Galata Mevlevihanesi
İstiklal Caddesi ve Tünel Meydanı’nın bitmez tükenmez bir enerjisi vardır her zaman. İstiklal Caddesi’ni gezdikten sonra, size de geçen bu enerji ile, Tünel Meydanı’ndan Galip Dede Caddesi’ne girerek Galata Kulesi’ne ulaşabileceğiniz gibi Yüksek Kaldırım Caddesi’ni izleyerek Karaköy’e de ulaşırsınız. Bu yolculuğunuz süresince; caddenin iki tarafındaki turistik eşyalarla tıka basa dolmuş rengârenk vitrinleri, içinden farklı çalgı aleti seslerinin duyulduğu müzik dükkânları, restoranları, hediyelik ve elişi eşya satan büfeleri, dükkân ve tezgâhları sözü edilen enerjinin kaynakları olarak karşınıza çıkar. Tünel Meydanı’ndan ve Galip Dede Caddesi’nden defalarca geçmiş olmama rağmen, bakıp göremediğim bir başka mekânın da bitmez tükenmez enerjinin temel kaynağı olduğunu çok sonraları öğrendim. Çok sonraları öğrendiğim bu mekân Galata Mevlevihanesi idi.
Galata Mevlevihanesi
İstanbul Mevlevihaneleri arasında günümüze korunmuş olarak ulaşan Galata Mevlevihanesi Beyoğlu’ndan Yüksekkaldırım’a inen Galip Dede Caddesi’nin hemen başında, sol taraftadır. Amaçsız dolaşıyorsanız, Mevlevihanenin farkına bile varmazsınız benim gibi. Sonradan farkına vardığım Galata Mevlevihanesi, İstanbul’da 1491 yılında, Afyon Mevlevihanesi Şeyhi Semai Mehmet Dede tarafından Galata sırtlarında kurulmuş. İstanbul’da kurulan ilk Mevlevihane olma özelliği var. 1765 yılındaki büyük Tophane yangınında büyük hasar görmüş olan Mevlevihane’nin onarımı, aynı yıl Sultan III. Mustafa tarafından yaptırılmış. Mevlevihane’yi Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmut ve Sultan Abdülmecit de birkaç kez onarılmasını sağlamışlar. Ancak bunlardan Sultan III. Selim’in yaptırdığı onarım, diğerlerinden biraz farklı olmuş.
Divan Edebiyatında iz bırakılmasını sağlayan Şeyh Galip Sultan III. Selim’in dikkatini çekmiş ve etkilenmesini sağlamış. O yıllarda Galata Mevlevihanesi’nin post makamında bulunan Şeyh Galip harap olmaya başlayan, suyu akmayan Mevlevihane’nin onarımını devrin sadrazamına yazdığı ve buna eklediği bir kaside ile istemiştir. Sadrazam da bu durumu padişah III. Selim’e arz ederken Şeyh Galip’in kasidesini de ona eklemiştir. Sultan III. Selim bu kasideyi çok beğenmiş ve Mevlevihane’nin onarımının yanı sıra uzak bir kaynaktan suyunu da getirtmiştir. Bundan sonra III. Selim, Mevlevihane’nin açılışına katılmış, bu olaydan birkaç gün sonra da Kaptan Paşa Akdeniz seferinden başarı ile dönünce Mevlevihane’nin uğurlu geldiği düşünülmüştür.
Mevlevihane’de, 13. yüzyılda yaşamış Mevlana Celaleddin Rumi’nin görüşleri ve tasavvufî düşünceleri üzerine konferanslar verilir ve ayinler yapılırdı. Mevlana’nın görüşleri ve tasavvufi düşünceleri konusunda kemale ermiş olanlar Şeyh unvanını alarak, Mevlevihanelerin yöneticileri olarak atanırlardı ki, bu makam Post ya da Postnişin olarak adlandırılırlardı. Galata Mevlevihanesi’ne damgasını vurmuş olan en önemli yöneticilerden biri de Şeyh Galip idi.
Tünel Meydanı’nı Yüksel Kaldırım Caddesi’ne bağlayan Galip Dede Caddesi’nin ismi de Şeyh Galip anısına verilmiştir.1791 yılına kadar ilimle ve eser yazmakla uğraşan Şeyh Galip, bu tarihte Galata Mevlevihanesi şeyhliğine getirildi. Sekiz yıl kadar süren dergâh şeyhliği sırasında, Şair ve müzisyen olan Sultan Üçüncü Selim, Valide Sultan, padişahın kardeşi Beyhan Sultanın yakınları arasında yer aldı. Şeyh Galip, Divan şiirinin en büyük birkaç şairinden biri olduğu gibi, bu şiirin son büyük şairi sayılır. Divan şiiri yüzyıllar boyunca büyük şairlerin katkılarıyla gelişmesini sürdürmüş ve 18. yüzyılın sonlarında Galip’le doruk noktasına erişmiştir. Şeyh Galip’ten sonra Divan Şiiri, büyük şair yetiştirmemiştir.1799 yılında İstanbul’da vefat eden Şeyh Galip’in kabri Galata Mevlevihanesi’nin avlusundaki türbede bulunmaktadır.1975 yılında Divan Edebiyatı Müzesi olarak açılan Galata Mevlevihanesi, 2005 yılında başlayan yenileme çalışmalarından sonra 2011 yılında müze olarak açılmıştır.
Müzeye giriş
Mevlevîhâne’nin geniş iç avlusuna, III. Selim devrine ait büyük ve yüksek bir taç kapı ile giriliyor. Fotoğrafını çekiyorum. Taç kapının dış yüzündeki manzum kitabenin sözlerinin şair Mehmet Lebib’e ait olduğunu öğreniyorum. Şair Lebîb, bölgesinin bu önemli kültür merkezi olan Diyarbakır’da, 18. yüzyılda yaşamış Divan şairlerinden birisidir. 1695-1768 yılları arasında yaşayan şair, medrese eğitimi almış ve yaklaşık yirmi yıl Diyarbakır’da müftülük yapmıştır. İran edebiyatından Şevket, Firdevsî, Hâkânî; Türk edebiyatından da Nef‛î, Nâbî ve Nedim gibi büyük şâirleri okuyarak şiir kabiliyetini geliştirmiştir. Levha ve yazılar ise İstanbul’da en çok ve en güzîde eserde imzası bulunan ünlü hattat Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’ye aitmiş. Kitabenin ortasında <<Adlî>> mahlâsıyla Sultan II. Mahmut’un tuğrası yer alıyor. Kapıdan içeri giriyorum. 65 yaş üstü olmanın avantajından yararlanıyor ve ücret ödemeden giriş biletimi alıyorum. Yeterince gittikten sonra geriye dönerek, giriş kapısının iç yüzeyine bakıyorum. Kapının iç yüzünde ise Sultan III. Selim’in yapmış olduğu bu onarımı dile getiren Şeyh Galip’in dizeleri bulunmaktadır. Fotoğraflarını çekiyorum.
Müze girişinin sağında iki katlı bir yapı dikkatimi çekiyor. Yapının avluya bakan alt katında Sultan Abdülmecit’in onardığı 1649 tarihli Hasan Ağa çeşmesi ile üzerinde iki kitabesi ve sebili yer alıyor. Fotoğraflarını çekerek, arşivimde yer almasını sağlıyorum. Yapının dörtgen bir plân üzerine oturan ikinci katının kütüphane olduğunu öğreniyorum. Hâlet Efendi Kütüphanesi olarak anılan kütüphanede bulunan kitaplar ve el yazmaları Süleymaniye Kütüphanesi’ne devredilmiş. Bu bölüme binanın yan kısmındaki taş merdivenden çıkılıyor. Bu kitaplığın cümle kapısı üzerinde Yesarizâde Mustafa İzzet Efendi’nin hattı ile yazılmış ve sözleri binanın banisi Halet Efendi’ye ait bir kitabe göze çarpar. İç avludan çıkılan üst katta kütüphane ve mektebin yer aldığı iki katlı kâgir bina, Halet Efendi tarafından tamir ettirilmiştir. Solundaki açık türbe 1871’de hayli değişik, seçmeci bir üslupla, tekne tonoz üstüne piramidal basamaklı mermer bir çatı getirilerek yeniden yaptırılmıştır.
Bu türbede 1823 yılında Konya’da idam edilen Hâlet Efendi’nin kendisi yatmaktadır. Vücudu Konya’da, başı da Galata Mevlevihânesi’nde gömülüdür. Orada gömülü kesik başına ait taş vardır. Daha sonra kesik baş Beşiktaş’taki Yahya Efendi Dergâhı haziresine gömülmüştür. Kefeki taşından ve mermerden olan türbenin avlu ve caddeye üçerden olmak üzere dokuz yuvarlak penceresi bulunmaktadır. En üst noktada ise büyük bir kaide üzerine taş bir Mevlevî sikkesi yerleştirilmiştir. Kudretullah Dede türbesi olarak da geçer. Ayrıca Hâlet Efendi, türbeler ve derviş hücrelerini onartmış, avluyu mermerle döşetmiş, hazireyi pirinç şebeke-lerle süslemiştir. 19. yüzyıl başlarında Hâlet Efendi’nin yaptırdığı, avlunun sol tarafında bulunan türbede meşhur mesnevî şairi İsmail Ankaravî Dede (Rusûhî Dede) ile son devrin en büyük divan şairi Galip Dede (Şeyh Galip) yatmaktadır. Yirmiden fazla eseri kaleme alan Rusûhî Dede, dergâhta âmâ olarak tam yedi yıl Mesnevî-i Şerif okutmuştur. 1631’de vefat etmiştir. Bu türbe dikdörtgen plânlı kesme kefeki taşındandır. Üzeri tonoz örtülü olup, üst kısmına da Mevlevî sikkesinden bir âlem yerleştirilmiştir. Avluya yönelik dikdörtgen söveli demir parmaklıklı dört, iki yanında birer penceresi vardır. Türbe girişi önceden sarnıç görünümlü çilehaneydi.
Şeyh Galip
Şeyh Galip 1757 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Mustafa Reşit Efendi, annesi Emine Hatun’dur. Kuvvetli bir tasavvuf eğitimi içinde yetişen babası, Mevleviliğe ve Melamiliğe bağlı şiirle de uğraşan, kültürlü bir kişiydi. Şeyh Galip’in dedesi Mehmet Efendi de Mevlevi tarikatı aydınlarındandı. Galip ilköğrenimini babasından gördü. Hamdi adlı bir bilginden Arapça dersi aldığı ve kendisine Esat mahlasını veren Süleyman Neşet’ten de öğrenimi sırasında faydalandığı bilinmektedir. Çok genç yaştayken güçlü bir şair ve geniş kültürlü bir aydın olarak tanındı. İlk şiirlerinde Esat mahlasını kullandı. Bu adın başkalarınca benimsendiğini görerek Galip adını kullanmaya başladı. Her iki mahlası birlikte kullandığı görüldü.
Henüz 24 yaşındayken divan sahibi olan şair, 26 yaşlarında Türk edebiyatında mesnevi türünün en başarılı örneklerinden biri sayılan “Hüsnü Aşk” adlı eserini tamamladı. Bir yıl sonra Konya’da Mevlana dergâhında çileye girdi, fakat ayrılığına dayanamayan babasının isteği üzerine çilesini tamamlamadan İstanbul’a döndü. Yenikapı Mevlevihanesinde yeniden çileye girdikten sonra hücreye çıktı. Sütlüce’deki evinde, 1791 yılına kadar ilimle ve eser yazmakla uğraştı. Bu tarihte Galata Mevlevihanesi şeyhliğine getirildi. Sekiz yıl kadar süren dergâh şeyhliği sırasında Sultan Üçüncü Selim, Valide Sultan padişahın hemşiresi Beyhan Sultanın yakınları arasında yer aldı. Bunun sonucu olarak Sultan Üçüncü Selim ve Valide Sultan da harap bir durumda olan dergâhı ve Kasımpaşa Mevlevihanesini tamir ettirdiler.
1799 yılında İstanbul’da vefat eden Şeyh Galip’in kabri Galata Mevlevihanesinin avlusundaki türbede bulunmaktadır. Şeyh Galip, Divan şiirinin en büyük birkaç şairinden biri olduğu gibi, bu şiirin son büyük şairi sayılır. Divan şiiri yüzyıllar boyunca büyük şairlerin katkılarıyla gelişmesini sürdürmüş ve XVIII. Yüzyılın sonlarında Galip’le doruk noktasına erişmiştir. Ondan sonra Divan Şiiri, büyük şair yetiştirmemiştir. Şeyh Galip henüz 42 yaşında iken hastalanarak vefat etmiştir. Miraç gecesinde vefat ettiğini söyleyebiliriz. Cenazesi Galata Mevlevîhânesi’nin avlusunda, girişte hemen soldaki ahşap türbede yatan Şârih-i Mesnevî İsmail Rusûhî Dede’nin ayakucuna gömülmüştür.
Kaynaklar:
1) www.galatamevlevihanesimuzesi.gov.tr/
2) tr.wikipedia.org/wiki/Galata_Mevlevîhânesi
3) Müzedeki bilgilendirme panoları