İvriz İlköğretmen Okulu’nda bir Cumartesi akşamı
6 Kasım 1959 Cuma, İvriz İlköğretmen Okulu…
Saat 16;00’da dersler bitmiş, hafta tatiline girilmişti. Bu akşam etüt yoktu, başka etkinliklerimiz vardı okulda. İvriz Köy Enstitüsü’nde eğitim çalışmalarına ve sosyal etkinliklere büyük önem verilirdi. Başta özgüvenimiz olmak üzere, bizlere kazandırdığı pek çok yeteneklerimizin yanı sıra, gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta da, İvriz’de gerçekleştirilen sosyal ve sanat etkinlikleriydi. Başta müzik ve resim olmak üzere, yazarlığa hazırlık, senaristlik, küçük hikâye yazarlığı, tiyatro ve folklor çalışmaları üzerinde önemle durulurdu.
Müzikhane nöbetçisiydim. Defter ve kitaplarımı sınıfımızdaki dolabıma yerleştirdikten sonra Müzikhane nin yolunu tutmuştum. Yemekhanenin yanından geçerken tatlı ve hummalı bir çalışma yapıldığını gözlemiştim. Zamanım vardı, uğradım. Yemekhanenin yemekten sonra sinema salonuna dönüştürüleceğini öğrendim. İçimi tatlı bir sevinç kaplamıştı. Demek ki bu akşam güzel bir film izleyecektik.
İvriz’deki öğrencilerin yüzde doksanı uzak köylerden geldikleri ve yatılı olduklarından ötürü hafta sonu tatillerinde evlerine gitmezler, gidemezlerdi. Bu nedenle de Cumartesi günleri akşam yemeğinden sonra yemekhanemiz bir tiyatro ve konser salonuna dönüştürülürdü. Düzenlenen hafta sonu eğlenceleri önemliydi. Bu eğlencelerde çeşitli yazarların tiyatro eserleri ya da İvrizli öğrencilerin yazdıkları oyunlar sergilenirdi. Bazen şiir ve şarkı yarışmaları düzenlenir, arkasından folklor gösterileri olurdu. Bazı hafta sonlarında seçme Türk filmlerinin yanı sıra yabancı filmler de getirilirdi.
Etütlerde ödevler ve sonraki günün ön hazırlıkları yapılmış olduğundan, boş kalan zamanların da iyi değerlendirilmesi gerekiyordu. Bütün Dünya Klasiklerinin bulunduğu kütüphaneye yönlendirerek haftada en az bir kitap okunmasını ve özetinin çıkarılmasını sağlamışlardı. Böylece Bilginin Güç olduğunun farkına varmıştık. Bu konuda da öğretmenlerimiz çok iyi rehberlik yapmışlardı. Yapmışlardı ki bazılarımız müzik dalında, bazılarımız resim dalında, bazılarımız edebiyat ve spor dalında, bazılarımız da tiyatro ve sinema dalında yetkin hale gelmiştik.
Nitekim Mehmet Aydın ünlü bir senarist olarak karşımıza çıkacaktı yıllar sonra. İlk senaryosu “Kanlı Buğday”dı. Daha sonra “Eşkıya Celladı”, ardından da, birçok ödül kazanan “Umut”…Yazılacaktı. 1967′ den itibaren senaryo yazarı, 1987′ den itibaren de yönetmenlik yapacak olan Mehmet Aydın’ın, aralarında “Eşkıya Celladı”, “Pir Sultan Abdal”, “Çile”, “Yalan” ve “Küçüğüm”ün de bulunduğu 60′ a yakın senaryoda imzası olacaktı…
Yemekhanedeki yoğun ve keyifli çalışmayı geride bırakarak Müzikhaneye gittim. Keman ve piyano çalışmak isteyen arkadaşlarımız beni bekliyorlardı. Bütün Köy Enstitülerinde olduğu gibi İvriz’de de yeterli keman ve mandolin vardı. Piyano tekti, zaten meraklısı da fazla değildi. Herkes piyano ve keman çalmak zorunda değildi, ancak mandolin çalmak zorunluydu. Zorunluydu çünkü müzik evrensel bir dildi. Mustafa Kemal Atatürk 1925 yılında, İzmir’de Selim Sırrı Tarcan’ın düzenlediği, Tarcan Zeybeğini izlediğinde, “Cumhuriyetin temeli kültüre dayanacaktır.” Demiş, “müziksiz devrim’’ olamayacağını söylemişti.
Keman, piyano ve mandolin sesleri arasında zamanın akışı hızlanmış ve yemek zili çalmıştı. Müzik aletlerini aldığımız yerlerine koyduktan sonra yemekhaneye gitmiştik. Yemekhanenin girişi ve içerisi oynatılacak filmin afişleriyle donatılmıştı. Yakından baktığımızda oynatılacak olan filmin, o günlerde çok popüler olan ünlü Hint filmi, Raj Kapoor’un ‘’Avare’’ filmi olduğunu görmüştük. Bir an önce yemeklerimizi yemek ve filmi izleyebilmek için masalarda yerimizi aldık. Yemek sonrasında salonun hızla hazırlanabilmesi için yemekhane nöbetçilerine de yardım edip, sinema salonuna dönüştürmüştük. Öyle anımsıyorum…
İvriz’de düzenlenen sinema etkinliklerine önemsiz sayılabilecek bir bilet ücreti ödeyerek girerdik. Film başlamadan önce de İvriz’in Sinema Kolundaki arkadaşlardan biri de oynatılacak film hakkında özet bilgiler verirlerdi. Öncelikle, neden getirdikleri filmi seçtiklerini anlatırlardı. Bu kez de öyle olmuştu. Neden Raj Kapoor’un filmini getirdiklerini anlatmışlardı.
Sinema soluna dönüştürülen salonun sahnesine çıkan Sinema Kolundaki arkadaşımız sessizliğin sağlandığını gördükten sonra mikrofonu eline alarak ‘’İyi ve keyifli bir akşam dilerim arkadaşlar. Neden Avare filmini seçtiğimiz konusunda kısa bir bilgi sunmak istiyorum.’’ Demiş ve devam etmişti.
Anadolu’da hepimizin bildiği olumsuz deyimlerden biri ‘’Fukara bir babanın çocuklarına bırakacağı miras fukaralıktır.’’ Diğer deyimlerden bazıları ise ‘’Suçlu birinin çocuğunun yine suça itileceği’’, ‘’Hırsız bir babanın çocuğu da büyük bir ihtimalle hırsız olacağı’’ ön yargıları toplumumuzca kabul edilmiş ve ettirilmeye çalışılmıştır. Bu ön yargıların yanlış olduğunun en büyük kanıtı Köy Enstitülerinde ve ardılları olan İlköğretmen Okullarında okuyan bizleriz. Sizlerin babalarınızda olduğu gibi benim babam da bu tür ön yargılara inanmadı. İyi bir eğitimle fukaralığın yenileceğine inandı ve beni buraya gönderdi.
Bütün insanlık tarihi boyunca, bazılarınca, insanlar arasında hiyerarşiler yaratıldı. Başta Hammurabi Kanunlarında olduğu gibi Amerika’nın Bağımsızlık Bildirgesi’nde de hiyerarşi vardı. Köleler ve siyahiler yüzlerce yıl toplumun pisliği olarak görüldü. Dini ve bilimsel mitler bu ayrımları haklı göstermek için çalıştılar. İlahiyatçılara göre, Afrikalıların Nuh’un oğullarından bir olan Ham soyundan geldiklerini ve babaları Nuh’un Ham soyunu köle olarak lanetlediklerini ileri sürmüşlerdi. Nitekim ülkemizde de fukaralar, marabalar, yarıcılar değersizleştirilmiştir.
Bu akşam sizlere gösterilecek olan ‘’Avare’’ filminde de bu konu işlenmekte ve olumsuz algının doğru olmadığı eğlenceli bir biçimde seyircilerine aktarılmaktadır.
Filmin hem yönetmeni hem de oyuncusu olan Raj Kapoor, sevimli ve şaşkın bir hırsız olarak karşımıza çıkıyor bu siyah beyaz filmde… Bir suçlunun çocuğunun yine suça itileceği ön yargısını taşıyan dönemin hâkimi Raghunath, masum bir adamı mahkûm etmekten çekinmemişti. Ne var ki eşiyle arası bozulup çocukluğundan beri görmediği kendi öz oğlu Raj çulsuz bir hırsız ve katil olarak karşısına dikilecektir bu filmde.
Tiyatro Kolundaki arkadaşımızın açıklamalarından sonra başlayan Avare filmi dansları, komik sahneleri, mantıksız sekansları ve bazen de gerçekten insani bölümleri ile, kelimenin tam anlamında bir nostalji fırtınası estirmiş ve hepimizi hem güldürmüş hem de gözyaşlarına boğmuştu.
Raj’ın filmdeki babası Hâkim Raghunath yıllar önce karısının kendisini aldattığı şüphesi üzerine karısını sokağa atmıştır. Çocukken Raj‘ın okuldaki en yakın arkadaşı Rita’ dır. Rita’nın anne-babası öldükten sonra vesayetine alan bölge hâkimi Raghunath iki çocuğu birbirinden koparır. Ayrıldıkları halde Raj Rita’yı aklından çıkartamamıştır. Raj hayatını devam ettirebilmek için sokaklarda küçük suçlar işler ve baba figürü olarak da bir suçluyu, Jagga’yı bulur. Hayata tutunmasını sağlayan kendisini mutlu eden tek şey ise çocuklu arkadaşı Rita’nın anısıdır. Her nasılsa yolları tekrar bir biçimde kesişir. Çocukluktan artakalan arkadaşça duygular yerini tutkulu bir aşka bırakır. Rita’yı mutlu etmek için babasının çok kıymetli bir kolyesini de çalar.
Raj yıllar sonra annesinin evden uzaklaşmasından sorumlu olan adamın Jagga olduğunun farkına varır. Bir öfke nöbetinde Jagga’yı öldürür. Annesini sokaklara atan Hâkim babasını da öldürmeyi dener ama başarısız olur. Bu olaylar sonrasında Raj babasının mahkemesine getirilir. Aralarında büyük bir aşk doğmuş olan çocukluk arkadaşı Rita da avukatlığını üstlenir. Filmin finalinde Raj suçlu bulunarak hapse gönderilir. Rita onu bekleyeceğine söz verir.
Sonuç olarak herkes kendini mahkemede bulduğunda Hâkim Raghunath öz oğlunu keşfetmiş ve kendi inançlarını sorgulamak zorunda kalmıştır. Hırsızın oğlu değil, bir güçlü ve varlıklı hâkimin oğlu hırsız ve katil olmuştur.