İstanbul Arkeoloji Müzesi-Anadolu Antik Çağ Mimarisi 1
Güzellik insanın doğasında vardır. Bu nedenle insan, özellikle sanatçılar ve heykeltraşlar her devirde bir arayış içerisinde olmuştur. İnsanı bu arayışa iten, belki de sahip olduğu ideal “sevgi” olgusudur. İnsan her zaman güzel olanı sevmiştir. Antik Çağ’ın insanın düşüncesinde de güzellik değişik nesneler üzerinde algılanmış ve uygulanmıştır. Truvalı Helen’de olduğu gibi, bazen bir “güzel kadın” uğruna yıllarca savaşılıp, kentler yakılmış, bazen de güzellik bir heykel ya da mimari yapıda doruğa çıkartılmıştır.
Her ne kadar güzellik göreceli bir kavram ise de, ideal olan ve herkes tarafından benimsenen bazı kelimelerle de anlatılagelmiştir. “Mükemmel”, “harika” ve “olağanüstü” gibi anlatımlar güzelliğin herkesce kabul edilen yansımalarıdır. Bugün olduğu gibi, Antik Çağ insan düşüncesi de sürekli güzel olanı aramış, bunu seramik ve plastik sanatlann yanında, özellikle mimari alanda sergilerneye çalışmıştır. Bu, bazen düz bir silmeyle, bazen de bütün ayrıntılann işlendiği zengin bezemeli profillerle sağlanmıştır.Güzeli oraya koymayı asıl amaç olarak gören antik çağ insan düşüncesi, bunu ilk mimari anıtların altyapı elemanlarında uygulamıştır. “Mükemmel” olan insandır ve bütün güzellikler onda toplanmıştır. Antik çağ mimarisi de oranlamada insanı temel ölçü olarak almış ve bu, mimari anıtlarda sürekli kullanılmıştır.
Arkaik Dönem Heykeltraşlığı (M.Ö. 7. ve 6. yüzyıl)
Bu dönemde, Batı Anadolu’da, İonya bölgesinde demokratik rejim ve hukuka dayalı ilk kent devletleri kurulmuştu. Bugünkü İzmir ve Aydın illerinin sahil şeridi İyonya bölgesini oluşturmaktaydı. Modern bilim kurallarını doğal nedenlerle açıklayan doğa bilginleri ilk kez burada ortaya çıkmıştır. İyonya bölgesinde kurulan bu kentler, özellikle Miletos, Karadeniz ile Marmara Denizi kıyılarında koloniler kurmuşlardı. Böylece, İyonya’da gerçekleşen İyon Sanatı ve Kültür Belgeleri Batı Anadolu’dan uzak bölgelere kadar yayılmıştı.
Anadolu’da daha erken arkeolojik devirlerde işlenen ufak boydaki sembolik heykelciklerin yerini, Arkaik dönemde, büyük boyda yapılan heykeller almıştır. Bu çağın heykeltraşlığına özgü frontal duruş gösteren Kore ve Kurus heykellerinde anıtsal hava sezilmektedir. İki ayak üzerinde duran frontal duruş heykellerinde ciddi, sakin ve durağan çehredeki gülümseme tipik ”arkaik gülüş” olarak tanınmaktadır. Miletos/Milet’in bir kolonisi olan Kyzikos/Erdek eserleri, Marmara Denizi’nin güney sahillerindeki İyon sanatının izlerini yansıtmaktadır.
Anadolu’da Pers Egemenliği
Persler, İ.Ö. 546 yılında, öteden beri göz diktikleri zengin Lydia Krallığı’nın başkenti olan bugünkü salihli’nin Sart köyü olan Sardes’i ele geçirirler. Başlangıçta; günümüzdeki İzmir’in doğusu, Manisa’nın büyük bir bölümü, Kütahya ve Uşak illerinin büyük bir bölümünü Lidya Krallığı’nı oluşturuyordu. Antik Çağ’da, Menderes ve Gediz ırmakları arasında kalan bölgeye Lidya/Lydia deniyordu. Lydia’nın uygarlık tarihine en büyük katkılarından biri, beyaz altından yararlanarak ilk madeni parayı basmış olmalarıdır. Sardes’in ele geçirilmesiyle, Anadolu toprakları 200 yıl süreyle Perslerin idaresinde kalır. Perslerle oluşan siyasi değişiklik yönetim, kültür ve sanata da yansır. Doğu ve batı karakterinde ilginç yapıtlar üretilir. Satraplık olarak adlandırdıkları eyalet ve eyalet meclislerini kurarlar.
Persler Ege Denizi’nden Hindistan’a kadar olan topraklarını yönetebilmek için bu satraplıkları kurdular. İskender’in Anadolu’yu işgalinden sonra ise bu sistem ortadan kalktı. Satraplarda Pers soyluları satrap olarak görev yapmaktaydı. Satraplar her yıl kralın görevlendirdiği kişiler tarafından denetlenir, yönetimde yetersiz görülen ve kuralsız davranan satraplar görevden alınır ya ve cezalandırılırdı. Sayıları yirminin üzerinde olan Anadolu’daki satraplık merkezlerinden bazıları; Manyas gölü yakınlarında Ergili olarak bilinen ”Daskylaion”, ”Sardeis”, günümüzün Bodrum ilçesi olarak bilinen ”Halikarnassos” tur. Daskylaion/Ergili kazılarında bulunan stel ve kabartmalarda, ilk kez birbirini tamamlayan doğu ve batı kültürlerine özgü işçilik görülmektedir. Müzede sergilenen bu kabartmalarla, Pers sanatının Anadolu İyon stilinden çok şey aldığı anlaşılmaktadır. Eserler, Anadolu- İyon Pers stilinin oluştuğunu belgelemektedir. Örneklemek gerekirse, Anadolu’nun yerli ana tanrıçası Kybele, Dorylaion stelinde görüldüğü gibi, kanatlı ve yüksek başlıdır. Bu özellikler Doğu’ya aittir.
Attik Mezar Stel ve Kabartmaları (İ.Ö. 6. ve 5. yy.)
Stel veya stela, dikilmiş, yüksekliği eninden uzun yekpare bir taştan oluşan bir yapıttır. Sözcük Yunanca stele yani “dikili duran blok”tan gelir. Özel mezar taşları olarak tanımlayabileceğimiz ”mezar stelleri” insanlık tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle de arkeoloji müzelerinde sergilenen eserler arasında önemli bir yer tutarlar. Antik Çağ’da Anadolu Attika’dan etkilenmiştir. Attika, başkenti Atina olan idari bir bölge olarak karşımıza çıkar.
Bu bölgede yer alan Attika Heykeltraşlık Okulu’nda büyük boy yontuların ya da heykellerin yanı sıra, ”Halk Sanatı” denilen mezar stelleri de yapılmıştır. Zengin bir işçilik gösteren stellerde, çağının büyük boy heykel örneklerinden esinlenilmiş figürler işlenmiştir. Kabartma/rölyef konuları genellikle symposion (cenaze şöleni), vedalaşarak tokalaşma ve ayakta duran figürlerden oluşmaktadır. Attik steller yalnız kendi bölgelerinde kullanılmamıştır. Ege adalarından başlayarak Gelibolu, Biga ve Samsun’a kadar geniş bir bölgeye yayılmıştır. Attik mezar stelleri yanında, ya tanrılara adak olarak sunulmuş ya da tapınak süslemesinde kullanılmış ”adak stelleri” de yapılmıştır.
Adak stellerinde daha çok mitolojiden tanıdığımız figürler işlenmiştir. Anadolu’nun Antik sivil mimarisinde mezar mimarisi ve buna bağlı olarak özel mezar taşları olan steller önemli bir yere sahiptir. Roma ve Yunanistan’da halkın önde gelenleri dışındakilerin şehrin resmi sınırı dahilinde veya yakınında gömülmesi yasaktı. Ancak, Anadolu’da farklı bir yöntem izleniyordu ve mezarlıklar yaşam alanlarına ya da sivil bölgelere doğru sokuluyordu.
Hellenistik Dönem’de mezarlıklar normalde şehir surları dışındaydı, fakat , farklı dönemlerde sağlanan barış ile surlar önemini kaybetti. Anadolu’ da mezarlar, ”ölülerin evleri” idi. Bu nedenle lahid olarak anılan mezarlarda kapılar ve çatı biçimli kapaklar yapılarak evleri taklit edilmiştir. Ölünün evi iyi bakılmalıydı, saygı gösterilmeliydi, talan ya da kötü kullanıma karşı korunmalıydı. Böylece eski insanlar ebedi dinlenme yerlerini kamu belgeleri gibi çeşitli yollarla tanımladılar. Mezar yerlerini önceden belirlediler ve satın aldılar.
Mozole adı verilen görkemli anıt mezarlar ve bu mezarların görkemine uygun steller ürettiler. Mısır’da firavunların piramit mezarları, Sidon’daki Kral nekropolleri ve ülkemizdeki Anıt Kabir Mozolesi uygun örnekler oluştururlar. Sade vatandaşlarda ise mezarları da sade olmuş ve mezarın iki ucuna, baş ve ayaklarının bulunduğu mezar uçlarına, yazıtlı mezar taşları konulmuştur. Bu mezar taşları sade vatandaşların mezar stelleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Stellerde kapı biçiminde olanlar da önemli bir yer tutar. Kapı, genellikle ait olduğu mekanın giriş ve çıkışını sağlamakla birlikte, diğer mekanlarla ilişkisini kesmeye de yarar. Sıcak, soğuk gibi doğal etkenlerden korunmaya ve güvenlik sağlamaya yönelik bir mimari öge olarak hayatın her aşamasında karşımızdadır. Sosyal ilişkilerimizde de bir sembol olarak karşımıza çıkar. ”Benim için bütün kapılar kapandı.”deyimi karamsarlığı anlatırken, ”Benim için açık kapı bıraktı.”deyimi de ümit vadeder, iyimserliği betimler. Antik Yunanda kapılar agora ve kutsal alanlara girişte dini ve kutsal sembollere dönüşür.
Yeni Babil devletinde İştar Kapısı bunun en güzel örneklerinden biridir.Antik Roma çağında ise anıt kemerler ve zafer taklarına dönüşmüştür. Ayrıca, Antik Yunan ve Roma çağlarında özel mezar taşları olarak nitelendirebileceğimiz steller, sunaklara ve kapalı mezarların simgesel kapı betimlemelerine dönüşmüştür.
Kaynaklar:
1) http://tr.wikipedia.org/wiki/Stel
2) https://www.google.com/search?q=%C4%B0stanbul+arkeoloji+m%C3%BCzeleri
3) Müzedeki bilgilendirme panoları