Bir Hoşgörü Mahallesi Kuzguncuk
Kuzguncuk, Boğaziçi’nin Anadolu yakasında, Üsküdar-Paşalimanı arasında bulunan bir mahalle. Antik adı ‘Altın Kiremit’ anlamına gelen güzide bir yer. Evliya Çelebi’ye göre semtin adı, Fatih zamanında buraya yerleşen Kuzgun Baba diye bilinen bir erenden geliyor.
Üç dinin ibadethanelerinin bulunduğu; ezan, çan ve hazan sesinin duyulduğu bir hoşgörü iklimidir Kuzguncuk.
Cami, kilise ve sinagogun yan yana olduğu Kuzguncuk, sadece mekânsal yakınlıkla değil, yaşanan olaylarla da hoşgörünün adresidir.
Mahalle dediğimiz şeyin burada hâlâ inatla devam ettiğini görüyoruz. Sokaklarında hâlâ ip atlanıyor, hâlâ saklambaç oynanıyor. Yaşlı ve emeklilerin, bir araya geldikleri kahvehanelerde, sohbet edip, mahallelerini daha da güzelleştrmenin yolunu arıyorlar.
Ekmek Teknesi’nden kokular hâlâ yükseliyor dört bir yana.
Dünya’da 3 ibadethanenin yan yana olduğu ender yerlerden olan biridir Kuzguncuk. iki Rum kilisesi, bir Ermeni kilisesi, iki sinagog ve bir de cami barındırıyor. Bu ibadethaneler birbirine bahçe ya da kapı komşusu.
Hatta 1952 yılında inşa edilen Kuzguncuk Camii, kilise papazının izniyle, İstanbul’un ilk ve tek kubbeli kilisesi olan Surp Krikor Lusaroviç Ermeni Kilisesi’nin bahçesine yapılmış.
Caminin inşaatında pek çok gayrimüslim çalışmış. Surp Kirkor Lusaroviç Kilsesi papazı da inşaatta kullanılmak üzere, o zamanın parasıyla 500 TL yardımda bulunmuş.
Sahil yolundan, Kuzguncuk’un ana caddesi İcadiye’ye girdiğiniz anda, Kuzguncuk’taki tarihi havayı solumaya başlıyorsunuz. Hemen solunuzda Ayios Yorgios Kilisesi, onun solunda da Kuzguncuk Camii bulunuyor.
İcadiye Caddesi oldukça uzun ve giderek yükselen bir eğime sahip. Eskiden dere yatağı imiş. Her iki tarafta da kahvehaneler ve meyhaneler bulunur ve üstünden köprülerle geçilirmiş. Cadde boyunca karşılıklı sıralanan 2-3 katlı, cumbalı evleri, fırınları, manavı ve küçük kafelerinde buram buram nostalji kokuları yükseliyor.
İcadiye Caddesi ile Bican Efendi Sokak’ın kesiştiği köşede Ptt-Kuzguncuk bulunuyor. Ptt’nin sağındaki Bican Efendi Sokak, Kuzguncuklular tarafından Postane Yokuşu ya da Sinema Yokuşu olarak biliniyor.
Ptt’yi geçip, biraz daha ilerleyince, Bican Sokak ile Behlül Sokak arasında Rum Ortodoks Kilisesi yer alıyor. Aziz Panteleimon’ ithaf edilmiş bu yapının ilk inşaasının tarihi Bizans İmparatoru Justinianus dönemine, M.S 550 yılına kadar tarihlenebiliyor.
Kuzguncuk’ta sokak isimleri itina ile örülmüş bir dantel gibi. Perihan Abla, Akasya, Ayçiçeği, Bahçe, Güzel Bahar, Hayırlı, Tütsülü, Yapraklı Çınar gibi insanın içini açan sokakların yanı sıra Simitçi Tahir, Baba Nakkaş, Aziz Bey, Tenekeci Musa sokakları da kollarını açmış, hoş geldin der gibi bana konuklarına bakmaktadır.
Üsküdar’daki Fethi Paşa Korusu’nu gezerken Kuzguncuk tepesine ulaşmıştım. Bu tepeden baktığımda önümdeki vadide Kuzguncuk Mahallesi ile birlikte; karşımda solda Fatih Sultan Mehmet Köprüsü Boğaziçi’nin incilerinden biri olarak kendini gösterirken, tam karşıdaki Nakkaştepe mezarlığı da manevi dünyadan bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
Fethi Paşa Korusu’nu gezip, fotoğrafladıktan sonra, ilk fırsatta Kuzguncuk Mahallesini gezmeye karar verdim. Bu kararımdan sonra da arka arkaya, farklı günlerde, üç kez Kuzguncuk Mahallesi’ne gidip yüzlerce fotoğraf çekerek arşivledim. İstanbul’da beni en çok etkileyen mekanlardan biri de Kuzguncuk Mahallesi oldu. Bu etkilenmeden sonra eşim Serap Akıncı, 40 yıllık dostlarımız Maide ve Celal Gülay, Zehra ve Salih Semiz, genç arkadaşlarımızdan Özlem Aydoğmuş ile de bu mahalleyi gezdik. Büyük keyif aldık.
Kuzguncuk, Boğaziçi’nin Anadolu yakasında bulunan ve eski adı ‘Altın Kiremit’ anlamına gelen güzide bir yer.Evliya Çelebi’ye göre semtin ismi Fatih zamanında buraya yerleşen ve Kuzgun Baba diye bilinen veli bir zattan geliyor. Altın Kiremit ya da Kuzgun Baba, her neyse, tanı(t)maya çalışalım Kuzguncuk Mahallesi’ni. Üsküdar’da; Mihrimah Sultan Camisi önünden bindiğimiz toplu taşım araçlarından biriyle Anadoluhisarı’na doğru giderken, Fethi Paşa Korusu’nu geçer geçmez karşımıza şirin mi şirin bir mahalle olarak çıktı Kuzguncuk. Toplu taşım aracından İETT Kuzguncuk durağında iniyor ve mahallenin tek ana caddesi durumunda olan İcadiye Caddesi’ne giriyoruz.
Sahil yolundan, Kuzguncuk’un ana caddesi olan İcadiye Caddesi‘ne girdiğiniz anda, Kuzguncuk’taki tarihi havayı solumaya başlıyorsunuz. Caddeye girer girmez solda Ayios Yorgios Kilisesi var. Hıristiyan inanışına göre Hazreti İsa, Ürdün Nehri’nde vaftiz edilmiş. Bu olayın anısına ve onu temsilen deniz, göl ve nehirlere yakın olan kiliselerdeki cemaat ve ruhani temsilciler, Ocak ayının altıncı günü kilisedeki ayinin ardından sahile gidiyor. Kutsal haç, dualar eşliğinde ruhani lider tarafından suya atılıyor. Burada hazır bulunan gençler suya atlayarak, haçı çıkarmak için yarışıyor. Kuzguncuk’taki bu küçük kilise de ayinin başlatıldığı yerlerden birisiymiş. Kiliseyi görme ve gezme olanağı bulamıyorum.
İcadiye Caddesi yolu oldukça uzun. Belli bir mesafede düz ama daha sonra yokuşlar başlıyor.İcadiye Caddesi eskiden dere yatağı imiş. Her iki tarafta da kahvehaneler ve meyhaneler bulunur ve üstünden köprülerle geçilirmiş. İcadiye Caddesi boyunca karşılıklı sıralanan 2-3 katlı, cumbalı evleri, fırınları, manavı ve küçük kafelerinde buram buram nostalji kokuları yükseliyor. İcadiye Caddesi üzerinde bulunan Kuzguncuk Ptt’sine doğru gidiyoruz. Karşılaştığımız soldaki ilk sokak ve sokaktaki cumbalı evler dikkatimi çekiyor. Girişteki sokak ismini belirten levhaya bakıyorum. “Perihan Abla Sokağı” diye yazıyor.
Birden anılarım canlanıyor ve 28 yıl öncesine gidiyorum. Sokağa adı verilen Perihan Abla, 1986-1988 yılları arasında TRT’de yayınlanan Perran Kutman’ın başrolde oynadığı ilk yerli dizidir.İzleyenlere olumlu mesajlar veren keyifli ve duygusl bir diziydi.Türkiye’de dizi kültürünü başlatan 1986 yapımlı bu dizi, iki yıl boyunca TRT’de yayınlanmış Türk Televizyon tarihindeki öncü dizilerden birisidir.Bana duygusal anlar yaşatan Perihan Abla Sokağı, barındırdığı rengarenk cumbalı evleri ve çiçekli pencereleri ile fotoğraf karelerine taşımak için enfes bir mekan. Bir hayli fotoğraf çekmiştim. Gezerken karşılaştığım sokak isimleri de ilginç geldi bana.
Kuzguncuk’ta sokak isimleri itina ile örülmüş bir dantel gibi. Perihan Abla, Akasya, Ayçiçeği, Bahçe, Güzel Bahar, Hayırlı, Tütsülü, Yapraklı Çınar gibi insanın içini açan sokakların yanı sıra Simitçi Tahir, Baba Nakkaş, Aziz Bey, Tenekeci Musa sokakları da kollarını açmış, hoş geldin der gibi bana bakıyor. Özellikle Perihan Abla Sokak ile kesişen Üryanizade Sokak ilgi ve dikkatimi çekiyor. Bu sokaktaki ahşap evlerin hepsi birbirinden güzel. Cengiz Bektaş, “İstanbul Sokakları” isimli kitapta bu sokağı çok güzel anlatmış ve tanıtmış. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi İç Mimarlık, Mimarlık bölümlerinde okuyan Cengiz Bektaş, 1959’da Münih Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümünü bitirmiş ünlü bir mimarımız.
1960’ta Alman Şehircilik Akademisi kurslarını izlemiş. Vikipedi verilerine göre; 1999 güzünden beri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehircilik Bölümü lisansüstü öğrencilerine “Kültürün Planlamaya Etkisi” konusunda, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde de “Estetik” konusunda ders veriyor. Üryanizade Sokak’ta neler olduğunu, komşuluk ilişkilerini ve yaşanmışlık hikayelerini onun kaleminden okumak çok zevkli olmalı. Zaten Bektaş’ın ofisi de bu sokaktaymış. Rotadan şaşmamak için, daha sonraki gezilerimde Üryanizade Sokağı iyice tanımak istiyorum. İki tarafında sıralanmış cumbalı evleri yakından izlemek ve fotoğraflamak istiyorum.
Oldum olası cumbalı evler ilgimi ve dikkatimi çekmiştir. Eski Türk evlerinde zemin katın üzerindeki birinci ya da sonraki katlarda dışa taşan kafesli oda bölmesi olan cumbalı evlerde, 180 derecelik bir görüş alanı sağlanırdı. Diğer taraftan, kafesli yapısı nedeniyle de mahremiyet sağlardı. Perihan Abla Sokak’tan çıkıyorum. Tekrar İcadiye Caddesi’ne dönüyor ve eski PTT-Kuzguncuk tarafına doğru ilerliyoruz. Sol tarafta Kuzguncuk Mahallesi Muhtarlığı bulunuyor.
Biraz daha ilerleyince, İcadiye Caddesi ile Bican Efendi Sokak’ın kesiştiği köşede Ptt-Kuzguncuk bulunuyor. Ptt’nin sağındaki Bican Efendi Sokak, Kuzguncuklular tarafından Postane Yokuşu ya da Sinema Yokuşu olarak biliniyor. Kuzguncuk-Ptt’yi geçip, İcadiye Caddesi’nde biraz daha ilerleyince, Bican Sokak ile Behlül Sokak arasında Rum Ortodoks Kilisesi yer alıyor. Aziz Panteleimon’ ithaf edilmiş bu yapının ilk inşaasının tarihi Bizans İmparatoru Justinianus dönemine, M.S 550 yılına kadar tarihlenebiliyor.
İkinci inşaası şimdiki yapı olup, 1821 yılında gerçekleşmiş. Kilisenin yanında, yol üzerinde, kare planlı küçük bir ayazma da bulunuyor. Andon Hüdaverdioğlu tarafından yaptırılan Çan Kulesi 1911 yılında eklenmiş. Kuzguncuk’taki Rum ortodoks Kilisesi, İstanbul’daki en eski kiliselerden biridir.Kilise kapalı olduğu için gezme olanağı bulamadım. 1818’de yapılan Büyük Havra ile 1821 tarihli Rum-Ortodoks Kilisesi Ayios Georgios’u birbirlerine yaslanmış halde bulunmaktadır. Kilisenin çevresinde dolaşarak, olabildiğince çok ve iyi fotoğraf çekmeye çalışıyorum.
Sosyal paylaşım sitesi facebook’tan öğretmen arkadaşım olan ve Kuzguncuk Behlül Sokak’ta yaşadığını öğrendiğim Aynur Balkancı’nın önerisi üzerine Postane yokuşunda tırmanmaya başlıyoruz ki bizi Kuzguncuk tepesine götürsün. Aksiyon isteyen, kendini denemek isteyen, nabız yükseltmek isteyen Kuzguncuk’taki Bican Sokak ya da Postane yokuşunu tırmanmalı dır diye düşündüm ilerledikçe. Eşim Serap ile bize eşlik eden Özlem de oflaya puflaya geliyorlardı arkamdan. Kan ter içinde tırmanmamızı sürdürdük Fethi Paşa Korusu duvarlarına kadar. Yorulmamıza değdi doğrusu. Geriye dönüp baktığımızda hoşgörünün adresi olarak bilinen Kuzguncuk, panoramik olarak ayaklarımızın altındaydı. Tam karşımda da masalımsı bir görüntü eşliğinde Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yer almıştı. Bu görüntüleri seyredip, soluklandıktan sonra çevreyi tanımaya çalıştık.
Üç dinin ibadethanelerinin bulunduğu; ezan, çan ve hazan sesinin duyulduğu bir hoşgörü iklimi olarak karşımıza çıkıyor. Cami, kilise ve sinagogun yan yana olduğu Kuzguncuk, sadece mekansal yakınlıkla değil, yaşanan olaylarla da hoşgörünün adresidir. Mahalle dediğimiz şeyin burada hâlâ inatla devam ettiğini görüyoruz. Sokaklarında hâlâ ip atlanıyor, hâlâ saklambaç oynanıyor. Yaşlı ve emeklilerin, bir araya geldikleri kahvehanelerde, sohbet edip, mahallelerini daha da güzelleştrmenin yolunu arıyorlar. “Ekmek Teknesi”nden kokular hâlâ yükseliyor dört bir yana.
Burası gizemli bir bağ ve ışıklar bir yerden geliyor hissi uyanıyor insanda. Belki de halkın ‘Bostan’ dediği yeşilliktir bu memba. Sakinlikleri ve hoşgörülü davranışlarıyla ün yapmış olan Kuzguncuklular, Bostanları için haftalarca nöbet tutup, kıyametleri kopardılar.Kuzguncuklular Derneği’nin, Kuzguncuk Bostanı’nın korunması için verdiği uzun soluklu mücadele sonuç verdi. Kuzguncuk halkının da tam destek verdiği mücadele sonrasında Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü Komisyonu, derneğe resmi bir yazı göndererek bostan üzerinde yapılması planlanan özel okul projesinden Kuzguncuk mimari dokusuna ve yakın çevre yapı karakterine uygun olmaması nedeni ile vazgeçildiğini bildirdi.
Dünya’da 3 ibadethanenin yan yana olduğu ender yerlerden olan biridir Kuzguncuk. Bugün Kuzguncuk’ta, iki Rum kilisesi, bir Ermeni kilisesi, iki sinagog ve bir de cami var. Bu yapılar, birbirine bahçe ya da kapı komşusu. Hatta 1952 yılında inşa edilen Kuzguncuk Camii, kilise papazının izniyle, İstanbul’un ilk ve tek kubbeli kilisesi olan Surp Krikor Lusaroviç Ermeni Kilisesi’nin bahçesine yapılmış. Caminin inşaatında pek çok gayrimüslim çalışmış. Surp Kirkor Lusaroviç Kilsesi papazı da inşaatta kullanılmak üzere, o zamanın parasıyla 500 TL yardımda bulunmuş.
Kuzguncuk, Avrupa Musevileri tarafından “Kutsal Topraklar’a varmadan önceki son durak” olarak kabul ediliyor. Herhangi bir nedenle vaat edilmiş olan topraklara gidemeyen Avrupa Musevileri, hiç değilse bir kere de olsa, Kuzguncuk’u görmeyi ya da Kuzguncuk’a yerleşip orada gömülmeyi vasiyet ettikleri bilinir. Yahudilerin Kuzguncuğa ne zaman geldiği tam olarak kanıtlanamadıysa da İspanya göçü sırasında Yahudilerin bu bölgeye gelip yerleştiği bilinmektedir. Kuzguncuk’un kuzey tarafında bulunan ve Nakkaştepe olarak adlandırılan yerin yamaçlarında etrafı duvarlarla çevrili olan Yahudi mezarlığı bulunmaktadır. Nakkaştepe’de ayrıca muhteşem bir boğaz manzarası mevcuttur ve ziyaretçiler için kafeler bulunmaktadır.
18. yüzyılda ise özellikle Anadolu’dan gelip Kuzguncuk’a yerleşen Ermeniler, 19. yüzyılın ilk yarısından önce ahşap ve kâgir kiliseler inşa etmiş. Yapılan araştırmalara göre, ünlü Kuzguncuk yazmalarının kökeni olan kumaş baskı işlerini de ilk kez buraya yerleşen Ermeniler yapmaya başlamış. Ermenilerden sonra köye, yine 19. yüzyılda Rumlar gelmiş. Onlar sayesinde, 1950’li yıllara kadar Kuzguncuk, üç gün süren panayırlara, çiçeklerle süslenen ana caddeye ve üç dört yere kurulan laternalar eşliğinde edilen danslara, gökyüzüne ve dalgalara karışan notalara sahne olmuş. Bugün de hala her 27 Temmuz’da Ayazma Günü kutlanıyor.
Müslümanlar’ın köye gelişi ise 1860 yılında inşa ettirilen Üryanizade Mescidi ile başlıyor. Bu mescidi, Museviler’in önerisi ve Ermeniler’in para yardımıyla 1952 yılında inşa edilen Kuzguncuk Camii takip ediyor.Gelişen ve değişen dünyamızda her gün yeni savaşlar patlak verirken, Kuzguncuk’ta yüzyıllardır içiçe, barış içinde yaşamayı başarmış, birbirlerinin acılarına, kederlerine, sevinçlerine ortak olmuş bu köy halkının günümüzde bile bu sıcaklığı sürdürebiliyor olması gurur verici. Bu insanlar sayıları ne kadar çok olursa olsun birbirlerini tanıyor, “günaydın” demeden güne başlamıyor, birlikte seviniyor, birlikte üzülüyor, birlikte ağlıyor, birlikte gülüyor. Onlar renkleri, kokuları, yaşamları birleştirip umutlar yaratıyorlar adeta.
Rahmetli Can Yücel’in ve Nazım Hikmet’in en çok zaman geçirdikleri yerin Kuzguncuk olmasına şaşmamalı.
Can Yücel
‘‘Ben Kuzguncuk’ta yeşil bir dal buldum, ona tutundum.”
“Kuzguncuk’ta oturuyorum; martılarla aynı katta.”
Çınaraltı’ndan Boğaz’a doya doya bakıyoruz. Denizin yeryüzüne ilk defa indirildiğini düşünürken akşam oluyor yavaş yavaş. Bu sefer de bir zamanlar burada yaşamış Nazım Hikmet’in mısraları dökülüyor evine giden martıların ağızlarından:
Güneşte tavana suların ışıltısı vurur
Karanlık şilepler geçerdi geceleri
İnsanı olduğu yerde
Eli böğründe bırakarak
Fakat Kuzguncuk şirin yerdir.