Paris Tuileries Bahçeleri
16. yüzyılda Louvre Saraylarının bir eklentisi durumunda olan Tuileries Bahçeleri Kraliçe Catherine Medici’ nin Paris’e hediyesidir. Eskiden kiremit üretim birimlerinin bulunduğu bu yer daha sonra Kraliçe Catherine ve peyzaj mimarları tarafından saray bahçelerine dönüştürülmüş.
Fransızca’ da Tuile, kiremit ve Tuileries, kiremitçiler olunca, Jurden Des Tuileries, Kiremitçiler Parkı ya da bahçeleri olarak Türkçe’ ye çevrilmelidir.
Louvre Müzesi ile Place de la Concorde arasında yer alan, 1000 metre uzunluğunda ve 300 metre genişliğinde tasarlanmış. Bu bahçelerin ruhunu kavrayabilmek için Louvre Müzesi ile Tuileries Sarayı ve bahçesinin yaratıcısı olan Fransa Kraliçesi Catherine Medici’yi tanımamız gerekiyor.
Kraliçe Catherine de Medici Fransa kral naibi ve Ana Kraliçedir. 12. yüzyılda başlayan müthiş bir aile hikâyesinin son noktası olan bu kadın, aynı zamanda Rönesans döneminin karanlık arka cephesini de kişiselleştirenler den biridir.
Catherine de Medici, İtalya’daki en ünlü Medici ailesinin bir ferdi olarak, 1519 yılında Floransa’da dünyaya geldi. Doğumundan kısa bir süre sonra annesi ölen Catherina’nın Amcası, Medici ailesinden biri olan Papa VII. Clemens idi. Bu nedenle, annesinin ölümünden sonra, Floransa ve Roma’daki rahibelerce büyütüldü ve eğitildi.
Catherine henüz 14 yaşında iken, 1533 yılında, amcası tarafından Orleans Dükü Henry ile evlendirildi. Kocası Henry, babası I. Francis’in ölümü üzerine, 1547 yılında II. Henry adıyla Fransa Kralı oldu. Catherine Medici de Fransa Kraliçesi unvanını elde etti.
Henry’den 10 çocuk doğuran Catherine, 1559 yılında bir turnuvada kocasının ölmesi üzerine, Fransa’nın yönetimini kral naibi olarak ele geçirmiştir. Önce büyük oğlu Francis, O’nun erken ölümünden sonra da 1560 yılında 10 yaşındaki oğlu IX. Charles Fransa tahtına çıkmıştır. Fransa’nın en karışık döneminde kral naibi olarak iktidarı ele geçirmiştir. Ölünceye kadar da Fransa’nın yönetiminde etkili olmuştur.
25 Ekim 2014 Cumartesi, Paris…
Dünyanın en güzel keyif bulvarlarından biri olan Şanzelize’nin kuzeybatı ucunda bulunan Özgürlük Anıtı’nda başlayan gezimizde, saat 18,30’da Concorde Meydanında ara vermiştik. 10 dakika dinlendikten sonra, zamanındaki Louvre Saraylarının bir eklentisi durumunda olan Tuileries bahçelerine girmek ve diğer ucundaki saraya ulaşmak istiyoruz.
Tuileries bahçelerine girmeden önce sizlere Catherine Medici’ nin Paris’e hediyesi olan bu muhteşem bahçelerin tarihçesinden söz etmek istiyorum. Eskiden kiremit üretim birimlerinin bulunduğu bu yer daha sonra Kraliçe Catherine ve peyzaj mimarları tarafından saray bahçelerine dönüştürülmüş. Fransızca’da Tuile, kiremit ve Tuileries, kiremitçiler olunca, Jurden Des Tuileries, Kiremitçiler Parkı ya da bahçeleri olarak adlandırma yapmamız gerekiyor.
Concorde Meydanından Tuileries bahçelerine giriş yapıyoruz eşimle. Şehrin ortasında karşılaştığımız bu devasa boyutlardaki bahçe ve çevresindekiler insanda hayranlık duygusu uyandırıyor. Ama yine de İstanbul’daki Emirgan Korusu’nun yerini tutmuyor. Ana girişin sağında bulunan Orangarie ve solunda bulunan Jeu de Paume müzelerini gezebilseydim başlı başına birer yazı konusu olacaktı.
Jardin des Tuileries olarak bilinen bu bahçelerde biraz ilerlediğimizde iki büyük havuzdan biri ile, havuzlardaki kuşları ve yürüyüş yollarını süsleyen bahçenin erotik heykelleriyle karşılaştık. İlginç ve ilgi çekici heykellerdi. Karşımıza çıkan ilk büyük havuzun çevresindeki yeşil sandalyelere oturup manzarayı seyreden, kitap okuyan, dinlenen, sohbet eden insanları görünce biz de aynı şeyi yaptık. Paris’in en büyük yeşil alanlarından birini oluşturan Tuileries Bahçeleri’ ni Louvre Sarayı’nın bir eklentisi gibi düşünebilirsiniz. İstanbul’daki Gülhane Parkı’nın Topkapı Sarayı’nın bir uzantısı olduğu gibi…
Louvre Müzesi ile Place de la Concorde arasında yer alan, 1000 metre uzunluğunda ve 300 metre genişliğinde tasarlanmış. Bu bahçelerin ruhunu kavrayabilmek için Louvre Müzesi ile Tuileries Sarayı ve bahçesinin yaratıcısı olan Fransa Kraliçesi Catherine Medici’yi tanımamız gerekiyor. Michel Zevaco’nun Pardayanlar dizisini izleyenler ya da Alexandre Duma’nın Kraliçe Margot’unu okuyanlar, 1562-1598 yılları arasında gerçekleşen din savaşlarına ve Fransa tarihinin bu kanlı dönemi konusunda biraz bilgilenmişlerdir.
Bu romanlardaki en karanlık figür, Fransa kral naibi ve ana kraliçe Catherine de Medici’ dir. 12. yüzyılda başlayan müthiş bir aile hikâyesinin son noktası olan bu kadın, aynı zamanda Rönesans döneminin karanlık arka cephesini de kişiselleştirenler den biridir. Catherine de Medici, İtalya’daki en ünlü Medici ailesinin bir ferdi olarak, 1519 yılında Floransa’da dünyaya geldi. Doğumundan kısa bir süre sonra annesi öldü. Amcası, asıl adı Giulio di Giuliano de Medici olan Papa VII. Clemens idi. Bu nedenle, annesinin ölümünden sonra, Floransa ve Roma’daki rahibelerce büyütüldü ve eğitildi.
Catherine henüz 14 yaşında iken, 1533 yılında, amcası tarafından Orleans Dükü Henry ile evlendirildi. Kocası Henry, babası I. Francis’in ölümü üzerine, 1547 yılında II. Henry adıyla Fransa Kralı oldu. Catherine Medici de Fransa Kraliçesi unvanını elde etti. Henry’den 10 çocuk doğuran Catherine, 1559 yılında bir turnuvada kocasının ölmesi üzerine, Fransa’nın yönetimini kral naibi olarak ele geçirmiştir. Önce büyük oğlu Francis, O’nun erken ölümünden sonra da 1560 yılında 10 yaşındaki oğlu IX. Charles Fransa tahtına çıkmıştır. Fransa’nın en karışık döneminde kral naibi olarak iktidarı ele geçirmiştir. Ölünceye kadar da Fransa’nın yönetiminde etkili olmuştur.
Sanata yatkın, canlı, dışa dönük ve gözü pek bir kişiliği olan Catherine, kayınpederi Kral I. Francois’in görkemli saray çevresinde benimsenmişti. Bayındırlık tutkusunu bu çevrede edindi. Aralarında Tuileries Sarayı’nın da bulunduğu pek çok şatonun tasarımını ve yapımını gerçekleştirmiştir. Özellikle, Louvre Sarayı’nın batıya doğru genişlemesini sağlayan eklentiler ve Tuileries Sarayı ve bahçeleri dikkat çekmektedir. Adını İngilizcede kuvvet ve güç anlamına gelen ‘’Lover’’ kelimesinden alan Louvre Sarayı, 13. yüzyıl başlarında, 1204 yılında Fhilippe Auguste tarafından ilk şekliyle inşa ettirilmiş. Saray, 14.yüzyılda kraliyet merkezi olmuştur.
15. yüzyılda Kraliyet merkezi, irili ufaklı yüzlerce şatonun bulunduğu Loire Nehri Vadisi’ne taşındı. Fransa’nın bahçesi olarak tanınan bu vadiye taşınan Kraliyet merkezi, Louvre Sarayı’nın bakımsız kalmasına neden oldu. Ayrıca, sarayın batısında, bu günkü Konkort Meydanı’na kadar olan bölgede Paris’in en büyük kiremit üretim birimleri bulunmaktaydı. Kraliçe Catherine, kocası II. Henry’nin ölümünden sonra naipliğini yaptığı oğlu II. Francois ve diğer çocuklarıyla daha güvenli bulduğu Louvre Sarayı bölgesine taşındı. Seine Nehri’nin güney kıyısında ve Louvre Sarayı’nın batısında oldukça büyük bir boş alan vardı. Bölgede bulunan Paris’in en büyük kiremit üretim evleri de boşaltılıp yıkılınca, yapılacak yeni bir saray ve bahçeleri için yeterli alan elde edilmiş oldu.
1570 yılında Tuileries Sarayı ve saray bahçelerinin yapımına başlandı. İtalya’daki Rönesans bahçeleri örnek alınarak, Floransalı bir peyzaj mimarı görevlendirildi. 1589 yılından sonra halka açıldı. Yaklaşık 100 yıl sonra Kraliyet bahçıvanı Andre Le Notre tarafından da bu bahçeler yeniden düzenlendi. Vikipedi ve çeşitli sitelerden derlediğim notlarımı bir kez daha gözden geçirdikten sonra, havuz çevresindeki heykelleri fotoğraflamak üzere kalkıyorum. Eşim Serap, ‘’sen fotoğraflarını çek, ben biraz daha bu romantik ortamı solumak istiyorum’’ dedi. Bahçede toplam 106 heykel yer aldığını öğreniyorum. Ağırlıklı olarak Fransız tarihindeki önemli kadınların heykellerine yer verilmiş.
Halka açılan bir saray bahçesi olarak Jardin des Tuileries, devrimin önemli mekânlarından biri oldu. Devrim sonrası yapılan kutlamalar, eğlenceler ve gösteriler için kullanıldı. Saray koleksiyonundan çıkarılan heykeller buraya yerleştirildi. Ayrıca, Katalan asıllı Fransız heykeltıraş, grafiker ve dokuma duvar halısı yapımcısı Aristide Maillol’un, 1944 yılında ölümünden sonra, modeli Dina Vierney’e miras kalan 7 heykeli 1963de Paris’te Jardin des Tuileries bahçelerine dikilmiştir.İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından cephanelik olarak kullanılmış olan bahçeler zarar görmüş. Savaştan sonra General Charles de Gaulle tarafından peyzajı yeniden yapılmış, yeni ve modern heykeller eklenmiş. Heykellerin fotoğraf çekimlerini tamamladıktan sonra, eşimle birlikte Louvre Müzesi’ne doğru yürümeye başlıyoruz. Çocuklar için aktivite dolu bir park Tuileries bahçeleri…
Bizi Louvre Müzesi’ne götürmekte olan yolun her iki tarafında kafeler, restoranlar ve eğlen-dinlen mekânları yer almış. Gerek peyzajı, gerek parktaki heykellerin güzelliği, her şey kusursuz bir güzellik sunuyor parkı gezenlere. Louvre’a doğru ilerledikçe ağaçlık bölgenin dışına çıkıyor ve ikinci bir havuzla karşılaşıyoruz. Orada da yeşil sandalyeler var, oturup biraz dinlendikten sonra devam ediyoruz. Louvre’a yaklaştıkça labirent çalılıklar biçiminde düzenlenmiş bölgeler ve gül bahçeleriyle karşılaşıyoruz.
Yürüyüş parkurunun en sonunda karşımıza bir başka zafer takı ‘’Arc de Triomphe du Carrousel’’ çıkıyor.1806 yılında Napolyon’un emri ile yapımına başlanan takın yapılış amacı Fransız İmparatoru olarak zaferlerini taçlandırmaktır. Napolyon’un ölümünden sonra, 1836 yılında tamamlanmıştır… Louvre’un avlusundaki bu anıtsal tak üzerinde İstanbul Hipodromu’ndan getirtildiği düşünülen, ”Mahşerin Dört Atlısı” olarak anılan bronz at heykelleri bulunmaktadır. Ben böyle algıladım. Müslümanlara karşı düzenlenen Haçlı seferlerinin maddi ve manevi yönden en büyük destekçisi olan Venedik Cumhuriyeti şövalyeleri, girdiği birçok ülkede değerli olan ne varsa yağmalamışlardır. Haçlıların bu tür yağmalardan Bizans’ın başkenti olan İstanbul da nasibini almıştır. 1204 yılında yağmalanan İstanbul’da, ele geçirilen bronz at heykellerini ya da kopyalarını Venedik’te, San Marco Kilisesinin terasında görmüştüm.
M.Ö 4.yüzyılda, Yunanistan’da yapıldığı sanılan bu atlar, antik çağdan günümüze sağlam olarak ulaşan ender heykellerdir.İncil’de sözü geçen Mahşerin Dört Atlısından beyaz olan birincisi ”Kral olan İsa’yı temsil eder. Taç takar, yay taşır. Savaşır ve yener.” İkinci at kırmızı olup, ”savaşları temsil eder.” Savaşların habercisidir. Üçüncü at siyah olup, ”kıtlık, açlık, yoksulluk” ile ölüme yakınlığı simgeler. Yeşil olan dördüncü at ”Ölümün soğuk yüzü ve çürümeyi” temsil eder. Ölüm, öldürülme ve vakitsiz ölümlerin olacağını anlatır İncil’deki Vahiy 6. bölümde. Üzerinde Mahşerin Dört Atlısı’nın bulunduğunu varsaydığım Zafer Takı’nın altından geçerek Louvre Müzesi avlusuna giriyoruz.