Koronalı Günler ve Mahşerin Dört Atlısı

3 Nisan 2020 Ankara…

Bugün sanki işe geç kaldım gibi geldi bana. Yarım saat geç kalmıştım. Oysa 11 yıl yatılı okuduğum öğretmen ve Yüksek Öğretmen Okulları’nda kazandığım alışkanlıklardan biri hep sürmüş, sürmeye de devam ediyordu. Erken kalkmak…Zaman genişlemesini sağlamanın yolu 06,30-07,00’de kalkmak ve hava koşulları uygunsa yürüyüşe çıkmak.

Aktif öğretmenliğimi 2011 yılında bırakmak zorunda kaldım. Bedensel olarak sağlam olmakla birlikte dişler sallanmaya, kulaklar duymamaya ve gözler yeterince görmemeye başlar. Öyle de olmuştu.

Ortaokul ve lise düzeyinde bir öğrenci olsaydım böyle bir öğretmeni istemezdim. Farkına vardığım için, okul ve dershanelerdeki görevlerimizi bırakmak zorunda kaldım. Aksi halde, öğrencilerimin maskarası olmak işten değildi. Onlar Konya’yı anlatmamı istediklerinde ben uzunca bir süre Hanya’yı anlatır olmuştum.

Bunalıma girmemek için de gezdiğim, gördüğüm yerlerin yanı sıra okuduğum kitapları yazarak sürdürmeye çalışıyorum öğretmenliğimi. Geç kaldığımı sandığım yeni işimiz bu.

Güne hazırlık için rutin işlemlerden sonra, görsel ve sosyal medyadan, Korona Virüs ile ilgili gelişmeleri gözden geçirdim. Anladığım kadarıyla giderek dünya çapında bir kaosa doğru sürüklenmekteyiz. Alıştırarak dünya genelinde karantina ve evde tutuklu algısının yerleşmeye başlaması. Ardından gelen psikolojik bunalım. İşsizlik, üretim yetersizliği…

Uzun sürecek karantina günleri sonrasında ailelerin yetersiz beslenmeleri ve aç kalma olasılıkları. Salgının geometrik olarak yayılması ve milyonlarca insanın ölmesi…

Aklıma efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel zamanında, Dünya Klasikleri kapsamında öğretmen okulları kitaplıklarına kazandırılan ‘’Mahşerin Dört Atlısı’’ kitabı geldi. Sanki günümüz dünyasında Mahşerin Dört Atlısı sahneye çıkmak üzereydi.

Gazeteci, politikacı ve İspanyol Romancı Vicente Blasco Ibanez ‘in ‘’Mahşerin Dört Atlısı’’ romanını bir kez daha okuma gereğini duydum. Birinci Dünya Savaşı ve savaşta ölen yaklaşık 30 milyon insanın dramının yanı sıra ortaya çıkan kaosu en iyi anlatan romanlarından biriydi.

İnsanları ancak “ölümle” yaklaştırır, “savaşla” ayrıştırır, “açlık” ile sınar ve “vebayla” yok edersiniz.

Bu dört kelime bize Mahşerin Dört Atlısı’nı anlatmaktaydı.

Hristiyanların kutsal kitaplarına göre ‘’Beyaz at ve binicisi İsa’yı, Kızıl at ve binicisi kan ve savaşı, Siyah at ve binicisi kıtlığı, Soluk renkli at ve binicisi ise salgın hastalıkları’’ betimlemektedir.
…barış içinde yaşıyorsak, bolluk olduğundandır, herkese bir pay düşüyor… Lokma insandan daha az olsa seyreyle gümbürtüyü!”

Birbirlerinin kuyusunu kazmak için fırsat bekleyen Avrupa ülkelerinin; bilenmiş kılıçlarını çektiği, ordu/asker olarak hazır olduğu bir zamanda patlak vermişti Birinci Dünya Savaşı.

Fırsat kolladıkları bir anda kendini bilmez bir “Sırp Nişancı’nın” Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ı vurmasıyla herkes için bir savaş nedeni ortaya çıkmıştı. Birçok Avrupa ülkesinin katılımıyla Birinci Dünya Savaşı başlamıştı. Herkes bu suikastı savaş nedeni gösterse de asıl hedef yüzyılın buluşu “Neft” yani petrol içindi.

Öyle sanıyorum ki yöneticilerimiz gerekli önlemleri yeterince almazlarsa bu kez savaş ‘’bir parça lokma’’ için çıkacak gibi. Çığ gibi büyümekte olan işsizlik olumsuz alt yapıyı hazırlamaya başladı bile…

Share Button