Silifke Kalesi

Yıllar önce Alanya’dan, sahil karayolu ile Mersin’e giderken bir kartal yuvasına benzeyen Silifke Kalesi’ni görmüştüm. Oldukça heybetli ve Silifke’ye hâkim konumdaki bu kaleyi görme isteği doğmuştu içimde.

2015 yılını beklemem gerekiyormuş. 20 Nisan 2015 Pazartesi günü, Mersin’den bindiğim bir dolmuşla 90 km uzaklıktaki Silifke’ye bir buçuk saat sonra ulaştım. Feyyaz Bilgen Köprüsünde inerek, Göksu Nehri boyunca, Silifke Kalesine doğru yürüdüm.

Eski Yunan kentlerinde en önemli yapıların ve tapınakların bulunduğu iç kale, genellikle yörenin en yüksek tepesi üzerinde bulunurdu.

Korunaklı ve dayanıklı surlarla çevrili bu yerde kentin koruyucusu durumunda olan tanrıların tapınakları ve onların gölgesi olan kralların konutları olurdu.

Yüksek şehir anlamına gelen akropollerin yerini yüksek tepelerdeki kaleler alıyordu Anadolu’da… Akropoller, düşmanlarına karşı savunma işlevinin dışında, yöneticilere özel bir ayrıcalık sağlıyordu. Tanrılara yakın olma ve tanrılaşma duygusu yaratıyordu dönemin kral ve sultanlarında.

Sanıyorum Kale Restoran gibi yerlerde yemek yemekte olanlar da aynı duyguyu tatmakta, kısa süreli de olsa kendini tanrı gibi hissetmektedirler.

Yemek yemesem de, 185 metre yüksekteki terastan Silifke’yi seyretmek tanrıya yakın olma duygusu yarattı bende de… Kale Restoran’ın terasından yeterince Silifke’ye bakıp, fotoğraflarını çektikten sonra, herhangi bir hizmetin olmadığı restaurantın görevlilerinden birinden yardım istedim, kalenin açık olduğunu öğrendim.

Tekrar tırmanarak girdiğim Kale ve kaledeki arkeolojik eserlerin korunması konusunda bir önlem alınmadığı gibi, herhangi bir görevli de yoktu.

Sadece sur duvarları önüne oldukça büyük bir levha dikilerek Silifke Kalesi ve kazılarla kazı başkanı hakkında Türkçe ve İngilizce bilgi verilmişti. Levhadaki bilgilendirme yazılarını okudum. Anladığım kadarıyla kale, bu günkü durumu ve konumu ile bir Orta Çağ yapısı…

Bilgilendirme levhalarına göre Silifke Kalesi’nin bulunduğu yer Tunç Çağı’ndan beri kullanılan bir yerleşkedir. Kazılarda bulunan Hitit yazıtlarından anlaşıldığına göre Kale, Ugarit Krallığı ile deniz ticareti yapan, M.Ö. 13. Yüzyıla ait Ura Kenti’nin halkı tarafından yapılmış.

M.Ö. 712 yılında Asur Kralı II. Sargon tarafından yeniden düzenlenmiş ve bu yerleşkeye Harrura adı verilmiş. Klasik Dönem’de Kokysion Oros olarak bilinen kalenin tepesinde, eskilerin Atena Kanetis’e sundukları bir tapınak bulunuyormuş.

Silifke

20 Nisan 2015 Pazartesi, Silifke…

Yıllar önce Alanya’dan, sahil karayolu ile Mersin’e giderken bir kartal yuvasına benzeyen Silifke Kalesi’ni görmüştüm. Oldukça heybetli ve Silifke’ye hâkim konumdaki bu kaleyi görme isteği doğmuştu içimde. 2015 yılını beklemem gerekiyormuş. 20 Nisan 2015 Pazartesi günü, Mersin’den bindiğim bir dolmuşla 90 km uzaklıktaki Silifke’ye bir buçuk saat sonra ulaştım. Feyyaz Bilgen Köprüsünde inerek, Göksu Nehri boyunca, Silifke Kalesine doğru yürüdüm. Roma Köprüsü ve civarında fotoğraflarımı çektikten sonra, köprünün güneyinde kalan Alaaddin Camisine girdim.

Silifke

Alaaddin Camisini gezdikten sonra, rotamı 505. Sokak üzerinden Silifke Kalesi’ne çevirdim. Arnavut kaldırımlı ve eğimli olan bu sokakta yaklaşık 350-400 metre gittikten sonra, Şehit Yarbay İlhan Akgün ilk ve ortaokuluna rastlıyorum. Hata yapmamak için, okul kapısında bulunan bir öğrenci velisinden de rota konusunda yardım istiyorum. Doğru yolda olduğumu söyleyince okulun kuzeyinden bir yay çizerek, 474. Sokak başlangıcına ulaşmak için,  bir 400 metre daha gittiğimi sanıyorum. Oldukça yüksek bir tepe üzerinde olan kaleye ulaşabilmek için fizikteki vida uygulaması yapılmıştı izlediğim yol için. Eğimi azaltarak, fakat yolu uzatarak yükseklere çıkma kolaylığı sağlanmıştı. 474. Sokak üzerinde, dönerek, yaklaşık 1200 metre daha gittikten sonra, 185 metre yükseklikteki Kale Restoran’ın bulunduğu yere ulaşmıştım.

Silifke Kalesi surları ve burçları altında bulunan bu yeme içme mekânı Kale Restoranın muhteşem manzaralı bir terası bulunmakta… Bu terastan bakınca bütün Silifke adeta ayaklarınızın altında… Kıvrılarak Akdeniz’e doğru akmakta olan Göksu Nehri de çok güzel görüntü oluşturuyor. Biraz daha ileri bakıldığında bütün ovaya yayılmış olan Göksu Deltası kendini gösteriyor. Göksu Nehri üzerinde göz gezdirerek kaleye doğru gelirseniz Roma Köprüsünü de panoramik olarak görme şansına erişirsiniz. Manzara muhteşem gerçekten…

Eski Yunan kentlerinde en önemli yapıların ve tapınakların bulunduğu iç kale, genellikle yörenin en yüksek tepesi üzerinde bulunurdu.  Korunaklı ve dayanıklı surlarla çevrili bu yerde kentin koruyucusu durumunda olan tanrıların tapınakları ve onların gölgesi olan kralların konutları olurdu. Yüksek şehir anlamına gelen akropollerin yerini yüksek tepelerdeki kaleler alıyordu Anadolu’da… Akropoller, düşmanlarına karşı savunma işlevinin dışında, yöneticilere özel bir ayrıcalık sağlıyordu. Tanrılara yakın olma ve tanrılaşma duygusu yaratıyordu dönemin kral ve sultanlarında.

Silifke

Sanıyorum Kale Restoran gibi yerlerde yemek yemekte olanlar da aynı duyguyu tatmakta, kısa süreli de olsa kendini tanrı gibi hissetmektedirler. Yemek yemesem de, 185 metre yüksekteki terastan Silifke’yi seyretmek tanrıya yakın olma duygusu yarattı bende de… Kale Restoran’ın terasından yeterince Silifke’ye bakıp, fotoğraflarını çektikten sonra, herhangi bir hizmetin olmadığı restaurantın görevlilerinden birinden yardım istedim, kalenin açık olduğunu öğrendim.

Tekrar tırmanarak girdiğim Kale ve kaledeki arkeolojik eserlerin korunması konusunda bir önlem alınmadığı gibi, herhangi bir görevli de yoktu. Sadece sur duvarları önüne oldukça büyük bir levha dikilerek Silifke Kalesi ve kazılarla kazı başkanı hakkında Türkçe ve İngilizce bilgi verilmişti. Levhadaki bilgilendirme yazılarını okudum. Anladığım kadarıyla kale, bu günkü durumu ve konumu ile bir Orta Çağ yapısı…

Bilgilendirme levhalarına göre Silifke Kalesi’nin bulunduğu yer Tunç Çağı’ndan beri kullanılan bir yerleşkedir. Kazılarda bulunan Hitit yazıtlarından anlaşıldığına göre Kale, Ugarit Krallığı ile deniz ticareti yapan,  M.Ö. 13. Yüzyıla ait Ura Kenti’nin halkı tarafından yapılmış. M.Ö. 712 yılında Asur Kralı II. Sargon tarafından yeniden düzenlenmiş ve bu yerleşkeye Harrura adı verilmiş. Klasik Dönem’de Kokysion Oros olarak bilinen kalenin tepesinde, eskilerin Atena Kanetis’e sundukları bir tapınak bulunuyormuş.

Silifke

Silifke Kalesi; M.Ö. 321 ile M.S. 95 yılları arasında hüküm süren Selefkoslar zamanında ve M.S. 95 yılından 395 yılına kadar Romalılar tarafından kullanılmış olmalıdır. 7. Yüzyıla kadar Bizans yönetiminde kalan kale, Arap saldırılarına karşı Kilikya kıyılarını korumak amacıyla yeniden düzenlenmiş ve güçlendirilmiş. 1104 yılında Amiral Euthathius’un Silifke Kalesi’ni almasından sonra Bizans İmparatoru I. Alexius’un emri ile eski kale, yeni bir plana göre genişletilerek, bu günkü kalenin ana bölümünü oluşturulmuştur.

Haçlılar döneminde kale Rodos Şövalyelerine devredilmiş ve 1210 yılından itibaren şövalyelerin denetiminde kalmıştır. Daha sonraları, Karamanoğulları ile Osmanlılar arasında uzun süre anlaşmazlık konusu olan kale, 1471 yılında Gedik Ahmet Paşa tarafından fethedilerek Osmanlı yönetimine geçmiş.

Silifke

Bilgilendirme levhasındaki yazıları okuyup kale surları çevresinde eğimli, bozuk ve taşlı bir yolda bir hayli yürüdükten sonra, doğudaki kemerli giriş kapısından kale içine ulaşabildim. Dediğim gibi, arkeolojik buluntuların korunması için bir görevli yoktu. Kalenin içinde kemerli galeriler, su sarnıçları, depo ve ev kalıntıları bulunmakta… Kazı yapılan bölgelerde bazı buluntuların ve duvarların üzeri kapatılarak, asgari ölçüde korunmaya çalışılmış.

Oval biçimindeki bir arazi üzerine yerleştirilmiş olan kalenin, yarım daire üzerine oturmuş 23 burcu bulunmaktadır. Oval olarak tanımlanan elipsin büyük eksen uzunluğu 350 metre, küçük eksen uzunluğu 100 metredir. Silifke’nin kuzeyinde, göğe doğru yükselen bir tepenin üzerindeki kalenin, eskiden kuru bir hendekle çevrili surlarının yüksekliği de 148 metreyi bulmaktadır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde, Yıldırım Beyazıt dönemine ait bir cami ile 60 kadar evden söz edilmektedir.

silifke

Kale duvarları üzerinden de Silifke’nin panoramik ve muhteşem bir manzarası vardı. Bu manzarayı taçlandıran Göksu Nehri ‘de bir yılan gibi kıvrılarak Akdeniz’e uzanıyordu…Silifke ve Göksu Nehri’nin panoramik fotoğraflarını çektikten sonra, kaleden ayrılarak Göksu Deltasına doğru yola koyuldum.

Share Button