Müziğin Başkenti Sevilla
12 Mart 2015 Çarşamba, Sevilla…
İnsanlar bazı sabahlar o kadar zor uyanır ki, hele de mevsim, içinde bulunduğumuz kış mevsimiyse. Dışarıda bizi gri, puslu ve soğuk bir hava karşılar. Diğer taraftan da içinden çıkmak zorunda olduğumuz sıcacık yatağın albenisi… Belki de bin bir türlü sahip olabildiğimiz işe/okula gitmemizi daha da zor kılar. İstemeyerek de olsa bir şeyler atıştırır ve giyiniriz. Bütün olumsuzluklara rağmen evden adımımızı atar atmaz dinleyeceğimiz müzik o anki ruh halimizi o kadar etkiler ki, etkisine biz bile şaşırırız bazen. İşte tam da buna örnek olarak Sevil Berberi’ni sayabiliriz.
Rossini’nin Sevil Berberi operası Opera dünyasının belki de en tanınmış eserlerinden biridir. Müzik Eserin uvertür bölümünde herkese aşina gelen ezgilerle süslü, bir anda beliren hızlı ve çabuk Allegro vivace temposuyla şen ve şakacı bir şekilde sürer. İnsana yaşama sevinci verir. İşinize ya da okulunuza gitme isteği verir. Müziği yaşama sevinci veren Sevil Berberi ile Endülüs’teki Sevilla’yı duymuş ve internetten araştırmıştım.
Gezilmesi gereken yerler listesine eklediğim Seville şehrini görme fırsatı 2015 yılında yakaladım. Konaklama yerimiz Puerto Banus Marbella’dan yaklaşık 250 km uzaklıktaki Sevilla’ ya üç saatlik bir yolculuktan sonra geldik. Sevilla’nın en etkileyici yerlerinden biri olan İspanyol Meydanı ile turumuz başladı.
Meydandaki iki katlı bina Sevilla Üniversitesi ve Endülüs Özerk Bölge Yönetimi hizmet binaları olarak kullanılıyormuş. Plaza de Espana ya da İspanya Meydanı, 1929 yılında yapılması kararlaştırılan İbero-Amerikan Dünya fuarında İspanyanın sanayi ve teknolojik ürünlerinin sergi vitrini olarak tasarlanmış. Sevilla, Endülüs özerk bölgesinin sanat, kültür ve ekonomi merkezidir.
Bizet’in Carmen’i, Mozart’ın Don Juan ve Figaro’nun Düğünü, Rossini’nin Sevil Berberi, Beethoven’in Fidelio’su, Verdi’nin La Forza di Destino’su, Donizetti’nin Maria Padilla’sı gibi hayranlıkla seyrettiğimiz operalara ilham vermiş bir kenttir. İspanya Meydanı gezilip, anı fotoğrafları çekildikten sonra tur otobüsünde yerlerimizi alıyoruz. Avenue Portugal’ı izleyen otobüsümüz, Sevilla Üniversitesi’nin bulunduğu dairesel kavşağa ulaştıktan sonra kuzeye yönelerek, Columbus Monument olarak bilinen Kristof Kolomb Anıtı’nın bulunduğu bölgeye gidiyor ve bizleri uygun bir yerde bırakıyor.
Rehberimizin peşinden anıtın bulunduğu parka giriyoruz. Anıtın içinde bulunduğu yer Alkazar Saray bahçelerinin bir parçası olmalı… Rehberimiz Kristof Kolomb Sevilla bağlantısını anlatıyor. Sevilla, İspanya’nın güneyinde bir iç şehir olmakla birlikte The Guadalquivir Nehri sayesinde 87 km uzaklıktaki Atlas Okyanusu’na bağlanmaktadır. Bu nehir sayesinde Kolomb gibi denizciler yelkenlileri ile birlikte Sevilla’dan yola çıkıp Yeni Dünya’yı keşfe çıkmışlardır. Bu çıkışların şehre dönüşü altın ve diğer ticari mallar ile olur. Yeni Dünya’nın nimetlerinden ilk Sevilla nemalanır.
Bundan ötürüdür ki Coulomb’un yelkenlisi ile sembolize edildiği anıtının yanı sıra, Sevilla Katedrali’nde mezarı da bulunmaktadır. Anıtın bulunduğu yer bitki çeşitliliği ve asırlık kök salmış ağaçlarıyla tam bir botanik bahçesi. Buradan, Santa Cruz olarak bilinen Eski Sevilla ya da Old City Sevilla’nın beyaz ve pastel renklerle boyalı, iki kişinin yan yana zor geçebileceği dolambaçlı sokaklara girerek, Sevilla Katedrali’ne ulaşacağız.
Rehberimiz, Old City olarak tanımlanan Antik Kent ya da Eski Şehir’ in sokakları hem dar hem de dolambaçlıdır diyor. Neden böyle bir yapıları vardır? Sorusunun iki yanıtı olmalıdır. Yanıtlardan birincisi, düşmanlarına karşı korunaklı bir yapı oluşturan bir kale içinde bulunmuş olmalarıdır. Bilindiği gibi, kale içindeki yapılaşma alanı yeterince büyük olmayıp, verimli kullanılmalıdır. Her şeye rağmen düşmanlar kaleye girmişler ise, dolambaçlı yollarda işlerini bitirmek daha kolaydır.
Yanıtlardan ikincisine gelince, hava sirkülâsyonu ile ilgilidir. Kesit alanı küçüldükçe akışkanların hızı artar, doğal klima etkisi ortaya çıkar. Kavurucu yaz sıcaklarından korunmanın yöntemlerinden biridir daracık sokaklar… Santa Cruz’un dolambaçlı sokaklarına giriş yapıyoruz. Kafanızı kaldırıp duvarlara baktığınızda, bir çiçek dünyası ile karşılaşıyorsunuz. İnsanın gözü gönlü açılıyor. Beyaz badanalı eski evlerin yer aldığı dolambaçlı ve dar sokaklarda ilerliyoruz.
Arap mirası kokan konaklar ile zarif bahçe ve avluların yanından geçiyoruz. 17 yüzyıl kolonyal mimari esintili binalarla karşılaşıyoruz. Çeşmeler, art-nouveau oteller, narenciye kokulu meydanlar… Gönül ferahlatıcı küçük meydanlarda nefesleniyoruz. Oldukça ilginç geçen 15-20 dakikalık bir yürüyüşten sonra da Sevilla Katedrali’nin bulunduğu meydana çıkıyoruz. Tura katılan grubun tamamı bir araya gelince, katedrale girmek için sıraya giriyoruz.
Gotik tarzda yapılmış dünyanın en büyük mimari eserdir. Kilise olarak da Dünyanın en büyük üçüncü yapısıdır. Sevilla Katedrali yapılıncaya dek İstanbul’daki Ayasofya, dünyadaki en büyük katedral idi. Ayasofya bin yıldan fazla bir süre bu unvanını korudu. Kristof Kolomb’un mezarı buradadır. 1987’de UNESCO Dünya kültür mirası listesine alınmıştır. 1401 yılında yapımına başlanan katedral 1507’de ibadete açılmışsa da tamamlanması 1520 yılını bulmuştur.