Tarsus Karabucak’ta mevsimlik işçilik dönemi sonu

17 Eylül 1960 Cumartesi, Tarsus… 

Yaklaşık üç buçuk ay çalıştığımız Karabucak Okaliptüs Ormanındaki mevsimlik işçi dönemimizi dün sonlandırdık. Sonlandırdık çünkü 19 Eylül 1960 Pazartesi günü yeni Eğitim ve Öğretim Yılı başlamaktaydı. Benim İvriz İlköğretmen Okulu’nda kardeşim Mustafa’nın da Konya Maarif Koleji’nde bulunma zorunluluğu vardı.

Tarsus Karabucak Ormanı girişi

Karabucak Ormanında çalıştığımız üç buçuk aylık sürede hem kardeşim hem de ben yaklaşık 400’er lira kazanmıştık. Ailemizin bütçesine kazandırdığımız bu paralar yıl içerisinde bize okul harçlığı olarak geri dönecekti.

Babam tren biletlerimizi almış, okuldaki yarıyıl için de her birimize 100’er lira da harçlık vermişti. Yetmez ise 100’er lira daha gönderirim demeyi de unutmamıştı.

Bu akşam saat 21,00’de Tarsus’tan kalkacak trenle ben Pazar günü öğleden sonra Ereğli’de olurken kardeşim de akşam üzeri Konya’da olacaktı. Okullarımıza dönüş programı netleştikten sonra, başta Salih olmak üzere, fidanlıkta birlikte çalıştığımız arkadaşlarla vedalaşmaya ve geçmiş günlerin değerlendirmesini yapmaya gelmişti.

Yaklaşık iki ay öncesine, Tarsus ile ilk gönül bağımı kurmama neden olan yazlık sinemaya gittim birden. 16 Temmuz Cumartesi günü Tarsus açık hava sinemasında Ben Hur filmini izledikten sonra, fırsat buldukça açık hava sinemalarında ilginç bulduğumuz filmleri izlemeyi sürdürmüştük arkadaşımız Salih’le.

Ben Hur filmindeki atlı savaş arabaları yarışmaları uzun süre aklımdan çıkmamıştı. İki tekerlekli atlı savaş arabalarını ilk kez Tarih Öğretmenimiz Hüseyin Seçmen Kadeş Savaşı’nı anlatırken gündemime girmişti.

Hüseyin Seçmen, Mısırlılarla Hititler arasındaki bu savaşı anlatırken, Mısır Firavunlarından ve ünlü Mısır Kraliçesi Cleopatra’dan da söz etmişti. Cleopatra’dan söz edilince de Marcus Antonius-Cleopatra aşkı gündeme gelmişti. Tarsus’taki Cleopatra kapısı bu aşkın canlı kanıtlarından biriydi. Tarsus Halk Kütüphanesi’nde bu konuyu araştırmalıydım.

Ücretlerimizi aldığımız tatil günlerinde bisikletle Tarsus’a inerek, başta Cleopatra Kapısı olmak üzere, Tarsus’u yakından tanımaya çalıştım.

Antik çağda  Çukurova ile birlikte  Mersin’den Alanya’ya kadar  uzanan  kıyıları  ve yaslandıkları Toros Dağlarının güney yamaçlarını içine alan bölge Kilikya olarak adlandırılmıştı. Roma hakimiyeti döneminde Tarsus Kilikya eyaletinin başkenti olmuştu. Roma İmparatoru Sezar’ın M.Ö 44 yılında ölmesinin ardından onun yerini alan üç kişiden biri olan Marcus Antonius ’un Tarsus’a gelmesiyle, Tarsus’un gelişmesinin önü açılmıştı.

Hüseyin Seçmen’in Tarih derslerini seviyorduk. Hüseyin Seçmen  Marcus Antonius-Cleopatra aşkı ile tarih dersini tatlandırmıştı.  İlgimizi ve bilgimizi arttırıyordu. Nitekim derslerinden sonra okul kütüphanesinde Mısır Firavunlarıyla Roma yöneticileri arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışmıştım.

Antik Mısır yönetimi ile Roma arasındaki ilişkilerin çözümlenmesi için Marcus Antonius tarafından Cleopatra Tarsus’a davet edilmişti.  İskenderiye’den kalkan Firavunluk gemileriyle Akdeniz’i geçen Cleopatra ve maiyeti bir liman kenti olan Tarsus’a büyük bir törenle girmişti.

O dönemde Karabucak bataklığının bulunduğu Regma Gölü, gemilerin rahatlıkla geçebileceği bir kanalla Akdeniz’e bağlı olduğundan Tarsus bir liman kentiydi. Cleopatra’nın bu ziyaretiyle Tarsus, Dünyanın kalbinin attığı en önemli merkez durumuna gelmişti.  Cleopatra Tarsus’a deniz kapısı olarak bilinen Regma gölünü kullandığından, Deniz Kapısı Cleopatra kapısı olarak anılır olmuştu.

Tarsus Cleoptra Kapısı

Mevsimlik işçi olarak çalıştığım Karabucak Okaliptüs Ormanının yaklaşık 6 km kuzeyinde Antonius-Cleopatra aşkının yattığı bir tarih yatıyordu. Üstelik bu aşkın kalıntısı olan Cleopatra kapısı da vardı Tarsus’un girişinde.  Bu antik kenti tanımalıydım, tanımak için de fırsat buldukça barındırdığı tarihi anıtları ve kalıntılarını görmeliydim. Öyle de yapmıştım.

İyi ki yapmıştım… Tarihi anıtlardan Cleopatra Kapısının yanı sıra Aziz Pavlus Kilisesi ve Kuyusu ’nu da öğrenme fırsatını yakalamıştım. Vaftizci Yahya olarak da bilinen Aziz Paulus Tarsus doğumlu olup, Hz. İsa’nın ilk havarilerinden ve İncil’in yazarlarından biri olarak karşıma çıkmıştı.  İnanç Turizmi açısından Tarsus’u önemli kılan Aziz Paulus (Pavlus) olurken, tarih turizmi açısından da Cleopatra Kapısı olmaktaydı.

Diğer taraftan, Yedi Uyurlar ve Ashab-ı Kehf turizm açısından öne çıkan mekânlardan bir başkasıydı. Tarsus ilçesinin kuzey-batısında,14 km. uzaklıkta yer alan Ashab-ı Kehf mağarası, Hristiyan ve Müslümanlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul edilmekteydi. 

Karabucak Okaliptüs Ormanında mevsimlik işçi olarak çalıştığım üç buçuk aylık dönemde Antik Tarsus’u bir ölçüde tanımanın dışında eski Regma Gölünü Akdeniz’e bağlayan Berdan Nehri kıyısındaki yerleşimleri de tanımaya çalışmıştım. Yaklaşık 7 km güneyinde Özel-bahşiş Köyü ile 11 km güneyinde Kulak Köyü bulunmaktaydı. Kulak Köyünden yaklaşık 600 metre güneydeki Berdan Nehri’nin kollarından biri üzerinden geçilerek Tarsus Plajına ulaşılmaktaydı.

Özel-Bahşiş sakinlerinin büyük bölümünü Balkan Göçmenleri oluşturmaktaydı. Avlular içine aldıkları evleri en azından renkli toprak boya ile boyanmışlardı. Bahçelerini ağaçlandırmışlardı. Evleri, az da olsa, insanca yaşama uygundu. Öyleydi çünkü Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu arkadaşlarımın bazılarının aileleri buraya yerleşmişlerdi. Evlerine davet edilmişliğim vardı. Oysa yerli halkın oluşturduğu Kulak Köyü Osmanlının kulluk döneminde olduğu gibi hala her şeyi devletten beklemekteydiler. Genellikle evleri bakımsız ve çevreleri de kupkuruydu. Yeşillikten yoksundular. Balık vermişler ama balık tutmasını öğretmemişler, onlar da öğrenmek istememişlerdi.

Karabucak Okaliptüs Ormanı’nda çalışan mevsimlik işçiler içinde kardeşimle benden başka öğrenimine devam eden yoktu. İlkokuldan sonra eğitim ve öğretim bırakılmış ya da bırakılmak zorunda kalmıştı. Parasız yatılı okullar olan Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okulları olmasaydı kardeşimle ben de okulları bırakmak zorunda kalabilirdik belki de…

Okullu olmamıza rağmen kardeşimle ben diğerleri gibi, bekli de onlardan daha iyi, üzerimize düşeni yapmıştık çalıştığımız süre içinde. İvriz İlköğretmen Okulu birçok becerinin yanı sıra disiplin konusunda da bizleri yetiştirmişti. Mevsimlik işçiler arasında göz doldurmuş ve saygınlık kazanmıştık. Gerek orman mühendisleri Yaşar ve Muzaffer Bey katında gerekse ulaşımdan sorumlu Adem usta ve şoför Mahmut katında itibarımız olmuştu.

Tahta bavullarımızı hazırlamadan önce, başta Muzaffer ve Yaşar Beyler olmak üzere muhasebedeki İsmet beyle görüşüp kendilerine teşekkür ettikten sonra akşam saat 21;00’de Tarsus’tan kalkacak olan trenle okullarımıza gideceğimizi bildirmiştik. Sonra da Adem Usta ile Şoför Mahmut’a uğramıştık. Mahmut Ağabey ben siz akşam istasyona götürür uğurlarım demişti. Arkadaşımız, can dostumuz Salih’le de görüştükten sonra eve dönerek bavullarımız hazırlamıştık.

Akşam yemeğinden sonra Salih’le Şoför Mahmut Ağabey gelip, ‘’Hazır mısınız?’’ Demişti. Annemin elini öpmüştük. Tam babamın elini öpecektik ki ‘’İstasyona ben de sizinle geliyorum.’’ Demişti. Hep birlikte Tarsus Tren İstasyonuna gelmiş, tam saatinde kalkan trenle Tarsus’tan ayrılmıştık…

Share Button