Peri Bacaları ve Kapadokya düşlerim
Bir zamanlar bir içdeniz olan Düşler Ülkesi Kapadokya’yı özel bir coğrafya bölgesi yapan, UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Miras Listesi’nde yer almasını sağlayan ve peri bacaları oluşumuyla böylesine görsel bir şölene dönüştüren, masallarda karşımıza çıkan sihirli bir değnek değildi elbette…
20 Nisan 2019 Cumartesi, Ortahisar…
Kapadokya adına ilk kez Bor’a zorunlu taşındığımız 1957 yılı yaz tatilinde rastlamıştım. Olabilirse, boş zamanlarımda okumanın, araştırmanın ve sorgulamanın yanı sıra hayal kurmayı da seven bir çocuktum. Hayal kurmayı sevdiğim içindir ki bilimkurgu romanları hep favorim olmuştu.
Halil Nuri Yurdakul İlçe Halk Kütüphanesi’nde Güney Kapadokya’nın başkenti Tuana başlığı ile karşılaşmıştım. Yeterli bilgiye ulaşamayınca Emekli Türkçe Öğretmeni Necati Bey’den yardım istemiştim. Oldukça yardımcı olmuştu. Böylece Kapadokya ön bilgilerim daha ilkokul beşinci sınıfa geçtiğim yaz tatilinde oluşmuştu.
Aradan 35 yıl geçtikten sonra, 1992 yılında, eşim ve kızımla Kapadokya’yı görme ve gezme fırsatını yakaladım. Ürgüp’te bir gece konaklayarak gezdiğimiz Kapadokya’da, Paşabağı’nın yanı sıra Derin Kuyu yeraltı yerleşim birimlerini de gezmiştik. Çok farklı ve özel bir coğrafi yapıya sahip olan bölge bir bakıma Orta Anadolu’yu içine almaktaydı. İlkokul birinci ve beşinci sınıfı okuduğum Misli Köyü de bu bölgede yer almaktaydı.
Bir zamanlar bir içdeniz olan Düşler Ülkesi Kapadokya’yı özel bir coğrafya bölgesi yapan, UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Miras Listesinde yer almasını sağlayan ve peri bacaları oluşumuyla böylesine görsel bir şölene dönüştüren, masallarda karşımıza çıkan sihirli bir değnek değildi elbette…
Neydi öyleyse? Öğrenmeliydim. Öğrenmek için de bölgeye tekrar gitmeliydim. Peri bacalarıyla ünlü bu çok özel ”güzel atlar” ülkesini bir kez daha görmek için yanıp, tutuşuyordum. Ankara devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi’ne 1974 yılında giriş yapan öğrencilerin ki eşim de onlardan biriydi, 45. Yıl kutlama programını bu bölgede yapma girişimleri bölgeyi tekrar görmek için bir fırsat oldu.
Ankara Şehirler Arası Otobüs Terminali’nden saat 10,30’da hareket ettikten yaklaşık 4 saat sonra Nevşehir sınırları içinde yer alan Hacıbektaş’ı geçmiştik. Ortahisar’a doğru yol alırken Periler diyarı, bacaları ve yeraltı yerleşimleri de kendini göstermeye başlamıştı. Milyonlarca yıl önce buralarda bir iç deniz bulunduğunu, bu iç deniz çevresinde yaşayan canlıları ve ilk atlarımızı düşünürken göz kapaklarım da yavaşça kapandı.
Gözlerimi tekrar açtığımda uçsuz bucaksız bir denizi yaklaşık 100 metre yükseklikteki bir balondan seyrederken buldum kendimi. Çevreyi taradığımda oldukça farklı doğa çıktı karşıma. Bana mı öyle geliyordu acaba… Ağaçların gövdeleri ve yükseklikleri olması gerekenden çok fazla büyüktü. Otların boyları bile bildiğimiz ağaç boylarına eşitti. Havada uçan, yerde yürüyen kuşlar da sanki on onbeş kat büyümüşlerdi. Ortalıkta vahşi dinazorlar dışında hiçbir canlı görünmüyordu. Sanki Alis Harikalar Diyarı’nda geziniyordum. Alis de Harikalar Diyarına giderek aklın, mantığın, matematiğin ve felsefenin derinliklerinde dolaşmıştı.
Birden ortamdaki hareketlilik ve panik dikkatimi çekti. İçinde bulunduğum balon da aşırı derecede sallanmaya başlamıştı zaten. Ağaç boyutlarındaki otların arasından fırlayan devasa boyutlardaki hayvanlar büyük bir korkuyla, panik halinde denizden uzaklaşıyorlardı.
Neler oluyor demeye kalmadan kulaklarımı sağır eden şok ses dalgalarını binlerce derece sıcaklıktaki bir hava dalgası izledi. Yer kabuğu sarsıldı, yarıldı, bazı yerler çökerken bazı yerlerde de dağ yükseltileri ortaya çıkmaya başladı. Kavrulup, yok olacağımı düşünürken nereden geldiğini anlayamadığım bir ses ”Kuzey Amerika’nın Meksika bölgesine 12 metre yarıçaplı milyonlarca ton ağırlığında bir göktaşı yanarak düştü. Yaklaşık 170 metre yarıçaplı bir krater oluşturan göktaşı, çarpma sonrasında Dünyanın sıcaklığı aniden aşırı derecede arttırdı. Yangınlar başladığı gibi depremler de tetiklendi.” Dedi ve ekledi. ”Korkma sen bütün bunlardan etkilenmeyecek sin. Kuantum Kütle Çekim yasalarından yararlanıp, bir solucan deliğinden geçerek 65 milyon öncesine geldin. Sadece olayları gözlemleyen bir kişisin.”
Rahatlamıştım…
Öyle anlaşılıyordu ki Göktaşının tetiklediği depremler dünyanın her tarafına yayılmıştı. Binlerce yanardağ faaliyete geçti. Atmosfere salınan gaz ve toz bulutları güneş ışığını engelledi. Kapanan güneş ışınları fotosentezi durma noktasına getirdi. Buharlaşan kayalardan kalkan tozlar ve meydana gelen kükürtdioksitle birlikte binlerce derece sıcaklık bulunduğum bölge ile birlikte tüm kara ve denizlerdeki dinozorları yok etti.
Balondan uçsuz bucaksız içdenize ve çevresine üzüntüyle baktım. Bölgenin coğrafi ve jeolojik yapısı değişmekteydi. Erciyes, Hasan Dağı ve Güllü Dağı gibi Volkanik dağlar ortaya çıktı. Bu dağlardan püsküren lavlar platolara ve giderek akarsulara, göllere ve içdenize ulaştı. Kızgın lavlar ulaştıkları yerlerdeki suyu buharlaştırıp, çöle döndürdü. Olamaz, olmamalı derken yüzlerce metrelere kadar yükselmiş olan volkan külleri de rüzgarlarla kilometrelerce uzaklara kadar ulaştı.
Yüzlerce metre yükseklere çıkan volkan külleri, suyu çekilmiş olan içdenizle birlikte Orta Anadolu’yu örttü. Bütün bunlar olurken bana ve içinde bulunduğum balona hiçbir şeyin olmaması hayalet gibi dolaşmamdan ileri geliyordu. Solucan deliklerinden geçerken doğa olaylarına karşı dokunulmazlık mı kazanmıştım? Neyse ki bunu düşünecek zaman yoktu. Dünya yeniden şekilleniyordu. Başta Alp dağları ve uzantıları, Everest tepesi de buna dahildi, oluşmaya başlamıştı. Bütün dikkatimle bu oluşumları beynime kaydetmeliydim.
Zaman büyük bir hızla aktı. Sekiz on milyon yıl gibi kısa bir zamanda Orta Anadolu’daki içdeniz ve çevresi yaklaşık 200 metre derinliğinde volkan külü olarak tanımlanan tüf ile kaplandı. Ölümsüz müydüm ki bu kadar uzun bir zaman tüf yağmuruna tanık olmuştum.
Bu oluşum ve değişimler sırasında gündüzün geceye dönüştüğü, şimşeklerin çaktığı ve gök gürlediği zamanlar oldu. Adeta tufanlar meydana geldi. Yağan yağmurla birlikte volkan külü içinde kil, kumtaşı ve bazalt içeren kayaçlar oluştu. Ne kadar şanslı biriydim. Dünyadaki dinozorların yok oluşundan sonra bir de Orta Anadolu’daki coğrafi ve jeolojik yapının değişimine tanık olmuştum.
Binlerce yıl yağan yağmurlar oldukça yıkıcı akarsuların oluşmasına neden oldu. Kızılırmak bunlardan biriydi. Saatte yüzlerce kilometre hızla esen rüzgâr ve fırtınalar oluştu. Volkan külleri azgın sular tarafından sürüklenip götürüldü ve yerlerinde derin vadiler oluştu. Kilometrelerce uzanan derin vadilerin nihayetinde volkanik sert kayalar tarafından akış engelleniyordu. Su biriktikçe birikti ve milyonlarla ifade edilen basınç kuvvetleri oluşturdu.
Bu arada balonsuz da uçmaya başladığımın farkına vardım. Fırtınaların ve yıkıcı akarsuların içinde kaygısızca dolaşıyor, olabilecekleri görmeye çalışıyordum.
Bitki örtüsünün yok denecek kadar azlığı ve tüf tabakasının geçirimsizliği sonucu kuvvetlenen sel suları sert kayaların arasında inatla kendilerine yol açmaya çalışıyordu. Ben de pür dikkat açabilecek mi diye bakıyordum. Sert kayalar azgın suların gücü karşısında çatlayıp koptu ve yine geride derin dalgalı vadiler bırakıp aktı.
Giderek bölge şekilleniyordu. Doğa muhteşem bir tasarımcıydı. İşini bilen bir mimar, ressam ve yontucu gibi çalışıyordu. Azgın akarsular ve fırtınalar işini bilen bir ressamın ünlü fırçaları olarak iş görüyordu. Usta bir tasarımcı olan doğanın hiç acelesi yoktu. Benim de yoktu. Doğanın ortaya çıkaracağı mimari tabloyu görmek istiyordum.
Gerçekten de Doğa işini bilen bir ressam olmanın yanı sıra usta bir yontucu, muhteşem bir heykeltıraş olduğunu da göstermeye başlamıştı. Azgın suların oluşturduğu fırçasından kendini koruyabilen oldukça sert volkanik kayalara şefkatle yaklaşmasını da biliyordu. Sel sularının aşındırmasından kendini koruyabilen sert kayalarla, dünyada eşi benzeri olmayan şapkalı, konik gövdeli Peri bacaları oluşumu başlatılmıştı. Büyük bir keyifle bu oluşumu izledim. Sadece Peri bacaları mı ortaya çıkmıştı? Elbette hayır…
Dinozorlar yok olmuştu ama memeliler ortaya çıkmıştı. İlk canlılardan bazıları denizlerden karalara sürünerek çıkmışlar ve zamanla ayakları üzerinde yükselmişlerdi. Avcı ve meyve toplayıcı insan toplulukları dünyanın her yerine yayılmıştı.
Yanardağların oluşturdukları lav akıntıları, zehirli gazları ve kül bulutları büyük zararlara neden oluyordu ancak bunlar kısa vadeli etkileriydi. Uzun vadede ise yeryüzünün belki de en verimli tarım alanlarının oluşmasını sağlıyorlardı. Volkanik kül ve magmanın soğumasıyla pek çok mineral yerin derinliklerinden yüzeye çıktı. Oluşan volkanik kayaçlar Güneş’ten gelen enerji, atmosferdeki nem ve çeşitli gazlar nedeniyle fiziksel ve kimyasal olarak aşındı, parçalandı, volkanik küle karıştı. Yararlı mineral ve besinler canlı türleri için kullanılabilir hale geldi. Orta Anadolu’da yaşam canlandı. Vadilerde, Peri bacaları arasında özgürce dolaşan güzel atlar ortaya çıktı. Görülmeye değer coğrafi bir bölge oluştu.
Yüzlerce ve binlerce yıl bir mimar ve ressam gibi çalışan doğayı ve tasarımını izlemek benim için bir şölendi. Yazılarım için iyi bir kaynak olacaktı. Bu nedenle dikkatimi biraz daha yoğunlaştırdım.
Muhteşem bir tasarımcı olan Doğa çekiç yerine azgın suların sürükledikleri kaya parçalarını kullanırken sivri uçlu çelik kalemler yerine de yüzlerce kilometre hızla esen rüzgârları kullanıyordu. Binlerce yıllık özenli bir çalışmadan sonra dünyada eşi benzeri olmayan şapkalı, konik gövdeli peri bacaları oluşumu gerçekleşmişti. Üç Güzeller olarak adlandırılan devasa yapıdaki Peri Bacalarının yanı sıra boyları birkaç metreye kadar olan peri bacaları da tasarımda yer almışlardı.
Tam da bu şapkalı, konik gövdeli peri bacalarından, kardeşçe yaşayan ve Üç Güzeller olarak adlandırılanların çevresinde dolaşıp, Doğanın bu muhteşem eserini daha yakından görmek isterken ‘’Mehmet, Mehmeeet…’’ sesleriyle kendime geldim. Eşim ‘’Uyan artık, yeterince uyudun. Nevşehir Otogarına geldik.’’ Dedi…
Gözlerimi ovuşturarak, önce nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Otobüsteydim…Toparlandım. Peri bacalarının merkezi olan Nevşehir’deydik. Peri bacalarının oluşumunda bulunmuş olmanın mutluluğu içinde kendimden geçmiş olarak otobüsten indim. Bavullarımızı aldıktan sonra bir taksiye binerek grubun konaklayacağı ortahisar’daki Ramada Oteline gittik…