Bir Orta Çağ Kale Köyü Eze – Nice
Eze Köyü Cote D’Azur’un başkenti Nice’e 10 kilometre uzaklıkta. Denizden yaklaşık 450 metre yükseklikte kayalık bir tepe üzerine kurulmuş bir orta çağ köyü. Eze Köyü’ne M.Ö. 2000 yıllarında önce Romalılar yerleşmiş. Tarihsel geçmişinde birçok değişik ulus ve kavmin istilası var. Her ulus ve kavimden izler görmek mümkün oluyor.
Köyün tek giriş kapısı ve kuleleri 14’üncü yüzyıla tarihlenmekte olup, sağlam taş yapılarıyla hâlâ gelebilecek istilacıları karşılamaya hazır görünüyor. Dar taş yollardan geçip, kâh merdivenleri tırmanarak, kâh surlardan başımızı dışarı uzatarak şahane manzaralar eşliğinde yürüyoruz. Pitoresk evleri seyrederek yola devam ediyoruz. Bölgedeki çoğu yerleşim yerinde olduğu gibi Eze de doğasını, tarihini, mimarisini, kültürünü korumayı başarmış. Mimari yapısı 1400 yılında nasıl ise şimdi de aynı biçimde varlığını sürdürüyor.
Mimar olan eşim hayranlık ve biraz da kıskançlıkla dokusu bozulmamış taş binaları, peyzajı ve sokakları oluşturan mozaikleri büyük bir dikkatle gözlemliyor. Köyün bu daracık sokaklarında eşekler aracığıyla yapılan inanılmaz bir ticaret trafiği varmış o tarihlerde. Şimdilerde köyde yalnız bir market ve bir de kafe bulunuyor. Köy ticarethaneye dönmemiş. Köyün içinde bir konaklama yeri bile neredeyse yok. Köye yerleşenler evlerini yüksek fiyatlarla kiralıyorlarmış. Köy ya da kale dışındaki oteller ise oldukça pahalıymış.
Dışarıdan taş duvar olarak görünse de lobileri ve bahçeleri oldukça sade ve bir o kadar da şık. Gerek konaklama gerekse kahvaltı ücretleri bütçeleri zorlayacak kadar da yüksek olmasına rağmen yine de köye on binlerce turist geliyor. Yüzyıllardır olduğu gibi yalınlığını ve en önemlisi kimliğini koruyor olması bu ilginin temel nedeni. Hem kullanılıyor hem de korunuyor.
Kalenin tepesine yaklaştığımızda 6 Euro karşılığında girilebilen bir kaktüs bahçesi ‘’Jardin’’ ile karşılaşıyoruz. 1949 yılında ziraat mühendisi Jean Gastaud tarafından tasarlanan Exotik Bahçe agav, aloevera, yuka gibi kaktüslerin onlarca çeşidi ile bezenmiş.
Merdivenlerden tırmanmaya devam ediyorum. Deniz seviyesinden 450 metre yukarda, tam tepe noktasında yarı yıkık kalenin kalıntıları içindeyim artık. Orta çağ kalesinin ve Egzotik Bahçe’nin içi heykeltıraş Jean- Philip’e Richard tarafından yapılmış, “Yeryüzünün Tanrıçaları” konulu kadın heykelleriyle süslenmiş. Bazı gezginler bu heykelleri deniz kızları olarak tanımlıyor.
Egzotik bahçede tepeye doğru çıkarken ilk karşılaştığım heykelin adı Margot’muş. Kale sur kalıntılarının bulunduğu en tepeye ulaştığımda ise adları da Anais, Rose ve Melisande olan üç heykele daha rastlıyorum. Eze limanına tepeden bütün heybetiyle tek başına bakan ise Tanrıça İsis’e adanmış.
25 Mayıs 2015 Pazartesi…
Villeneuve Loubet Kasabasında üçüncü günümüz. Buraya gelmeden önce, kaldığımız otel Best Western Syracuse aracılığı ile iki tur satın almıştık. Bu gün katıldığımız birinci Tur kapsamında Nice, Eze, Monte Carlo, Monaco, Cannes ve Antibes bulunuyor. Cote D’Azur sahillerini kapsayan ve 9 saat sürecek olan bu tura kişi başı 79 Euro ödedik.
Sonradan öğreniyoruz ki, otobüs ve tren kullanarak, 15-20 Euro’ya bu turu kendimiz de gerçekleştirebilirdik. Bilmeyince pahalıya patlıyor. Oysa Cote D’Azur’da çok gelişmiş bir ulaşım sistemi var. Satın aldığımız turlar kapsamında bulunan bütün köy, kasaba, kent ve yerleşim yerlerinin hepsine otobüsle, büyük bir bölümüne de trenle ulaşmak mümkünmüş…
Kişi başı 79 Euro ödediğimiz tur kapsamında bulunan bütün yerlere, otobüslere göre biraz daha pahalı olan, trenlerle ulaşmak mümkün. Varsayalım ki Cannes Film festivali için bu kenttesiniz. Cannes’ten İtalya sınırında bulunan Menton’a kadar, yaklaşık 15-20 Euro’ya satın alacağınız gidiş dönüş bileti tüm gün geçerli. Bu biletinizle seyahatimiz süresince, rotanız üzerinde bulunan Nice’de trenden inip birkaç saat dolaştıktan sonra aynı rotayı izleyen diğer trenlerden birine binerek, Eze’de tekrar inebilirsiniz. Eze’de geçireceğiniz birkaç saatten sonra da bir başka trenle ve aynı biletlerinizle Monte Carlo ve Monaco’da da mola verebilirsiniz. Monaco’da geçireceğiniz birkaç saatten sonra da tekrar aynı rota üzerinde çalışan bir başka trene binerek Menton’a gider ve Menton’u da dolaştıktan sonra, ek ücret ödemeden ve sabahleyin satın aldığımız biletinizle konaklama yerinize geri dönebilirsiniz.
Nitekim 29 Mayıs 2015 Perşembe Gün biz de bu yöntemi denedik ve kişi başı 12 Euro ödeyerek, konaklama yerimizden Menton’a kadar gidip geldik. Diğer ulaşım araçlarına gelince, Lignes D’azur ulaşım şirketinin yönetiminde olan otobüslerle trenlerin ulaşamadığı yerlere çok daha ucuza ulaşmak mümkün. Sözgelişi, bizim birinci tur rotamız üzerinde bulunan Nice, Eze, Monte Carlo, Monaco ya da Menton’a 1,5 Euro karşılığında ulaşılabiliyor. Otobüsler parasal yönden oldukça ekonomik olmasına rağmen zaman yönünden aynı şeyi söyleyemiyoruz. Çok fazla sayıda durak olduğu gibi, trafik de oldukça sıkışık. Trenle İtalya sınırındaki Menton’a 1,5 saatte ulaşmıştık. Oysa 200 numaralı otobüsle Nice’e ulaşmamız 1,5 saatimizi aldı. Zamanı olanlar açısından otobüslerin oldukça ekonomik ve kullanışlı olduğunu söylemeliyim.
Otobüslerle seyahatin bir avantajı daha var. Bindiğiniz durakta bulunan bilgilendirme levhalarında, ineceğiniz ilk durakta, ulaşmak istediğiniz yerlerin otobüs numaraları da verilmiş. Nice ulaştığınızda, Grasse kentine gitmek istiyorsanız, hangi numaralı otobüse binmeniz gerektiğini önceden biliyorsunuz. Bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Satın aldığınız tren bileti tam gün geçerli. Nice- Cannes arasında, sabahtan akşama kadar, birkaç kez gidip gelebilirsiniz zamanınız varsa!
Tekrar satın aldığımız 1 numaralı tura dönecek olursak… Sabah saat 08,45’te otelin önünden 7 kişilik Mercedes Vito marka bir ulaşım aracına Arjantinli bir konukla birlikte bindik. Kaptanımız ve rehberimiz bir Fransız. Konuştuğu dil İngilizce olmasına karşın, biraz da Fransızca aksanlı. Hareket esnasında bizi turla ilgili olarak bilgilendirmeye çalışırken motor sesi de devreye giriyor. İletişim ve anlamada zorlanıyoruz. İletişim konusunda özenli de davranmıyor. Yarım saatte tur kapsamında olan Nice ulaşıyoruz. O da ne? Nice’i gezdirmek ve hakkında bilgilendirmek yerine, Şikagolu iki katılımcıyı daha alarak Eze’ye doğru yola çıkıyor. Bu duruma oldukça canımız sıkılmasına rağmen, yapacak bir şey yok. Ulaşım bizim gibi özel araçlarla sağlandığı gibi tren ve otobüsle de ulaşmak mümkün. Trenler deniz seviyesine yakın bir rota izlerken tünellerden geçmekte. Bu yüzden Eze’ye trenle gitmek pek akıllıca değil. 450 metre yüksekliğe tırmanmak ya da yüklüce bir para ödeyerek bir taksi ile Eze’ye çıkmak gerekir. Karayolu ise, dönemeçlerle Alp Dağlarının eteklerinde yükselerek ve alçalarak Menton’a kadar uzanmakta. Otobüsler 1,5 Euro karşılığında köyün giriş kapısına kadar gidiyorlar.
Bizim aracımız Napolyon III Bulvarı’ndan tepelere tırmanmaya başladı. Bu tırmanış sırasında aracımızdan muhteşem bir Nice ve tanımına uygun ‘’Maviler Denizi’’ görünüyor. Ancak kaptanımız uygun bir yerlerde duraklama yapmadığı için bu muhteşem ve panoramik manzaranın fotoğraflarını çekemiyoruz. Bella Vista ve Verdun Caddeleri üzerinde dönemeçleri dönerken de muhteşem ve panoramik manzaraları sadece izlemekle yetiniyoruz. Tepeler aşıldıktan sonra aracımız kıyı boyunca bazen deniz seviyesine yaklaşarak, bazen de uzaklaşarak Eze’ye doğru hareketini sürdürüyor. Ulaşmak istediğimiz Eze Nice’e 10 kilometre uzaklıkta. Denizden yaklaşık 450 metre yükseklikte kayalık bir tepe üzerine kurulmuş bir ortaçağ köyü. Nihayet, saat 10,15’te tarihi Eze Köyü kalesinin eteklerine kadar ulaşıyoruz. Kaptanımız bizi kale girişinde bırakıyor. İki saat sonra köy girişindeki otoparkta buluşacağımızı söyleyip, bizden ayrılıyor. Herhangi bir rehberlik hizmeti sunmuyor. Belki böylesi daha iyi, kendi kafamıza göre takılıyoruz.
İnternetten derlediğim notlarıma bakıyorum. Eze Köyü’ne M.Ö. 2000 yıllarında önce Romalılar yerleşmiş. Tarihsel geçmişinde birçok değişik ulus ve kavmin istilası var. Her ulus ve kavimden izler görmek mümkün oluyor. Köyün tek giriş kapısı ve kuleleri 14’üncü yüzyıla tarihlenmekte olup, sağlam taş yapılarıyla hâlâ gelebilecek istilacıları karşılamaya hazır görünüyor. Dar taş yollardan geçip, kâh merdivenleri tırmanarak, kâh surlardan başımızı dışarı uzatarak şahane manzaralar eşliğinde yürüyoruz. Pitoresk evleri seyrederek yola devam ediyoruz. Bölgedeki çoğu yerleşim yerinde olduğu gibi Eze de doğasını, tarihini, mimarisini, kültürünü korumayı başarmış. Mimari yapısı 1400 yılında nasıl ise şimdi de aynı biçimde varlığını sürdürüyor.
Mimar olan eşim hayranlık ve biraz da kıskançlıkla dokusu bozulmamış taş binaları, peyzajı ve sokakları oluşturan mozaikleri büyük bir dikkatle gözlemliyor. Köyün bu daracık sokaklarında eşekler aracığıyla yapılan inanılmaz bir ticaret trafiği varmış o tarihlerde. Şimdilerde köyde yalnız bir market ve bir de kafe bulunuyor. Köy ticarethaneye dönmemiş. Köyün içinde bir konaklama yeri bile neredeyse yok. Köye yerleşenler evlerini yüksek fiyatlarla kiralıyorlarmış. Köy ya da kale dışındaki oteller ise oldukça pahalıymış. Dışarıdan taş duvar olarak görünse de lobileri ve bahçeleri oldukça sade ve bir o kadar da şık. Gerek konaklama gerekse kahvaltı ücretleri bütçeleri zorlayacak kadar da yüksek olmasına rağmen yine de köye on binlerce turist geliyor. Yüzyıllardır olduğu gibi yalınlığını ve en önemlisi kimliğini koruyor olması bu ilginin temel nedeni. Hem kullanılıyor hem de korunuyor.
Kalenin tepesine yaklaştığımızda 6 Euro karşılığında girilebilen bir kaktüs bahçesi ‘’Jardin ’’ ile karşılaşıyoruz. 1949 yılında ziraat mühendisi Jean Gastaud tarafından tasarlanan Exotik Bahçe agav, aloevera, yuka gibi kaktüslerin onlarca çeşidi ile bezenmiş. Merdivenlerden tırmanmaya devam ediyorum. Deniz seviyesinden 450 metre yukarda, tam tepe noktasında yarı yıkık kalenin kalıntıları içindeyim artık. Ortaçağ kalesinin ve Egzotik Bahçe’nin içi heykeltıraş Jean- Philippe Richard tarafından yapılmış, “Yeryüzünün Tanrıçaları” konulu kadın heykelleriyle süslenmiş. Bazı gezginler bu heykelleri deniz kızları olarak tanımlıyor.
Egzotik bahçede tepeye doğru çıkarken ilk karşılaştığım heykelin adı Margot’muş. Kale sur kalıntılarının bulunduğu en tepeye ulaştığımda ise adları da Anais, Rose ve Melisande olan üç heykele daha rastlıyorum. Eze limanına tepeden bütün heybetiyle tek başına bakan ise Tanrıça İsis’e adanmış.
Heykelleri yakından izleyip, fotoğrafladıktan sonra, kalenin arka kısmında dağlar arasından süzülerek akan otoyolu ve köprüyü fotoğrafladım. İstemeyerek de olsa kaktüs bahçesini terk ederek eşimle buluştum. Köyün taş sokaklarından aşağı inerken bir kiliseye, daha doğrusu şapele rastladık. Chapelle des Penitents Blanc olarak bilinen Şapel aynı zamanda köyün en eski binası. Eskiden köy halkı toplantılarını burada yaparmış. Şapelin yanında bir mezarlık bulunuyor.
Şapelden ayrılarak kaleden ayrılıp, otoparka giderken yerel parfüm fabrikası Fragonard’ın satış dükkânına uğradık. Daha doğrusu eşim uğrayıp bölgeye has krem, sabun, parfüm, hoş kokulu yağları gözden geçirdi. Bu arada bize ayrılan zaman da dolmuştu. Otoparkta bizi bekleyen tur arabasına binerek Monte Carlo yoluna koyulduk.