Edirne-Osmanlının İkinci Başkenti
27 Ekim 2012 Cumartesi sabahı saat 08 de Ailbeyköy Ulusoy otobüs terminalinde yerimizi aldık. 8.15 de hareket eden bir servis otobüsü ile İstanbul Otogarı’na hareket ettik. 8.38 de Edirne’ye gidecek olan otobüste yerlerimizi almıştık. Altı kişilik ekibimize çok sevdiğimiz Rukiye de katılmıştı.Saat 8.42 de kalkan otobüsümüz iki buçuk saat süren bir yolculuktan sonra saat 11.34 te Edirne Otogarına ulaştırmıştı.
Otogardan yeni bir servis otobüsüne binerek Edirne’ye, Büyük Usta ve Osmanlının en büyük mimarı Sinan’ın ustalık eserim dediği Selimiye Camii’ne doğru yola koyulmuştuk. Saat 11.57 de Selimiye Camii görüş ufkumuza girmişti.Selimiye Camii’nin kapısındaki kitabeye göre yapımına 1568 yılında başlanmıştır. Caminin 27 Kasım 1574 Cuma günü açılması planlanmışsa da ancak II. Selim’in ölümünün ardından 14 Mart 1575′te ibadete açılmıştır. Mimar Sinan’ın ‘’ Çıraklığımı İstanbul’daki Şehzade Camii’nde yaptım.
Kalfalığımı da Süleymaniye Camisi’nde tamamladım. Fakat bütün gücümü bu Sultan Selim Han camisinde sarf edip ustalığımı ayân ve beyân ettim.’’ Dediği caminin önünde hatıra fotoğraflarımızı çekip, Selimiye Külliyesi içerisinde yer alan ‘’arasta’’ ya da kapalı çarşıya giriyoruz. Oldukça renkli ve külliyenin gelir kaynaklarından biri arasta. Kapalı çarşıdan sonra Selimiye Camisi gezildi.
Beş yüz yıla yaklaşan geçmişiyle zamana meydan okuyan, dimdik ayakta duran heybetiyle insanı kendine hayran bırakan bir yapı vardı karşımızda. Teknik özelliklerindeki üstünlük ve ayrıcalıklarla Osmanlı mimarisini göklere çıkaran bir eser vardı karşımızda. Şehir siluetindeki hâkimiyetini açıkça belli eden ihtişamıyla herkesi büyüleyen Selimiye, Osmanlı Saltanatı’nın Edirne’ye en büyük armağanı olarak kubbesinden minarelerine, süslemelerinden akustiğine kadar eşsiz bir değer olarak bilinmektedir.
Mimar Sinan‘ın 80 yaşında yarattığı ve “ustalık eserim“ diye nitelediği yapıt olan Selimiye Camii, Osmanlı-Türk mimarlık tarihinin olduğu kadar, dünya mimarlık tarihinin de başyapıtları arasında gösterilmektedir. Selimiye Camisi’ni gezdikten sonra Ulu Camii yanına ulaştık. Camiyi sonra gezmek üzere Talat Paşa Bulvarını izleyerek Saraçlar Caddesi’ne ulaştık. Geriye dönüp baktığımızda üç şerefeli Burmalı Camii de bütün heybeti ile ben buradayım diyordu. Sultan II. Murat tarafından 1443-1447 tarihleri arasında yaptırılmış. Burmalı Camisi, Osmanlı sanatında, erken dönem ile klasik dönem tarzı arasında yer alır.
Geçiş dönemini temsil eder. 24 metre çapındaki bir merkezi kubbe planı ilk kez uygulanmıştır. Kubbe; ikisi ana paye, dördü duvar payesi olmak üzere altı dayanak üzerine oturtulmuştur. Yanlarda daha küçük ikişer kubbe ile örtülü kare bölümler yer alır. Yapıya bütün olarak bakıldığında, enine dikdörtgen bir yapıdır. Üç şerefeli Burmalı Camii arkamızda bırakarak, Saraçlar Caddesi’nde ilerliyoruz. Rehberimiz Yakup Bey. Saraçlar Caddesi bizi Avrupa’nın ünlü kentlerinden birine götürüyor. Tertemiz, geniş, renkli ve hareketli bir cadde olarak karşımızda duruyor. Turist kaynıyor. Rehberliğimizi yapan Yakup Bey eşliğinde Alipaşa Çarşısı’na giriyoruz.
1561 yılında Hersekli Ali Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış. Çarşının iki başında muazzam kale kapıları gibi giriş kapıları bulunmaktadır. Edirne’nin ticari hayatında önemli bir yeri olan çarşının 6 giriş kapısı ve 130 dükkan bulunmaktadır. 1992 yılında bir yangın ile tamamen yanmış olan Alipaşa Çarşısı, aslına uygun olarak restore edilmiş ve 1997 yılında tekrar hizmete girmiş. Çarşı gezilip, Ortakapı Caddesi’ne çıkıyor ve ciğerci Niyazi Ustanın dükkânına uğruyoruz.
Rehberliğimizi yapan Yakup Beye göre Edirne’nin en meşhur ciğercisi oluyor. Gerçekten de meşhur ve tercih edilen bir ciğerci Niyazi Ustanın yeri. Oturacak yer bulabilmek için bir hayli bekledik. Biz oturup ciğerlerimizi beklerken ve gelen yaprak ciğerleri yerken, oldukça kalabalık bir grup da bizim kalkmamızı bekledi. Servis yapanlardan edindiğimiz bilgiye göre; Edirne yöresinde yetiştirilmiş en az bir yaşındaki danadan elde edilen karaciğer kullanılıyor.
Kesim ve doğrama sırasında ciğerin zarı sinir ve damarlardan ayıklanıyor. Yaprak şeklinde doğranıyor. Alüminyumdan yapılmış özel tavalarda pişiriliyor. Yağın çok hızlı olarak kızabilmesi için, yaklaşık bir mm kalınlığında özel tavalarda pişirme işlemi gerçekleşiyor. İnce yaprak dilimler halinde kesilmiş ciğerler, Edirne yöresinde üretilmiş buğday ununa iyice bulandıktan sonra, 120 derece sıcaklıktaki ayçiçeği yağı içerisine bırakılmaktadır.
Serviste garnitür olarak Edirne-Karaağaç üretimi kurutulmuş kırmızı biber sunuluyor. Yakup Bey ile ben ayrıca ayran aldık. Yan masamızda da Kayınbiraderim Lütf, karısı Cihan, karşısında Yakup Beyin karısı Luiza hanım, benim karım Serap ve Rukiye bulunuyordu. Ciğerden ve sunumdan çok memnun kalarak, yerimizi yeni müşterilere verdik. Yemekten sonra Maarif Caddesi üzerinden Tunca Nehri’ne doğru yürümeye başladık.
Caddenin bitimine doğru Yakup Bey heyecanla restore edilmekte olan Edirne Büyük Sinagog İdare Binasını gösterip, bizi konu ile ilgili olarak bilgilendirmeye başladı. Edirne kent merkezinde sayıları artmış olan Yahudi cemaatinin ibadet ihtiyacını kökten karşılamak amacıyla 1907 yılında inşa edilmiş. Edirne kimliğine damgasını vurmuş olan Yahudilerin günümüzdeki tek simgesi olan yapı, aynı zamanda Avrupa’nın üçüncü büyük sinagogu olma özelliğini taşımaktadır.
Sinagogu geçiyor ve Tunca Nehri’ne ulaşıyoruz. Tunca Köprüsünü kullanarak karşıya geçiyoruz. Edirne ile Laraağaç’ı bağlayan ilk köprü olduğunu öğreniyoruz. 1607-1615 yılları arasında Ekmekçizade Ahmet Paşa tarafından Sedefkâr Mehmet Ağa’ya yaptırılmış. Yapıldığında on bir ayak üzerinde 10 kemerlidir. Ortasında tarih köşkü bulunmaktadır. Tarih Köşkü, kitabe ve sayım köşkü olarak da bilinmektedir. Sayım Köşkü sözcüğü, köprüden geçenlerin sayıldığı izlenimini vermektedir.
Asıl adı Ekmekçizade Ahmet Paşa Köprüsü olan Tunca Köprüsünün bazı ayakları sellerden yıkılmış. Yenilenmiş ama aslına uygun olmamış. Yakup Bey bilgilendirmeye devam ediyor. Bundan birkaç yıl önce geldiklerinde, nehrin Karağaç kıyılarında masalımsı mesire yerleri bulunmaktadır. Hiç birini göremedik. Seller bu bölgeyi heyelana uğratmış. Köprüden geri dönerek, tekrar Saraçlar Caddesi’ne giriyoruz.26 Ekim Cuma akşam kayınbiraderim Lütfi ile eşi Cihan Göktürk’teki evimize gelmişlerdi. Bir süre sonra üst komşumuz Yakup Bey ile eşi Luiza da aramıza katıldılar. Konu Edirne’den açılınca, Yakup Bey söze girerek ‘’Eşim ile ben daha önce Edirne’yi gördük ama bir kez daha görmek isteriz’’ dedi. Arkasından ekledi. ‘’İsterseniz yarın Edirne’ye gidelim.’’ Bu seyahat olur mu, olmaz mı? Derken gitme kararı alındı.
Edirne’nin kısa tarihçesi
Böylece, Roma Dönemi’nde kent Hadrianopolis olarak anılmıştır. Adrianopolis zamanla Adrianople/Adrianopel olarak değişmiştir. Edirne 1361 yılında Osmanlı Sultanı I.Murat tarafından fethedilmiştir. Osmanlının egemenlik dönemi başlarında Adrianopolis adı Edrinus olarak anılmaya başlamıştır. 1476’da yazılan Aşıkpaşazade Tarihi’nde kentin adı Edrene olarak geçmektedir. XVI. yüzyıl başlarında ise kentin Edirne olarak adlandırıldığı görülür. Edirne, 1361 yılında I.Murat tarafından fethedilmiş ve 1365 yılında da Osmanlının ikinci başkenti olmuştur.
Edirne’nin ilk yerleşimcilerinin Traklar soyundan Odrisler olduğu sanılmaktadır. Odrisler, Meriç ve Tunca nehirlerinin birleştiği yerde, bu günkü Edirne’nin bulunduğu konumda Odris ya da Odrisia adında bir yerleşim birimi kurmuşlardır. Odrisler’den sonra bölgeye egemen olan Makedonlar Döneminde yerleşim biriminin adı Orestia ya da Orestas olarak anılmıştır. İ.S. II. Yüzyılda bölgeye egemen olan Roma İmparatoru Hadrianus, Orestia yerleşim biriminin stratejik önemi nedeniyle, buraya kent statüsü vermiş ve kendi adını koymuştur.
1453 yılında İstanbul’un alınışına kadar, 88 yıl süre ile Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak kalmıştır. Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne, mutluluk dönemlerinde “Der-i Saadet”, yani Mutluluk Kapısı olan bir “Şenlikler Şehri” dır. Sultan II. Murat’tan IV. Mehmet’e kadar zafer kutlamaları, sünnet şenlikleri ve şehzadelerin evlilik törenleri “İstanbul’u kıskandıracak kadar” görkemli olurdu. Edirne tabii ki her dönemde hatırlarda bir “Mutluluk Kapısı” olarak kalmadı.
Evliya Çelebi’nin sözleriyle, “Bir İslam Duvan” görevini üstlendi. Batıdan gelen Haçlı Seferlerinin ilk uğrak yeri oldu. Kuşatma ve işgallerden bunaldığı zamanlar da oldu. Her şeye rağmen Edirne, her zaman kültür olaylarının yoğun yaşandığı bir kent olmuştur. Mimari yenilikler bu kentin yapılarıyla gelmiş; hat ve süsleme sanatının en güzel örnekleri burada verilmiş, çok sayıda medresesi yoğun tartışmalara tanık olmuş, tıp tarihine geçen ilk uygulamalar burada başlamıştır. Kimliğini asıl Osmanlı döneminde bulan ve imparatorluğun ikinci kenti olan Edirne, kültürel mirasımızın en yoğun hissedildiği bir kenttir. Edime, camileri, çarşıları, köprüleri, tarihi evleriyle ve özellikle de Muhteşem Selimiye ile ülkemize gelenleri ilk karşılayan ve bir sınır kenti olma özelliğini en iyi yansıtan kentimizdir.
Kaynaklar:
1) http://www.edirnevdb.gov.tr/kultur/padisahlardonemi.html
2) http://tr.wikipedia.org/wiki/Edirne_(il)