Kemer Çamyuva’da sonbahar
12 Ekim 2013, Çamyuva Kemer…
Dokuz gün sürecek Kurban Bayramı nedeniyle; İstanbul’a mı, yoksa Kemer Çamyuva Kemer’e mi gitsek? Açmazındayken, kızımızın arzusu doğrultusunda Çamyuva Kemer’e gitmeye karar verdik. 12 Ekim 2013 Cumartesi günü, sabah saat sekizde Ankara’dan ayrıldık ve Saat 15.00 civarında Çamyuva ’daki Simena Otel’de girişlerimizi yaptırdık.
Simena Hotel ve Simena villaları uyumlu çalışıyorlar. Biz, aile olarak, 240 m2 lik bir devre tatil villaya, devre tatil sistemiyle sahibiz. Bize ayrılan villaya gidip, yerleştikten sonra, havanın da çok güzel olmasını fırsat bilerek, mayolarımızı giyip, denize koştuk. Deniz durgun ve muhteşemdi. Bizleri adeta içine davet ediyordu. Bu daveti reddetmeyerek, denize daldık.
Deniz, limonata tadındaydı. Çevresinde, kendisini kirletecek bir aktivite olmadığından, berrak ve masmaviydi. Kıyıdan bir hayli açılmamıza rağmen, hala dibini görebiliyorduk. Yarım saate yakın yüzdükten sonra kıyıya çıktık. Deniz suyu sıcaklığıyla havadaki sıcaklık, hemen hemen aynı olduğundan, üşümedik. Biz denizdeyken, otel yönetimin gönderdiği şezlonglara uzanarak, felekten nefis bir gün çalmanın keyfini çıkardık. İstemeyerek deniz kıyısından ayrılıp, villamıza gittik.
Duş alıp giyindikten sonra ailece otel sahasına gittik. Eşim ve kızım çay içerken, ben hafif alkollü ve Hindistan cevizli bir kokteyli tercih ettim. Havuz başında oturarak, güncel konulardan söz ettik. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık. Yemek zamanı gelmişti.
Yemekler, açık büfe olup, selfservis uygulaması vardı. Yemek ve içki konusunda bir sınırlama yok. Yemekhane oldukça kalabalıktı. Fransız turistler de vardı. Yarım pansiyon uygulaması vardı onlar için. Gündüzleri ören yerlerini geziyorlar ya da Pamukkale, Kekova gibi turlara katılıyorlardı. Her şey dâhil sistemine dâhil bizler, sınırsız alma ve yeme hakkımızı kullanırken, Fransızlar, yedikleri ve içtikleri her şey için, durmadan adisyonları imzalıyorlardı.
Yemekten sonra Çamyuva sokaklarında biraz dolaştık. Doğa, bütün renkleriyle karşımızda duruyordu. Gökkuşağını adeta çevremizde görüyorduk. Sonbahar, genellikle ”Hazan Mevsimi” olarak bilinir.Hazan mevsimi ise genellikle hüzün ve ayrılıkları çağrıştırır. Bu mevsimle ilgili olarak yazılan bütün şiirler ve bestelerde hüzün ve ayrılık kavramlarını görmek mümkündür.
Bir Eylüldü
sarı yapraklarına adını yazdığım
bir eylüldü
o yapraklardan adını kazıdığım
Bir hazandı
her şeyimle sana geldiğim
bir hazandı
her şeyi bir kalemde sildiğim
En melankolik mevsimdir sonbahar… Sararıp dökülen yapraklar şairlere ilham verirken, âşıklara da nedeni tam olarak adlandırılamayan bir hüzün verir. Sezan Aksu, şarkılarından birinde;
Alır gider beni sarı rüzgârlarıyla sonbahar
Gelir anılardan bir davet çocukluğum canlanır
Bir varmış bir yokmuş diye başlardı bütün masal
Hani nerde o masum ve daha bozulmamış rüyalar
Demektedir. En güzel şiirler sonbahar mevsiminde yazılır. Yine, en güzel şiirler, mutlaka içinde bir ” eylül” barındırır. Sokaklar, görmeye doyamayacağımız görmeye doyamayacağımız bir manzarayla süslenir. Bakması güzeldir ama âşıkların içini de acıtır. Doğada olduğu gibi insan yaşamında da ”sonbaharın” muhteşem olabileceğinin farkına vardım. Yaşama sevincim arttı.
Denizde sırtüstü yüzerken, kıyıya baktığımda; ”Tahtalı Dağları’nı ve zirvedeki teleferik istasyonunu görüyorum her zaman. Biraz araştırma yaptıktan sonra, oldukça ilginç bilgilere ulaşıyorum ve ”Olympos” dağının, nasıl oluyor da ”Tahtalı Dağları’na dönüştüğünü öğreniyorum.
Sonbahar ilginç, sonbahar güzel, sonbahar yeni bir başlangıca ilk adım. Bir süre sonra kış gelecek. Kar gelecek, yağmur gelecek ve doğa dinlenmeye, uykuya çekilecek ki zinde, genç ve neşeli olarak baharı getirsin…
Bir sonraki yazımda ”Olymp0s” ve ”Tahtalı Dağları”nı yazacağım…
Yorumlar kapalı.