Endülüs’ün Dağlı Güzeli Ronda
11 Mart 2015 Salı, Ronda…
Ronda, İspanya Endülüs bölgesinde Malaga İline bağlı, Endülüs’ün dağlı güzeli olarak bilinen en eski kasabalarından biridir. Kayalıkların üzerine kondurulmuş bembeyaz evleri, etkileyici, ürkütücü, çarpıcı El Tajo kanyonu ve 120 metre derinlikteki kanyonun iki yakasına kurulmuş Ronda…Ve bu muhteşem kanyonun 120 dibinde akan Guadavelin nehri.
Ronda tarihi, çok özel coğrafi yapısı, sevimli bembeyaz evleri, daracık parke taşlı sokakları, kafeleri ile ilgi çeken 35.000 nüfuslu küçük bir kasaba.
Ronda ayrıca İspanya boğa güreşlerinin de doğum yeri olarak biliniyor. 1785 yılında yapılan Plaza de Toros İspanya’nın en eski ve en güzel Boğa güreşi arenasıdır. 5000 kişilik seyirci kapasitesine sahip arena da ayrıca bir müze bulunmakta. Giriş 7 Euro, her ne kadar bu arena da boğa güreşi izleyemeseniz de İspanya kültürüne özgü bu alanda bulunmak, seyirci sıralarında oturmak boğa güreşlerinin özel gösterişli aksesuarlarını izlemek heyecan veriyor.
Ernest Hemingway’in dünyayı sarsan Çanlar Kimin için Çalıyor romanı, İspanya İç Savaşı sırasında dağlarda savaşan bir gerilla grubunu anlatır. Gerilla gruplarından biri de Ronda Kanyonu çevresinde savaşmakta ve yakaladıkları faşistleri, kurşun harcamamak için kanyona atmaktadırlar. Hemingway Ronda’yı aşağıdaki gibi betimlemiştir.
“Kent, ırmağın üzerinde yüksek bir bayırın üzerine kuruludur. Bir meydanı vardır çeşmesi olan; banklar vardır meydanda ve bankları gölgeleyen kocaman ağaçlar. Evlerin balkonları meydana bakar. Altı sokak açılır meydana; meydanı çevreleyen evler bir kemer altı oluşturur, öyle ki güneş ortalığı cayır cayır kavurduğunda insan kemer altının gölgesinde dolaşabilir. Meydanın üç yanı da kemerlidir, dördüncü yanında da ağaçların gölgelediği bir kaldırım vardır. Bu ağaçlar ırmağın aktığı kanyonun kıyısındadır. Kanyonun yüksekliği üç yüz kademdir.”
10 Mart 2015 Salı, Ronda Endülüs…
Bu aylarda, baharın ilk ayında, tüm dünyaya bir güzellik basar. Güney yarımküre sararıp solarken, kuzey yarımkürede çiçekler açar, insana neşe basar, her yer bir başka güzelliğe bürünür. Güzelleşen yerlerden biri de İspanya’nın güneyindeki Endülüs’tür. Bu bölgedeki her yer çok çekicidir ama sanatçılara ilham kaynağı olan Ronda’nın yeri başkadır. Bu hafta size boğa güreşlerinin merkezi, iki büyük dinin kültür başkenti olan bu küçük kenti anlatmaya çalışacağım.
‘’Endülüs’ün Dağlı Güzeli’’ olarak tanımladığımız Ronda’da gezimizi sürdürüyoruz. Bizim Endülüs’te bulunduğumuz Mart ayının ikinci haftası, baharın bütün güzelliği ile kendini gösterdiği zamandır. Biraz da yaz başlangıcını andırmaktadır Endülüs’te bahar. Hafif giyinmelisiniz ama aniden bastırabilecek bir yaz yağmuruna da hazırlıklı olmalısınız. Bu zamanlarda dünyamızın kuzey yarım küresinde doğa canlanır…
Eriyen karların oluşturduğu ırmaklar ve çağlayanlar bir an önce denize ulaşma telaşına kapılırlar ve geçtikleri her yere hayat verirler. Yaşama ve yaşatma sevinci aşılarlar. Ağaçlar ve meralar yeşillenir, meyveli ağaçlar çiçek açar. Her yer bir başka güzelliğe bürünür ve yöredeki insanların yaşama sevinci artırır. Güzelleşen ve dünyadaki cennete dönen yerlerden biri de üç gündür konuk olduğumuz Endülüs’tür. Endülüs’teki her yer çok güzel, çekici ve gizemlidir ama sanatçılara ilham kaynağı olan Ronda bir başka güzeldir.
Endülüs’ün en eski ve zamanında en aristokrat kentlerinden biri olarak biliniyor Ronda. İsa’dan 600 yıl önce kurulmuş bir Orta Çağ kenti. İki önemli dinin, İslam ve Hıristiyan dinlerinin izlerini taşıyan Endülüs’ün en eski yerleşim yerlerinden biri. Son derece korunaklı ulaşılması zor bir yerde Keltler tarafından kurulmuş Eski Ronda. İlk boğa güreşi arenası da burada, 1785 yılında açılmış. 700 yıl boyunca İspanya’ya egemen olmuş Mağribîlerin İspanyollara en son teslim ettikleri bir Endülüs kalesi.
El Taj Kanyonu kentin tam ortasından geçmekte olup, kentin iki yakası Puento Nuevo olarak bilinen Yeni Köprü ile birleştirilmiş. Adı her ne kadar yeni olsa da 200 yıl önce yapılmış. 200 yıl önce böylesine ilginç, gizemli ve devasa bir köprünün nasıl yapıldığına şaşmamak elde değil. Kanyonun daha aşağılarında ise 11. yüzyılda yapılmış olan Puento Vieja, yani fotoğraflık olmuş olan eski köprü bulunuyor. Yeni Köprü’yü başlangıç noktası seçersek, Ronda’nın kuzeyinde görülmesi gereken yerlerden birincisi Endülüs Plaza de Toros olarak adlandırılan eski Boğa Güreş Arenası’dır.
1785 yılında yapılan bu arenada birçok ünlü matador yetişmiş. Giriş kapısı önünde iki matadorun heykelleri bulunuyor. Modern boğa güreşine ‘’Ronda Tarzı’’ uygulamayı armağan eden boğa güreşinin babası ve bana göre boğaların katili Pedro Romero, adını matadorlar tarihine altın harflerle yazdırmış. Arenanın kuzeyinde ve kanyonun kenarında yer alan Alameda Parkı da görülmesi gereken yerler arasındadır. Bu parktan El Tajo kanyonunun panoramik görüntüsünü izlemek ve fotoğraflarını çekmek mümkün. Plaza del Socorro olarak meydanı da görmeden gitmek olmaz.
Meydan çevresinde onlarca kafeteryanın yanı sıra bir de kilise yer almaktadır. Alman lirik şiirinin en önemli temsilcilerinden biri olan Rilke’nin heykeli de bu meydanda yerini almış. Ayrıca bir havuzun içindeki sekizgen kaide üzerine konuşlandırılmış Herkül ya da Herküles, yanlarında bulunan iki aslanla dikkatimizi çekti. Bir an için bereket tanrıçası Kibele çağrışımı yaptı bende… Bu meydandaki büfelerden birinden aldığımız sandviçlerle açlığımızı giderdikten sonra, ara sokaklardan geçerek Yeni Köprü’yü en iyi görebileceğim teraslanmış bir bölgeye ulaştım.
Teraslanmış ve bir mesire yerine dönüştürülmüş bu bölgeden, dönemeçli merdivenlerle kanyonun dibine kadar inmek mümkün… Ancak buna zamanımız yok. Antik kentin diğer bölümü Yeni Köprü’nün güneyinde kalıyor. Rehberimizin peşine takılarak gezimizi sürdürüyoruz. Marbella ve Avrupa’daki diğer antik kentlerde olduğu gibi dar ve kıvrımlı sokaklardan geçerek yürüyoruz. Sokaklar, duvarlar ve balkonlar çiçeklerle gelin gibi süslenmiş. İç avlulu, renkli fayanslarla bezeli siyah ferforje dar balkonlu ve az katlı yapılar arasından geçmek heyecan verici bir duygu…
Bu dar ve muhteşem sokaklardan sonra aniden karşımıza çıkan meydanlarda Endülüs İslam sanatı ve mimarisinin en nadide eserleri ile karşılaşmak apayrı bir duygu yaratıyor insanda. Bunlardan biri Santa Maria la Mayor Kilisesi… M.S. 5.yüzyılda bir Roma bazilikası olan yapı Endülüs Emevi Devleti döneminde camiye dönüştürülmüş. Katolik Hükümdar Ferdinand’ın kenti fethetmesinden sonra, 1485 yılında, Enkernasyon’un Meryem Kilisesi olarak inşaatına başlanmış.
Hristiyanlığın enkarnasyon ya da beden alma doktrini oldukça ilginç… Bu doktrine göre İsa Mesih’in, insan bedeni almış Tanrı’dır. İsa hem Tanrı hem de insan özellikleri taşır. Bakire Meryem’den doğmuştur. Bu da İsa’nın ana rahmine doğaüstü bir şekilde düşmesine karşın doğumunun tamamen doğal olduğu anlamına gelir. İsa beden almış Tanrı olduğu için annesi Meryem de ilk Hıristiyan inanç bildirgelerinde “Tanrı’nın Annesi” ya da “Tanrı’yı doğuran” olarak adlandırılır.
Santa Maria Kilisesi’ni de geride bırakarak, Ronda Şarap tadım atölyesinin yolunu tutuyoruz. Bodegas Sangre de Ronda olarak adlandırılan şarap tadım atölyesi Ronda merkezine sadece bir kaç metre uzaklıkta bulunuyor. Şaraphane Sangre de Ronda ya da Ronda kan şarap tadımı atölyesine rehberli turlar düzenlendiğini öğreniyoruz. Atölyeye girişte her birimize plastikten bardaklar veriliyor. Kendi ürettikleri şarap fıçılarını musluklara bağlamışlar. Bildiğimiz çeşmelerin musluklarından değişik aromalarda kırmızı şarap akmakta…
Ayrıca şarap fıçılarına da musluklar takmışlar. Değişik musluklardan değişik aromalı kırmızı şarap tatma fırsatını yakaladık. Yapının üst katları Şarap Müzesi haline getirilmiş. Şarapçılık ve üzüm bağlarının yazı ve fotoğraflarla anlatıldığı müze oldukça ilginç ve yararlı geldi bana. Zamanımız kısıtlı olduğundan, hızla katları dolaştım ve fotoğraflarını çektim. Müzeden ayrılarak El Tajo Kanyonu’na doğru yürümeye başladık biraz daha fotoğraf çekebilmek için…