Mersin’in Atası Yumuktepe 1
Arkeoloji dünyasında ayrı bir önemi bulunan Yumuktepe Höyüğü, Mersin Kenti merkezinin yaklaşık 1 km. kadar kuzeyindeki Toroslar İlçesi’nin Demirtaş mahallesinde yer almaktadır.
Mersin’in atası olan Yumuktepe, denizden 2,5 kilometre içeridedir. Muhtemelen birkaç bin yıl önce deniz kenarında idi.
Coğrafyacı Besim Darkot’un Yumuk Irmağı olarak adlandırdığı günümüzdeki Müftü Deresi sürekli alüvyon taşıdığından, höyüğün komşusu olan deniz bölümü alüvyonla dolmuş ve içeride kalmıştır.
Bir söylenceye göre de Yumuktepe, Roma İmparatorluğunun ilk zamanlarında Zephyrium adlı bir limandı. Roma İmparatoru Hadrian zamanında Hadrianapolis olarak değiştirildi.
Ne var ki deniz kıyı çizgisinin güneye kayması ve 10 km kadar güney batıdaki Pompeiopolis’in deniz ticaretini ele geçirmesi Yumuktepe’ye darbe vurdu. Liman olarak bütün önemini kaybetti.
Ülkemizdeki bütün arkeolojik kazılarda olduğu gibi, Yumuktepe’deki kazılar da yabancılar tarafından gerçekleştirilmişti.
Höyük 1936-1938 yılları arasında İngiliz arkeolog John Garstang tarafından ortaya çıkarılmıştır. John Garstang ve ekibinin burada yaptıkları ilk incelemeler sırasında, höyüğün batı bölümünde, Müftü Deresi’nin tahrip ettiği kesitlerde Neolitik aletler bulduktan sonra kazı yapmaya karar verilmişti.
Ankara’da Arkeoloji Enstitüsü’nü de kurmuş olan John Garstang höyükte 23 tabakalı yerleşim saptamıştı.
İkinci Dünya Savaşı nedeniyle 1939 yılında ara verilen kazı çalışmaları 1946-1947 yıllarında tamamlanmıştı.
Sonraki yıllarda, höyük üzerinde teraslar açılarak ağaçlandırma çalışmaları yapılmıştır. Ağaçlandırma çalışmaları nedeniyle, bütün kazı alanlarını ve ortaya çıkarılmış olan tabakalar yok edilmişti.
1946-47 yıllarındaki kazılardan 45 yıl sonra, 1993 yılında, Kültür Bakanlığı himayesinde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Veli Sevin başkanlığında yeniden başlanmıştı.
2009 yılında, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Akdeniz Araştırmaları Enstitüsü desteği ile höyüğün üst kısmında çalışmalar yapılmıştır.
14 Nisan 2015 Salı, Mersin…
Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Mersin Arkeoloji ve Etnografya Müzesi yayınını yaptıktan sonra, müzede sergilenen buluntuların kaynağı olan Yumuktepe Höyüğünü görmemek olmazdı. Bu nedenle, Çakmak Caddesi 5017. Sokaktan Yumuktepe’ye gidebileceğim en uygun rotayı Google haritalardan belirlemeye çalıştım. Gazi Mustafa Kemal Bulvarı’ndan Müftü deresine doğru yola koyuldum.
Bulvar üzerinde, sağ kolda kalan Soğuksu Caddesi’ne girecek ve yaklaşık 2.7 km sonra höyükte olacaktım. Gazi Mustafa Kemal Bulvarı’ndaki yolculuğum sırasında sağ koldaki Göksu Caddesi’ni aradım durdum. Cadde isimlerini belirten herhangi bir levhaya rastlamadım, kehanette bulunmaya çalıştım. Derken Müftü Köprüsü’nde buldum kendimi. Köprünün güney tarafında, Silifke Caddesi’ne doğru giderseniz, dere boyunca bisiklet ve yürüyüş yollarının yapıldığını görürsünüz. Daha önce oraları gezmiş ve çok hoşuma gitmişti. Bu kez tam tersi istikamette gitmeliydim. Müftü deresi boyunca yürümeye başladım. Google haritalarında Veysel Karani Parkını geçtikten sonraki dere kenarında yapılan düzenleme Efrenk Kordonu olarak tanımlanmış. Kordon boyunca yürümemi sürdürürken, densiz vatandaşlardan birinin artık inşaat malzeme çuvallarını dereye doğru yuvarladığını görünce, dayanamadım uyardım.
Aramızda kısa ve tatsız bir tartışma geçti. Çevre bilincinden haberi yoktu. Fotoğrafını çekerek, yürüyüşümü sürdürdüm. Birden aklıma takıldı. Höyük neden Yumuktepe adını almıştı? Cumhuriyet döneminin ilk Türkiye Coğrafyası üzerinde araştırmalar yapan ve kitaplar yayınlayan Besim Darkot, fiziki coğrafya haritalarında günümüzdeki Müftü deresini Yumuk Irmağı olarak adlandırmış. Bu adlandırmadan ötürüdür ki, dere kenarında bulunan höyük de Yumuktepe adını almış. Efrenk ve Kızıldere olarak da bilinen Müftü deresinin iki yakasında bisiklet ve yürüyüş alanları düzenlemeleri devam ediyor. Bu arada, daha iyi fotoğraf çekebilmek için, dere üzerinde karşılaştığım ilk köprülerden birinden derenin karşı kıyısına geçiyorum. Yaklaşık 500 metre sonra karşılaştığım ikinci bir köprüden tekrar Efrenk Kordonu’na geçiyor ve Mehmet Akif İlköğretim Okulu’na ulaşıyorum.
76090. Sokak yardımı ile de Yumuktepe Höyüğü’ne varıyorum. Taş duvar üzerinde tel çit ile çevrilmiş höyüğe giriş yeri arıyorum. Sol tarafa, Müftü Deresi tarafına yöneliyorum. Dere kenarında düzenleme vardı. Yaya yürüyüş yolları açılmış, çamurdan kurtulmak için de curuf dökülmüş, bir iş makinesi tesviye yapıyordu. Yumuktepe Höyüğü’nün bu tarafı bütünüyle açıktı. Yağan yağmurlardan ötürü heyelan belirtileri vardı. Höyüğün Müftü Deresine bakan bölümü hem çamurlu, hem de oldukça dikti. Giriş yaparak, çamur olmayan çimenli ve bol ağaçlıklı bir bölgeye yöneldim. Daha önce yapılmış bazı kazı bölgelerine rastladım ve fotoğraflarını çekerek tepe düzlüğüne ulaştım. Ortalıklarda kimse yoktu. Çevreyi kolaçan ettiğimde, benim gibi bazı konukların ziyaretçi olduklarını, ancak mangal yapmak için bulunduklarını anladım yanmış odun küllerinden. Kazı alanına alıcı gözle bakıp, resim çektiğimde hayal kırıklığına uğradım. Yağmurlar ve özensizlik nedeniyle, kazı alanında pek bir şey kalmamıştı. Asıl kazı alanı olan dere kenarına ulaştığımda ise hayal kırıklığı şaşkınlık ve üzüntüye dönüştü.
Kazı sonrası ortaya çıkan yapılar ve benzeri bulgular zarar görmesin diye ince naylonlarla örtülmüştü. Ancak, koruma görevlerini yerine getirememişlerdi. Yağmur sonrası ortaya çıkan kısmi heyelan buluntuların büyük bir bölümünü yok etmişti.Arkeoloji dünyasında ayrı bir önemi bulunan Yumuktepe Höyüğü, Mersin Kenti merkezinin yaklaşık 1 km. kadar kuzeyindeki Toroslar İlçesi’nin Demirtaş mahallesinde yer almaktadır. Denizden 2,5 kilometre içeridedir. Muhtemelen birkaç bin yıl önce deniz kenarında idi. Besim Darkot’un Yumuk Irmağı olarak adlandırdığı günümüzdeki Müftü Deresi sürekli alüvyon taşıdığından, höyüğün komşusu olan deniz bölümü alüvyonla dolmuş ve içeride kalmıştır. Bir söylenceye göre de Yumuktepe, Roma İmparatorluğunun ilk zamanlarında Zephyrium adlı bir liman idi. Roma İmparatoru Hadrian zamanında Hadrianapolis olarak değiştirildi. Ne var ki deniz kıyı çizgisinin güneye kayması ve 10 km kadar güney batıdaki Pompeiopolis’in deniz ticaretini ele geçirmesi Yumuktepe’ye darbe vurdu. Liman olarak bütün önemini kaybetti.Ülkemizdeki bütün arkeolojik kazılarda olduğu gibi, Yumuktepe’deki kazılar da yabancılar tarafından gerçekleştirilmiştir.
Höyük 1936-1938 yılları arasında İngiliz arkeolog John Garstang tarafından ortaya çıkarılmıştır. John Garstang ve ekibinin burada yaptıkları ilk incelemeler sırasında, höyüğün batı bölümünde, Müftü Deresi’nin tahrip ettiği kesitlerde Neolitik aletler bulduktan sonra kazı yapmaya karar verilmiştir. Ankara’da Arkeoloji Enstitüsü’nü de kurmuş olan John Garstang höyükte 23 tabakalı yerleşim saptamıştır. ‘’Prehistorik Mersin’’ adlı yapıtında, taş ve seramikten yapılmış ev aletlerinin listesini vermiştir. Garstang’ın bulgularına göre Yumuktepe’de tarım yapılmış; koyun, keçi, sığır ve domuz beslenmiştir. İ.Ö 4500de, Neolitik dönem ya da Cilalı Taş devrine denk gelen yerleşim tabakasında ise Dünya arkeoloji tarihindeki kaleye benzeyen ilk yapı saptanmıştır. Maden devri ile birlikte madenler de işlenmiştir. Bir görüşe göre de Dünya’da ilk bakır izabe tesisleri Yumuktepe’de kurulmuştur. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle 1939 yılında ara verilen kazı çalışmaları 1946-1947 yıllarında tamamlanmıştır. Sonraki yıllarda, höyük üzerinde teraslar açılarak ağaçlandırma çalışmaları yapılmıştır.
Ağaçlandırma çalışmaları nedeniyle, bütün kazı alanlarını ve ortaya çıkarılmış olan tabakalar yok edilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, yörenin sit alanı olduğu ya da olabileceği düşünülmeden, soğuk ve temiz su bulmak amacı ile höyüğe komşu olan dere kenarına derin su sondaj kuyuları açılmıştır. Sondaj kuyuları ile bağlantılı olarak höyüğün tepesine su depoları yapılırken, kalan kalıntı ve tabakalar bir kez daha yok edilmiştir. 1968 yılındaki sel felaketinde de Müftü deresindeki taşkın, sondaj kuyularıyla birlikte höyüğün de batı bölümünü götürmüştür. Bunlar da yetmemiş, höyüğün büyük bir bölümü mesire yeri olarak düzenlenmiştir. Bu düzenleme sırasında da höyük üzeri düzeltilirken, İslami Dönemi içeren 1,5-2,0 metrelik tabaka da yok edilerek, buraya gazino, tuvaletler, depo ve park yapılmıştır. 1946-47 yıllarındaki kazılardan 45 yıl sonra, 1993 yılında, Kültür Bakanlığı himayesinde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Veli Sevin başkanlığında yeniden başlanmıştır. Kazı çalışmalarına Roma Üniversitesi’nden Dr. Isabella Caneva’da katılmıştır. 16 yıl devam eden çalışmalardan sonra, 2009 yılında, ilk kez savaş izlerine rastlanmış ve mezar kalıntılarına ulaşılmıştır.
2009 yılında, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Akdeniz Araştırmaları Enstitüsü desteği ile höyüğün üst kısmında çalışmalar yapılmıştır. İ.S 10. yüzyılın sonlarına ait olduğu tahmin edilen, 90 cm uzunluğunda ve 6 cm genişliğinde demir kılıç bulunmuştur. Ayrıca, Neolitik Dönemi kapsayan İ.Ö 5800 lü yıllara ait yetişkin insan iskeleti gün ışığına çıkarılmıştır. İnsan iskeletinin kendileri açısından oldukça önemli olduğunu ifade eden Kazı Başkanı Prof. Dr. İsabella Caneva, daha önceki kazılarda da yine aynı dönemi kapsayan ve içinde iskelet bulunan bir mezar bulduklarını hatırlatmıştır. Caneva, mezarda bulunan kemiklerin büyük oranda hasar görmüş komple bir iskeletin bulunduğu belirterek, “Doğum öncesi dediğimiz ve tarih öncesi tipik olan anne karnındaki pozisyonda sol tarafa yatık şekilde bulunan iskeletin yanında ayrıca 3 kâse elde ettik. Kâseler kırmızı boyalı. Bu kâseler bize mezarın Geç Neolitik Dönem’e ait olduğunu gösteriyor. Söz konusu dönemde başlayan bu mezarlara içinde yiyecek olan vazo ve kâseler konuluyor.
Bulgular da bize o dönemdeki insanların ölümden sonraki hayata inandığını gösteriyor. Bu inancın da Geç Neolitik Dönem’de başladığını söyleyebiliriz” demiştir. Caneva, son bulunan mezarın içinde ayrıca birer tane zeytin ve buğday tanesine de ulaşıldığı bilgisini de vererek, söz konusu bulguların da Geç Neolitik Döneme ait olduğunu vurgulamıştır. İki ay daha devam eden kazılarda, Garstang tarafından bulunan 23 tabakanın eksik olduğu, gerçekte iki katı olabileceği kanaatine ulaşılmıştır. Daha çok Prehistorik yerleşimleri ile tanınan Yumuktepe’de tabakalar yeniden düzenlendiğinde, Ortaçağ’da en az üç yapı katı halinde ve surlarla güçlendirilmiş önemli bir merkez olduğu ortaya çıkmıştır. Arkeobotanik analizler ise zeytinin ana vatanının bu bölge olduğu, üzümün ise daha sonraları bölgeye geldiği bulgularına ulaşılmıştır. Kazı buluntuları Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Mersin Müzesi’nde sergilenmektedir.
Kaynaklar:
1) http://tr.wikipedia.org/wiki/Yumuktepe
2) http://www.mersinkulturturizm.gov.tr/belge/1-33656/muzeler-ve-orenyerleri.html