustos Cuma gününe, İvriz yerleşkesine sanal yolculuk yaptım. Geçmişe yolculuk yapmayı seviyordum.
O gün öğleden önce Müzik Öğretmenim İmdat Halvaşi ’nin keman ve piyanodaki son kontrolleri ile Çapa Müzik semineri çalışmalarımı sonlandırmıştık.
İmdat Öğretmenimin yüzü gülüyordu. Keman tutuşum ve yay çekişimi çok beğenmişti. Yararlı olmanın yanı sıra sınavı kazanacağıma olan inancı emeklerinin boşa gitmediği algısı yaratmıştı.
Mutluluğunu benimle paylaştıktan sonra ‘’keman tutuşun ve yay çekmen konusunda söylediklerimi aklından çıkarma Akıncı. Sınavı kesinlikle kazanacaksın.’’ Ardından da ‘’Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?’’ Demişti.
‘’Tarsus’a, ailemin yanına gideceğim. Bir hafta on gün yanlarında kalarak hasret gidermek istiyorum. Ayrıca, yüklenme senedi yaptırmam gerekiyor Öğretmenim.’’ Demiştim.
Leyli Meccani olarak adlandırılan devlet parasız yatılı okullarında okuyacağımız yıl kadar borçlanıyorduk devlete. Her bir yıl için bir buçuk katı devlete hizmet yükümlülüğü üstleniyorduk. Devlet hizmeti yapmadığımız takdirde de nakit ödeme gerekiyordu.
İmdat Öğretmenime teşekkür edip, ellerini öptükten sonra Müzik Evinin anahtarlarını teslim etmiş, yatakhaneye giderek eşyalarımı tahta bavuluma yerleştirmiştim. İdareye giderek okulla ilişiğini kesmiş, nöbetçi müdür yardımcısı ve öğretmenlerle helalleşip, ellerini öptükten sonra okulda kalmış arkadaşlarımla da vedalaşarak, Ereğli’ye gidecek servis arabasını beklemeye başlamıştım.
Sanal yolculuğunda İvriz Öğretmen Okulu’ndaki üç yıllık öğrencilik dönemi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başlamıştı ki çok uzaklardan geldiğini sandığım bir sesle irkildim. Kompartıman kapısını açmış olan lâcivert giysileri içindeki kondüktör “…inecek olan yolcular hazır olsunlar” diye uyarıda bulunuyordu. Tren dunca bazı yolcular indiler, bazı yeni yolcular da bindiler.
İnsanlar vedalaşıyorlardı birbirleriyle. Tren harekete geçerken eller durmadan sallanıyordu. Sonra uzun süren bir sessizlik… Ardından orada bulunan biri sorardı…Hemşerim yolculuk nereye? Usulca bir muhabbet başlardı. Bazı yolcularsa uzun süre konuşmaz, derin düşünceler içinde raflardaki eşyalara boş boş bakarlardı.
Bana gülümseyerek bakan ve adının Bekir olduğunu söyleyen yanımdaki yol arkadaşımın sormasına fırsat bırakmadan adımı, öğrenci olduğumu ve İstanbul’daki Müzik Semineri seçme sınavları için gittiğimi anlattım. Biraz da İvriz ve Köy Enstitülerinden söz ettim. Başarılar dileyip, Sen de okumayı seviyorsun dedikten sonra çantasından çıkardığı bir kitabı okumaya başladı.
Yine okumaya başlamıştım. Raylara tutunarak giden trenin tekerleklerinin rayların ek yerlerinden geçerken oluşturdukları sesler ninni gibi gelmiş ve kendimi tekrar İvriz Öğretmen Okulunda bulmuştum.
Saat 15,00’deki servis arabasıyla Ereğli’ye inmiştim. İstasyonda bir süre bekledikten sonra, saat 16,00’da Konya’dan gelen trenle önce Ulukışla’ya sonra da Niğde’den gelip Adana’ya giden Toros Ekspresine bindim. Saat 18,00’de ulaştığım Tarsus Yenice İstasyonu’da aktarma yapmak için trenden indim. Yaklaşık 10 dakika sonra Adana’dan gelen trenle de 20 dakikada Tarsus’a ulaştım.
Cleopatra Kapısı civarında Karabucak Okaliptüs Ormanı İşletme Şefliğinin servis arabaları bulunurdu. Son servis arabasına yetişmeliydim. Servis sürücüsü Mahmut Ağabeye rastlarsam beni Turan Emeksiz ağaçlama sahasına ulaştırmanın bir yolunu bulurdu. Öyle de oldu. Saat 21,00 sularında ailemin yanındaydım.
Anamla babamın ellerini öptükten sonra kardeşim Mustafa ile kucaklaştık. Karnımın aç olabileceğini düşünen anam çabucak sütlü bir çorba hazırladı. Karabuğday ekmeğinin yanı sıra domates, biber ve salatalık koymuştu masaya. Yemekten sonra kısaca İstanbul Çapa Öğretmen Okulu sınavlarını anlattım. Üç yıl İstanbul’da okuma şansını yakaladığımı söyledim. Mutlu oldular.
Mustafa Eylül’ün üçüne kadar çalışacağını ve ücretini alıp, bir süre dinleneceğini söyledi. Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasındaki mevsimlik işçiliği anlatırken Elbistan Alevi Kürt köylerini, Elbistan Hasanköy’de toprağa verdiğimiz kardeşimiz Şaban’ı anımsayıp, hüzünlendik. Eski günleri yad ederken gece yarısı olmuştu. Uzun bir Cuma günü olmuştu.
Cumartesi günü uyandığımda anamla babam çoktan kalkmışlardı. Anam ineği sağmış, kahvaltı için süt kaynatmıştı. Kahvaltı sofrasında domates, biber, salatalık yanında bal da vardı. Babam benim gelişim şerefine kovanların birinden bir parça bal almıştı kahvaltılık için.
Oldum olası doğa ile barışık olan babam cennete çevirmiş konakladığı yeri. Biçtiği sazlarla şiddetli rüzgarların olumsuz etkilerini yok edip, adeta bir çiçek parkı oluşturmuş ev ile çardak arasında. Ayrıca kavun, karpuz, domates, biber ve salatalık ekmiş. Geçen yıllarda aldığı inek buzağılamış. Bir de danamız olmuş.
Mustafa bugün işe gitmedi. Derviş çavuştan izin almış Ağabeyim geldi diye. Etrafı dolaşıyoruz. ‘’Bak birader, babam arıcılığa da başladı.’’ Diyerek birkaç tane arı kovanı gösterdi. Ardından Berdan Nehri’nin kollarından biri olan nehir üzerindeki köprüden geçerek Tarsus Plajına geçiyoruz. Sosyal tesisleri olmayan bir plaj burası. Kıyıda bir süre dolaştıktan sonra eve dönüyoruz.
Uzun bir düdük ve kondüktörün “…inecek olan yolcular hazır olsunlar” sözleriyle kendime geliyorum. Pencereden dışarı bakıyorum, güneş batmış, yaklaşmakta olduğumuz istasyon ışıkları görünüyor. Bir süre sonra tren ışıkları görülen istasyonda durdu. Bir yolcu tahta bavuluyla istasyon binasının yanından geçerek daracık bir patika içinde yitip gitti. Harekete geçince yerimden kalkarak tuvalete gidiyorum. Koridorda yaklaşık 10 dakika dolaştıktan sonra yerime dönüyor ve kaldığım yerden kitabımı okumayı sürdürüyorum.
Okumakta olduğum kitap Charles Dickens’in eserleri içinde ilk akla gelen romanı Oliver Twist. Romanda yoksul insanların hayatının derinliklerine iniliyor. Kaygılar, korkular, kazanımlar, kaybedilenlerden sonra kazanılan başarılar ve mücadele gücü ortaya konuluyordu. Roman kahramanı Oliver’i biraz kendimle özleştirmiştim.
Kitaba ara verip bu kez 28 Ağustos Pazartesi gününe Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasına geri dönüyorum. Mersin’e gitmiştim. Hem Kurtuldu Ailesini görmek hem de yüklenme senedini çözmek istemiştim.
Nene dediğim Anneannem çok seviniyor beni görünce. Kucaklaşıyoruz. Ellerinden öpüyorum. Kerim dayımla Ayşe Yengem işte, Yusuf dayımla Kerime yengem evdelerdi. Her zaman olduğu gibi Yusuf dayım coşku ile karşıladı. Kardeşim ve benimle gurur duyduğunu hissediyordum. Okumakta olduğumuz için ikimize de ayrı bir özen gösteriyordu. Ailede ilk okullu olan çocuklardık.
Hoşbeşten sonra ‘’anlat bakalım Mehmet. Yaz tatilinde okuldaydın, neler yaptın?’’. İstanbul’da üç yıl okuma fırsatı yakaladığımı anlattım. Üç yıl İstanbul’da okuyacak olmam Yusuf dayımı heyecanlandırmıştı. Gözlerinin içi gülüyordu. Yüklenme senedini istediklerini söyledim. Çözeriz yeğenim dedi. Öyle de oldu. Salı günü de kefilim olarak noterde yüklenme senedi düzenlendi.
29 Ağustos Salı günü ailemin yanına dönerken Karabucak ’ta Salihlerin evlerine uğradım. Annesi evdeydi. Uğradığıma sevindi. Salih biraz sonra gelir dedi. Oturdum, ikram ettiği bir tas ayranı içtim. Sohbetin orta yerinde Salih geldi. Hasretle kucaklaştık can arkadaşımla. Eski günlerden söz ettik. Birlikte Tarsus’a sinemaya gitmek için sözleştik.
4 Eylül Pazartesi günü Mustafa ile Karabucak İşletme şefliğine gittik. Pazar günü mevsimlik işçilik dönemi sona ermişti. 15 gün sonra okulu başlayacaktı. Üçüncü sınıf olmuştu. Muhasebeden bir aylık ücretini Aldı. Salih ile buluşup Tarsus’a indik. Cleopatra Kapısı civarı gezildikten sonra Tarsus Şelalesine uğradık. Ardından da istasyon civarında dolaşıp, Karabucak’a geri döndük.
Mustafa’nın kullandığı bisikletin arka sepetliğinde Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasına doğru giderken esen meltem rüzgarlarının etkisiyle gözlerim kapandı. ‘’Hoşça kalın delikanlı, başarılar dilerim. Ben burada iniyorum.’’ Sesleriyle uyandığımda ‘’Neredeyim acaba, Mustafa nereye gitti?’’ Diye etrafıma bakınırken İstanbul’a gitmekte olan kara trende olduğumu fark ettim. İzmit’e gelmiş, gün ağarmaya başlamıştı…