Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Neolitik Çağ

Zamanda geriye doğru bir yolculuk yaparak, bundan yaklaşık 10 000 yıl öncesine gidelim…

Kışın sona erip, güneşin parladığı bir gündü…

Yeni taş baltasıyla avlanmaya çıkan atalarımızdan Xbalta, av bulamadığı için otsu ve tohumlu yabani bitkiler toplamak zorunda kalmıştı. Bunlardan biri de yabani mısır olmalıydı.

Bitkinin püsküllü kabuğunu soymuştu. Koçan olarak adlandırılan kısım üzerindeki taneleri hırsla ısırırken, bir taraftan da sinirli bir şekilde, elindeki balta ile önündeki toprağı eşeliyordu…

Henüz adını bilmediği yabani mısır koçanından düşen tanelerden bir kısmı eşelediği toprağa düşmüştü…

Birden bastıran yağmurdan kurtulmak için en yakın mağaraya koştu ve toprağa düşen taneleri unuttu.

Yağmurlu ve fırtınalı geçen günlerin sonunda, güneşli bir günde, ava çıkmış olan Xbalta, unuttuğu toprağa düşmüş mısır tanelerinin filizlendiğini gördü. Büyük bir dikkatle gelişmelerini ve büyümelerini izledi.

Sonuçta; yediği otsu, püsküllü ve taneli, buğdaygiller familyasından olan ”mısır” ilk kez insan eliyle yetiştirilmişti.

Avcı ve meyve toplayıcı topluluktan yerleşik düzene geçişi sağlayan İlk besin üretimi böyle gerçekleşmiş olmalıydı…

Dünya tarihinin ilk büyük tarımsal devrimi, başta Mezopotamya olmak üzere Anadolu’da da başlıyordu. Devrim insanın toprakla olan dostluğunu da sağlamıştı. Sağlamıştı çünkü İnsanoğlu ilk kez toprağın ona neler verebileceğini keşfetmiş, yerleşik yaşamın olanaklarından faydalanmaya başlamıştı.

Yoğun emek isteyen, zor bir uğraştı toprakla dostluk. Bu zorlu ilişki, toprağın insanla ilişkisini anlamlandırmış ve kutsallaştırmıştı. Sonraki yıllarda da başka topluluklar Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde, Mezopotamya ve Mısır’da toprakla yaşamayı öğrenmişlerdi. Sel sonrası toprağa tohum serpiştirmek yeterli oluyordu.

İklim koşullarına göre, hangi alan uygun ise oraya ekim yapılıyordu. Dolayısıyla sulu tarımda toprak değil, tohumdu önemli olan. Bu nedenle, kerameti tohumda arayan bu topluluklar erkek cinsiyetli yaratıcılara tapındılar. Toprak Anadolu’da anlamlı ve önemliydi. Toprak, insanların ve diğer canlıların anasıydı.

Tarih, Anadolu’da, bir yeryüzü tanrıçası olan Ana Tanrıça ile başladı. Ana Tanrıça ”Başta Toprak ve Tarım alanları olmak üzere doğanın ta kendisiydi.” Belki de binlerce yıl varlığını koruyan ve etkisini nesillerden nesillere aktaran bu inanç halkların mayasıydı Ana Tanrıça. O, göklerde değil, yerde insanların yanı başındaydı. Dokundukları, gördükleri, kokladıkları hayranlık duydukları her şeydi Anadolu halkları için. Kybele idi Anadolu’daki adı.

O, sadece insanların değil; toprağın, suyun, çiçeklerin, kuşların ve böceklerin de tanrıçasıydı. Doğanın ta kendisiydi o. Bir İlk Çağ çiftçisi evinin bir köşesine koyduğu Tanrıça heykelini izlerken onu görüyordu, tıpkı bir Orta Çağ ermişinin aynada kendine bakarken tanrıyı görmesi gibi.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi gezilirken gözümüzde canlandırdığımız ilk tarımsal devrimin başladığı Anadolu’da tarımın yok edilmesini seyredemeyiz. Tarım ve tarımsal alanlar yok edilirse Yeryüzü Ana Tanrıçası da yok olur ki temsil ettiği doğadaki bütün canlılar yok olur.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Ankara

Cilalı Taş Devri ya da bilimsel adıyla Neolitik ÇağYeni Taş Çağı, tarihöncesi çağlardan biridir. Yaklaşık M.Ö. 10.000- 6000 tarihleri arasındaki bir zaman dilimini kapsar. Atalarımızın avcı ve meyve toplayıcı döneminin yanı sıra ilk tarımsal faaliyetlerin başladığı dönem olarak da tanımlanabilir.

Çağın başlangıcında besin üreticiliğinin bilinmesine karşın pişmiş toprak kapların henüz yapılmadığı anlaşılmaktadır. Pişmiş toprak kapların yerine sepet, tahta ya da taştan kapların kullanıldığı ilk evre, Akeramik ya da seramiksiz Neolitik olarak adlandırılır. Sonraki evrelerde kil toprağı kullanılarak seramik ürünleri elde edilmiştir.

İlkel tarıma geçilmesi ve ürünlerinin muhafaza edilebilmesi toplu yaşam konutlarının yapılmasına önayak olmuştur. Anadolu’nun ancak birkaç yerinde saptanan bu evrede belirli bir düzene göre inşa edilen yapılar ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra taş ya da kemik alet ve silahları, süs eşyaları ile ilk yerleşik köy örnekleri de karşımıza çıkmaktadır. 

Anadolu’nun en gelişmiş Neolitik Merkezi, Konya’nın 52 km. güney-doğusunda, Çumra ilçesinin kuzeyinde yer alan Çatalhöyük’tür. Burada yapılan kazılarda saptanan 10 yapı katında da açığa çıkarılan evlerin ve içinde yer aldıkları kentin, belirli bir düzene göre kurulduğu görülmektedir.

Bu düzenleme, dikdörtgen planlı evlerin, avlular etrafında bitişik olarak sıralanması ile sağlanmıştır. Taş temellerin bulunmadığı bu evlerde, duvarlar kerpiçten olup, düz damlar topraktandır. Bu evlerin planları da birbirinin aynıdır. Evlerin, geniş oturma odası dışında depo ve mutfaktan oluştuğu, oda içlerinde seki, ocak ve fırınlar bulunduğu görülmüştür.

Büyük bir organizasyon ve hayal gücünün eseri olan Göbeklitepe, devasa büyüklükteki en eski anıt ve ilklerin ötesinde, birçok anlamda da tarihin sıfır noktasını oluşturmaktadır. İnsanın avcı toplayıcı olarak yaşamını sürdürdüğü bir dönemde, ileri düzeyde mimarlık gerektiren tapınaklar inşa etmesi tüm dünyada şaşkınlık yaratmıştır.

Tarih öncesi insanın inanç dünyasını yansıtan Animizm, doğada bulunan insandan başka şeylerin de ruhunun olduğunu kabul eden ilkel dini bir inanç biçimidir.  Animist figürlerle zenginleştirilmiş tapınaklar Göbeklitepe’ yi arkeoloji tarihinin en önemli keşiflerinden biri olmasını sağlamıştır.

Neolitik Çağ

Neolitik Çağ, tarihte ilk tarımsal faaliyetlerin görüldüğü dönemdir. İklimin, daha önce hiç olmadığı kadar sıcak olması, hem yerleşik hayata geçmeyi hem de tarımsal üretimi kolaylaşmıştır. Özellikle, buğday ve arpa gibi hem kolay yetişen hem de insanların temel ihtiyaçlarını karşılayan tarım ürünlerin yetiştirilmesi, birçok olumlu gelişmenin daha önünü açmıştır.

Tarım ile birlikte birçok hayvanı evcilleştiren insan, ilk kez bu dönemde doğaya hükmedebileceğini keşfetmiştir. Bu çağda evcilleştirilen hayvanların başında keçi ve koyun yer alıyor. Sonraki yıllarda doğa ve sığır da yetiştirilmek üzere evcilleştirilmiştir. İnsanların doğaüstünde tahakküm kurması ve dayanışma içinde yaşaması demografik yapıyı da etkilemiştir. İlk def bu çağda, insanların ortalama yaşam süresi uzamış ve nüfus artmıştır.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Ankara

Çatalhöyük evlerinin en önemli özelliği duvarlarının boğa başları ve resimlerle bezeli olmasıdır. Bir eseri süslemeye yarayan motiflerin her biri olan bezekler, büyük çoğunluğu yerel özellikler taşıyan dini törenlerle ilgilidir. Bezekler özel yapılarda değil, yapıların Kutsal Alan olarak kullanılan bir bölümünde yer almaktadır. Yüksek kabartma ya da tam plastik olarak işlenen boğa başlarının bir kısmı gerçek boğa başının kille sıvanması ile yapılmıştır. Duvar resimlerinin yapımında kirli bej kerpiç sıvası üzerine kırmızı, pembe, kahverengi, beyaz ve siyah renkler kullanılmıştır. 

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Ankara

Herhangi bir motif göstermeyen düz boyalı panellerin, tek ya da çok renkli geometrik bezeklerin, çiçek, yıldız, daire gibi sembolik motiflerin yanı sıra değişik konulu tasvirler de görülmektedir. Bu bezekler arasında insan elleri, tanrıçalar, insan figürleri, av sahneleri, boğalar, kuşlar, akbabalar, leoparlar, yabani geyik, yaban domuzu, aslan, ayı gibi hayvanlar bulunmaktadır. Manzara ve mimari tasvirlerde, bir kentin arkasında  püsküren volkan ve başsız cesetleri gagalayan akbabaları kovalayan insanlar önem taşırlardı. 

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Ankara

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Ankara

Kentlerin kutsal alanlarında Ana Tanrıça fikri, bereket kültü  olarak görülür. Pişmiş toprak yanında taştan da yapılan Ana Tanrıça ya da Kibele;  genç kız, doğuran kadın ya da yaşlı kadın gibi değişik figürlerle karşımıza çıkar. Heykellerin bir bölümünde doğum yaparken görülür ve üremeyi temsil eder. Bazı heykellerinde, oturur ya da ayakta iken, yanında iki leopar bulunur.Ana Tanrıça Kibele’nin kutsal hayvanları olan leopar ve aslanların her zaman yanında yer alması, Kibele’nin, hayvanların kraliçesi olduğunu ve hayvanlar üzerindeki sınırsız hâkimiyetini anlatır. Heykel ya da yüksek kabartma olarak yapılan ana tanrıça tasvirleri yanında pişmiş topraktan hayvan şeklinde adak heykelcikleri de vardır. Çatalhöyük’te bulunan Neolitik Çağın elde yapılan çanak çömlekleri genelde kahverengi, siyah ve kırmızı renk tonlarındadır. Daha çok oval formlara sahip seramikler Neolitik Çağın geç döneminde basit geometrik motiflerle bezenmeye de başlanmıştır.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Ankara

Çatalhöyük’te ele geçen çeşitli taşlardan, deniz hayvanlarının kabuklarından yapılmış kolyeler, obsidyen (volkan camı) aynalar ve makyajla ilgili buluntular o dönem insanının süslenme araçlarını gösteren belgelerdir. Bilinen en eski  dokuma parçaları da yine Çatalhöyük’te ele geçmiştir. Ortaya çıkan duvar resimleri; yün, hayvan kılı ya da bitki liflerinden dokunan kumaşların yanı sıra hayvan derilerinin de giysi olarak kullanıldığı göstermektedir.Neolitik Çağ’da mülkiyet düşüncesinin geliştiği görülüyor. Pişmiş toprak ve taştan yapılmış olan geometrik bezekli damga mühürler bu görüşü kanıtlamaktadır. Mülkiyet düşüncesiyle birlikte özel teşebbüsün ve kentleşmenin de ortaya çıkması doğal bir sonuçtur.

Karbon 14  tarihlemesine  göre elde edilen veriler, kentleşmenin İ.Ö.  6800-5700 yılları arasında olduğu yönündedir. Magmanın yeryüzüne çıktığında aniden soğuması ile oluşan Volkan Camı ya da Obsidyen; siyah, kahverengi, yeşil renkli ve parlak dış püskürük bir taş olup, son derece sert ve dayanıklıdır. Bu taştan çakmak taşının yanı sıra çeşitli aletler ve silahlar yapılmıştır.  Hayvan kemiklerinden de bız, iğne, sap gibi aletler yapılmıştır. Bunlar arasında bir mezar hediyesi olan kemik saplı çakmaktaşı hançer ilginçtir.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Ankara

Çatalhöyük insanları ölülerini evlerin tabanları altına gömmüşlerdir. Çocuklar oda tabanı altına, yaşlılar tek ya da grup halinde oda içindeki sekillerin altına gömülmüş olup, yanlarına ölü hediyesi bırakılmıştır. Müzede eserleri sergilenen buluntuların ikinci önemli Neolitik yerleşme yeri Burdur’un 25 km. güney-batısındaki Hacılar’dır. Burada yapılan kazılarda saptanan evler, taş temeller üzerine kerpiçten duvarlarla kurulmuştur. Duvarlar ve taban kireç sıvalı, kırmızı boyalıdır. Düz damı taşıyan ağaç direkler ve merdivenler, bazı yapıların iki katlı olduğunu göstermektedir.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Ankara

Hacılar’daki  insanlar ölülerini evlerin tabanlarına gömmeyip, kent dışına gömerek, Çatalhöyük’ten farklı bir davranış göstermişlerdir. Dini semboller de önemli olup, Hacılarda da hemen her evde kilden tanrıça tasvirleri ayakta ya da otururken gösterilmiştir. Ana Tanrıça Kibele Hacılar’da çeşitli biçimlerde betimlenmiştir. Analığı, üremeyi, dişiliği, hayatın sürmesini ve bereketi simgelediği için önemlidir. Hacılar’da yaşayanların tarımla uğraştıkları, bazı bitki kalıntıları ile boynuzun bir tarafına kakılan çakmaktaşı parçalarından yapılmış oraklardan anlaşılmaktadır. Hacıların iyi pişirilmiş, perdahlı çanak çömlekleri, kırmızı, kahverengi, kırmızımsı sarı renklerdedir. Seramikler arasında kırmızı astarlı, çok iyi perdahlı kadın başı biçiminde bir kap ile hayvan biçimli (geyik, domuz, kuş) tören kapları ilginç örneklerdir. Aynı zamanda dokumacılığa işaret eden pişmiş toprak ağırşaklar da ele geçmiştir.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Ankara

Kaynaklar:

1)   http://www.anadolumedeniyetlerimuzesi.gov.tr

2)    tr.wikipedia.org/

3)   Müzedeki bilgilendirme yazıları

Share Button
3663 cevaplar

Yorumlar kapalı.