İvriz Ailesinde ilk aylarım
Ekim 1958, İvriz…
İvriz’e geleli neredeyse bir ay olmuştu. Okul Müdürümüz Kamil Açan hafta başı törenlerinde eğitimin önemini sürekli vurgulamakta ve ” Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydir.” Dedikten sonra ”Sizlere burada öncelikle hayatınızı devam ettirecek her şeyi öğreteceğiz.” Demekteydi. Bizler de okullarımızı bitirip; ilk, orta ve lise dengi okullarda öğretmen ve idareci olarak göreve başladığımızda eğitim ve öğretimin ne denli önemli olduğunun farkına varmıştık.
Gerçekten de ”Eğitimin bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şey olduğunu, bir zamanı mekânın olmadığını, İnsanoğlu ölene kadar eğitimin sürdüğünü yaşayarak öğrenmiştik. Aileden başlayan Eğitim İnsanoğluna kişiliğini, insanı insan olarak sevmeyi, paylaşmayı, yardımlaşmayı, sergilediği davranışları, ahlakı kazandırıyordu. Öğretim ise okullarda gerçekleştiriliyordu. Öğretim, Ülkenin Milli Eğitim bakanlığınca düzenlenmiş Müfredat programları çerçevesinde, bir amaca yönelik olarak yapılan sistemli bir uygulamaydı. Daha yalın bir tanımla eğitim adam etmeyi, bir başka deyişle insan olmayı, öğretim ise bilgi kazandırmayı amaçlayan süreçlerdi.
Nitekim, ne zaman okul müdürü Kamil Açan’ın odasına gitsem koltuğundan kalkarak karşılardı. Neden kalktığını, bu davranışın beni utandırdığını söylediğimde ”Seni adam yerine koyduğumun göstergesidir.” Demiş ve eklemişti. İdareci ve öğretmen olarak görev aldığınız yerlerde odanıza gelen öğrenci velisi ya da bir başkasını kalkarak karşılarsanız adam yerine konulduğunu anlayacak ve size ona göre davranacaktır. Bu sözü hiç unutmadım. gerek meslek hayatımda gerekse günlük yaşamda, yaşı ne olursa olsun, ayağa kalkarak karşıladım, karşılamaya devam ediyorum. Eğitimden amaç bu olmalıydı…Bu tür davranışları İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu idareci ve öğretmenleriyle Ankara Yüksek Öğretmen Okulu idareci ve öğretmenlerinde de görmüştüm. Köy Enstitüleri eğitimleriyle öğrencilerine ”İnsan Olmayı” öğretiyorlardı.
Okulu, yönetimini, öğretmenlerimizi tanımaya ve kurallarını öğrenmeye başlamıştık. Okulda tam bir kışla havası vardı. İyi ki vardı çünkü 600 civarında öğrencinin olduğu İvriz’de kadrolu çalışan 10-12 görevli bulunurdu. Söz gelimi yemekhanemizde bir aşçıbaşı ile yardımcısı olurdu. Onlar yemekleri hazırlardı. 600 öğrenci ile birlikte okul müdürü ve öğretmenlerin de yemek yediği yemekhanede yemek masalarının hazırlanması, yemekten sonra masadakilerin toplanması ve bulaşıkların yıkanması gibi işler yemekhanedeki nöbetçi olan öğrenciler tarafından yerine getirilirdi.
Yemekhane ve idarede olduğu gibi diğer birimlerde de öğrenciler görevliydi birer hafta süreyle. Her hafta başında, duruma göre, 60-70 öğrenci nöbete çıkar, bir hafta süreyle derslere girmezdi. Ders notlarını derse katılan arkadaşlarından alır, kendi defterine çeker ve çalışırdı. Fırında, çamaşırhanede, yemekhanede, müzikhanede, laboratuvarda, idarede, ziraatta ve diğer birimlerde birer hafta süreyle aldığımız sorumlulukların bizi hayata hazırladığını yıllar sonra yaşayarak öğrenecektik. Öğrenecektik çünkü Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydi. Köy Enstitüleri ve devamı olan İlköğretmen okulları bizlere her türlü sorumluluk yükleyerek her şeyi öğrenmemizi sağlıyordu.
Okul yönetim binası ile yemekhane bitişikti. Yöneticiler ve öğretmenler bir ara kapı ile yemekhaneye geçerlerdi. Arazi eğiminden ötürü, yönetim binası ile aynı zeminde olan yemekhanemizin bir de bodrum katı vardı. Yemekhane binamız iki katlıydı yani. Ziraattan gelenler için bodrum, zemin kat oluyordu. Zemin katta mutfak ve gerekli erzakla eşyalar bulunurdu. Zemin üstü bölüm yemekhaneydi.
1958’li yıllarda okullar henüz kalorifer sistemleriyle tanışmamışlardı. Odun ve kömür sobasının da bulunmadığı yemekhanemizde fazla yer kapladığı için sandalye yerine tabureler kullanılmıştı. Yemek sonrası yeterince temiz olmadıkları için, üzerine oturduğumuzda bazen pantolonumuza yapışırdı. Tam bir kışla havasının olduğu okulumuzdaki sabah kahvaltılarında herkese çeyrek ekmek verilirdi. Çaylarımızı kazanlardan kepçe ile alır, su bardaklarına koyardık. İkinci bir çeyrek ekmek alma olanağımız olmadığı gibi, ikinci bardak çay alabilmek de mümkün değildi.
Yemekhanemiz aynı zamanda konferans ve diğer sosyal etkinliklerin düzenlendiği yerdi. Etkinliklerin gerçekleştirildiği oldukça büyük bir sahnesi de vardı. Bazı hafta sonları filim gösterileri de, sinema salonuna dönüştürülen yemekhanemizde izlenirdi.