St. Tropez Fransa
Avrupa’nın en gözde sahil beldesidir St. Tropez. Yaz aylarında dünyanın dört bir yanından on binlerce insanın bu ışıklı, şık ve lüks liman kentine aktığını öğrenmiştim internetten. Fransız Rivierası olarak bilinen Cote Azur’un en batısındaki bu gözde sahil beldesini görmeliydim. Bu kadar gözde bir turizm merkezi olmasına rağmen başlangıçta ilk görenleri hayal kırıklığına uğratabilir.
Basit bir balıkçı kasabasından dünya jet sosyetesinin göz bebeği oluşu bir anda olmamış. 19. yüzyıl başlarından itibaren yazar ve ressamlara ilham veren kasaba 1950’lerde Brigitte Bardot’un efsane filmi “Ve Tanrı Kadını Yarattı” filmiyle kendini baştan yaratmış.
Saint Tropez, Fransız Rivierası’ nda yer alan, oldukça ünlü ve zengin yaz konukları için vazgeçilmez bir uğrak yeridir. Mülti milyonerler için adeta bir oyun yeri olarak bilinmektedir. Cheteau Saint-Tropez olarak bilinen Villanın gecelik ücretinin 4 000 Euro ile 20 000 Euro aralığında olduğunu düşünülürse ne demek istendiği daha iyi anlaşılacaktır.
Vapurumuz St. Tropez Körfezi’ne girmeden önce, dünyaca ünlü Pampelonne Plajları karşılar konuklarını. Pampelonne’ de 5 km’lik kıyı boyunca bir plaj serisinin bulunduğu anons edilir gemi rehberi tarafından. Günde ortalama 30 000 ziyaretçiyi ağırlayan plajların 30 metre genişliğinde ve muhteşem bir kumla kaplı olduğu söylenir.
St. Tropez’ in pastel renkli evleri, kalabalık eski ve yeni limanları, şık kafeleri, barları ve mağazaları ressamlara, şairlere ilham verici güzellikte. Hani, şeytan ayrıntıda gizlidir derler ya St. Tropez’de de durum aynen böyle.
Eski Balıkçı köyünün dokusu hiç bozulmamış, özenle korunmuş. Dünyanın süper zenginlerinin tatil yeri olmasına rağmen, paranın yıkıcı etkisi hiç ulaşamamış buralara. Tepeler yemyeşil ve bakir kalmış. Çok popüler olduk, her yeri otellerle, evlerle dolduralım dememişler. Ağaçların doğal şemsiye olduğu, kıvrılarak bir su gibi akan güzelim yolları yok edip hiç sürprizi olmayan çift şerit yollar yapmamışlar.
7 Haziran 2016 Salı, St. Tropez…
Cote D’Azur bölgesinin merkezi sayılır. Villeneuve Lobut’ ta 4. Günümüz. 15 km Doğumuzda Nice 15 km, Monte Carlo 35 km, İtalya sınırındaki Menton 45 km uzakta bulunuyor. Bir başka deyişle, 50 km doğumuzda İtalya var. Batı bölgesine dönersek; Antibes 6 km, Cannes 16 km ve Saint Tropez 74 km uzaklıkta bulunuyor. Saydığım bu kıyı bölgelerini gezmek istiyoruz. Fransa’da başlayan demiryolları grevi sona ererse İtalya’ya da geçmek istiyoruz.
İki gün önce Nice Port’ tan kişi başı 65 Euro ödeyerek St. Tropez seyahati için biletlerimizi almıştık. Saat 09,00’da Nice Port’ tan kalkacak olan vapura zamanında yetişmemiz gerekiyor. Cannes’dan 06,40’ta kalkan 200 nolu otobüs 08,10’da Nice’e ulaşıyor. Biz en geç 07’de bize 300 metre uzaktaki durak Parc de Vaugrenier’de olmalıyız. Bu nedenle, saat 05,30’da kalkarak sıkı bir kahvaltı yaptık. Her şey yolunda gitti. Gerçekten de 08,10’da Nice’e, Meridyen Oteli’nin önündeki son durağa ulaşmıştık. Promenade des Agnes’e çıkarak, sahil boyunca keyifli bir yürüyüşle, Nice Kalesi’nin güneyinden dolandık. Nice Port’ un karşısında bir kafede kahve içme şansımız bile oldu. Kahve molasından sonra bizi St. Tropez’e götürecek olan vapurumuza gittik.
St. Tropez yolcuları zamanından önce geldiği için, limandan saat 08,45’te limandan ayrıldık. Çevresindeki binalar rengârenk olup, yükseklikleri dört kattan fazla değil. Böylelikle tarihi kalenin görüntüsü korunmuş. Oldukça işlek olan liman Fransa anakarasını Korsika adasına bağlıyor. Liman, diğer şehir ve ülkelerden Nice’e ulaşımı sağlayan önemli bir aracıdır. Sadece Kurvaziyer gemileriyle kente yılda bir milyondan fazla ziyaretçi gelmektedir. Bu güzel limandan süzülerek uzaklaşmaya başlıyoruz. Ben elimdeki fotoğraf makineleriyle, kalenin ve şehrin panoramik fotoğraflarını çekmeye çalışıyorum.
Nice’in en etkileyici ve panoramik yeri neresidir? Derseniz… Sorumuzun yanıtı Nice Kalesi’nde yatmaktadır. Gerçi Google haritalar ve internet sorgulamalarında Parc du Cheteau olarak geçiyor ama biz yine de Nice Kalesi diyelim. Cheteau sözcüğü Fransızcadan Türkçeye Şato olarak geçmiş. Genelde Şato, Orta Çağ Avrupa’sında bir bölgenin derebeyinin oturduğu büyük ve korunaklı binalara verilen isim olarak biliniyor. Şatolar ilk zamanlarda feodal beylerin yönetim merkezi ve oturduğu yerdi. Daha sonraki tarihlerde şatolar asillerin de oturduğu geniş ve korunaklı özel meskenler haline geldi.
Antik Nice’te, bir kayalık üzerinde 12. yüzyılda oluşturulan kale, 1706 yılında 14. Louis tarafından yerle bir edilir. Sadece 16. Yüzyıl yapısı olan Tour Bellanda kalır. Kalenin 14. Louis tarafından yıkılmasından sonra yeni bir kale yapılmamış, kayalık tepe park olarak kullanılmaya başlamış.
Antik Yunan motifli seramik mozaiklerle süslenmiş olan bu yapı bugün, kent ve çevresinin muhteşem bir panoramasını sunan bir teras olarak kullanılmaktadır. Piknik için harika bir yer olarak tanımlanmaktadır.
Nice Port’ tan çıkış yapıyoruz. Nice kalesi ve şehir giderek küçülüyor. Promenade des Agnes muhteşem görünüyor plajlarıyla. Derken konaklama yerimiz devasa ve beyaz yelkenleriyle görüş ufkumuza giriyor. Baie des Agnes Marina çevresinde yapılanmış olan devasa yapılar beyaz yelkenlere benzediği gibi Mısır Piramitleri etkisi de bırakıyor üzerimizde. Nefes kesen kıyı manzaraları eşliğinde Antibes geçiliyor.
Nice’ten yeterli yolcu alamayan gemimiz Cannes’ın tam karşısındaki ‘’İle Sainte-Marquerite’’ Adası’na uğrayarak yolcularını arttırıyor. Farklı bitki türlerini barındıran bu antik adanın bir botanik bahçesini andırdığını anons ediyor Fransız rehber. Geçmişteki bütün kültürlerin barındırıldığı bu ada, zaman ayırıp gezilmesi hatta konaklanası gereken bir yer olarak tanıtılıyor. Deniz Müzesi ile Kraliyet Kalesi’nin bulunduğu ada bize de oldukça ilginç geldi.
Yolcularını alan gemimiz Cannes’a yelken açtı. Böylelikle Cannes ve Cannes Film Festivali’nin yapıldığı kongre binalarının panoramik fotoğraflarını çekme şansını yakaladık. Cannes yolcuları da alındıktan sonra St. Raphael, St. Maxime kıyıları da geçildi. Yaklaşık 2,5 saatlik nefes kesen bir yolculuktan sonra St. Tropez göründü.
Kaptan odasındaki bir rehber tarafından St. Tropez’e girmek üzere olduğumuz anons ediliyor ve devam ediyor. Saint Tropez, Fransız Rivierası’ nda yer alan, oldukça ünlü ve zengin yaz konukları için vazgeçilmez bir uğrak yeridir. Diyor. Mülti milyonerler için adeta bir oyun yeri olarak bilinmektedir. Cheteau Saint-Tropez olarak bilinen Villanın gecelik ücretinin 4 000 Euro ile 20 000 Euro aralığında olduğunu söylersem ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
Vapurumuz St. Tropez Körfezi’ne girmeden önce, dünyaca ünlü Pampelonne Plajları bizi karşılıyor. Pampelonne’ de 5 km’lik kıyı boyunca bir plaj serisinin bulunduğu anons anlatılıyor gemi rehberi tarafından. Günde ortalama 30 000 ziyaretçiyi ağırlayan plajların 30 metre genişliğinde ve muhteşem bir kumla kaplı olduğu söyleniyor.
Pampelonne plaj bölgesi geçilerek Saint Tropez Körfezi’ne giriyor vapurumuz. Uçsuz bucaksız bir körfez ve yüzlerce özel yat ve yelkenli çıktı karşımıza. Bu muhteşem körfezin kuzeyinde Saint-Maxime, batısında Port Grimaud yer alırken güneyine Saint Tropez yerleşmiş. Körfezin kuzeyinde yer alan Saint-Maksim’e M.S. 1 000 yılında rahipler tarafından bir manastır inşa edilmiş. Küçük bir köy iken, günümüzün ünlü turizm merkezlerinden biri haline gelmiş.
Körfezin batısında yer alan Port Grimaud’ un yer aldığı yerleşim bölgesi bir ‘’Göl Köyü’’ olup, köyün eşsiz mimari topluluğu 2002 yılında ‘’Yirminci Yüzyılın Mimari Mirası’’ olarak tescillenmiş. 1966 yılında mimar François Spoerry tarafından tasarlanıp yaptırılan bu tescilli şehir, bir bakıma âşıklar şehri Venedik’in modern kopyası olarak biliniyor. Venedik Büyük kanalı ve üzerindeki Rialto Köprüsü bile kopyalanmış. Bakım ve onarımın gerçekleştirilmesi için özel devre mülk sistemi kurulmuş şehirde.
Körfezin güneyinde yapılanmış olan Saint-Tropez’e gelince İlk kez Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından keşfedilmiş. St. Tropez, 1956 yılında Brigitte Bardot’un oynadığı ‘’Ve Tanrı Kadını Yarattı’’ filmi ile sosyetenin vazgeçemediği tatil beldesi haline gelmiş.
Vapurumuz limana yanaşırken panoramik olarak gördüğümüz St. Tropez hayal kırıklığı yarattı bende. Ege ve Akdeniz kıyıları, özellikle Antalya ve çevresine göre burası bana daha çok küçük bir balıkçı kasabasını andırdı. Bir farkla, limandaki lüks yatları ve şık mağazaları saymazsak…
İskele üzerinden yürüyerek limandan çıkıyoruz. Place Blanqui üzerinden General Lecrelc Bulvarı’na giriyoruz. Bulvar üzerinde kuzeydoğu yönünde ilerliyoruz. Sol tarafımızda Musee de la gendarmerie et du cinema de Saint-Tropez bulunuyor. St. Tropez’ in pastel renkli evleri, kalabalık limanı ve şık kafe, barları ve mağazaları ressamlara, şairlere ilham verici güzellikte. Hani, şeytan ayrıntıda gizlidir derler ya St. Tropez’de de durum aynen böyle.
Biraz ilerde ve solda Hotel de Paris Saint-Tropez, karşısında da içinde Chanel Saint Tropez’ in yer aldığı ünlü villa Cheteau Saint Tropez yer alıyor. Kapısında koruma görevlilerinin olduğu villanın bahçesine bir göz atıyorum. Çok iyi düzenlenmiş bir botanik parkı görünümünde olan bahçenin yaklaşık 4 000 m2 büyüklüğünde olup, 800 m2 lik bir ısıtmalı havuzunun olduğunu öğreniyorum. 16 kişilik kraliyet ailesini konuk edebilecek donanıma sahip olan villanın gecelik konaklama ücretinin 4 000 Euro’dan başladığını öğrenmek de oldukça şaşırtıcı bir o kadar da ilginç geldi bana.
Hotel de Paris solda bırakılarak, Louis Blanc Bulvarı üzerinden yürümeye başlıyoruz. Bulvar dediğime bakmayın, aslında bizim sokaklarımızdan bile dar… Öyle ki kaldırımlarında iki kişi yan yana zor yürümekte…
Balıkçı köyünün dokusu hiç bozulmamış, özenle korunmuş. Dünyanın süper zenginlerinin tatil yeri olmasına rağmen, paranın yıkıcı etkisi hiç ulaşamamış buralara. Tepeler yemyeşil ve bakir kalmış. Çok popüler olduk, her yeri otellerle, evlerle dolduralım dememişler. Ağaçların doğal şemsiye olduğu, kıvrılarak bir su gibi akan güzelim yolları yok edip hiç sürprizi olmayan çift şerit yollar yapmamışlar.
Devam ediyor ve Vasserot Bulvarı’na giriyoruz. Her iki taraftaki yapılar en fazla dört katlı olup, dış cepheler pastel renkli olarak boyanmış. Yapıların bir kısmı da oldukça bakımsızdı.
Bulvarın sonunda Open Air Market olarak bilinen Tropez’ in Açık Hava Pazarı’na ulaştık. Yüzyıllık onlarca çınar ağacının gölgesindeki Pazar yeri, aynı zamanda Place des Lices olarak bilinen kent merkeziymiş. Belediye binası da burada bulunuyor. Haftanın iki günü, Salı ve cumartesi günü kurulan Açık Hava Pazarı’nda her şey var. İyi bir rastlantı olarak biz de salı günü gelmiştik. Eşim Serap ile aile dostumuz Hülya kendilerini kaybettiler pazarda. Böylelikle, ben de dilediğim gibi gezme, pazarı ve yakın çevresini keşfetme fırsatı yakaladım.
Başta yerel ürünler olmak üzere çiçek, baharat, pişmiş unlu mamuller, etler, zeytin ve el yapımı reçel dolu tezgahlarıyla Fransız mutfağının içine aromatik bir bakış sunmuş. İki yüzyıldan bu yana kurulmakta olan pazarda giyim eşyaları, aynalar, biblolar, t-shirt, çanta ve tipik Fransız Riviera tarzı aksesuarlar da satılmaktadır. Diğer taraftan, amatör ve profesyonel ressamların da ürünleriyle pazarda yer aldığını görüyorum. Bazı konukların portre ressamlarının önüne oturarak, resimlerini yaptırdıklarına tanık oluyorum.
Pazarda yeteri kadar oyalandıktan sonra, Belediye Sarayı’nın önünden, batıya sonra da güneye yönelerek, pazarın arka bölgelerine geçiyorum. Daha önce de söylediğim gibi, Şeytan Ayrıntılarda Gizli. Arka bölgelerde, mükemmel peyzaj düzenlemelerinin olduğu siteler bulunuyor. Biraz daha merkezden uzaklaşırsanız Ege Bölgesi’ndeki bağ ve bahçelerle, bağ evi yapılanmaları karşınıza çıkar.
Pazarın güney bölgelerinde panoramik bir tur attıktan sonra, kuzey bölgelerine yöneliyorum. St. Tropez’ in körfeze en yakından ve en yüksekten bakışımı sağlayacak olan kaleyi bulmaya çalışıyorum. Paul Signac Bulvarı boyunca körfeze doğru ilerliyorum. Sol tarafımda ünlü otellerden bir başkası, Hotel Byblos Saint-Tropez yer alıyor. Bahçesine göz atıp, devam ediyorum. Biraz sonra Hotel Le Y kendini gösteriyor. Sağında, biraz ileride kalenin giriş kapısı kendini gösteriyor.
Musee Naval de la Citadella olarak bilinen kale, Bizans Hisarlarına benziyor. Birkaç yüzyıl boyunca savunma amaçlı kullanılan kale, 1958 yılından beri Deniz Müzesi olarak kullanılıyor. Ben müze kapısına ulaştığımda, müzenin kapalı olduğunu gördüm. Hoş, açık olsa bile ziyaret edecek zaman bulamazdım. Üstelik Eşim Serap ile Hülya da beni aramış ve hemen gelmemi istemişlerdi.
Serap ve Hülya ile Açık Hava pazarında buluşarak, liman çevresine gitmeye karar verdik. St. Tropez’de Vieux Port (Eski Liman) ve Nouveau Port (Yeni Liman) olmak üzere iki liman bulunuyor. Yeni liman çevresini ilginç bulmadık. Eski Limana gittik. Köyün merkezinde, 9 hektarlık bir alan üzerinde iki havza olarak bölünmüş olan Eski Liman 700’ün üzerinde yat bağlama kapasitesine sahip. Bütün marka mağazalar, kafeler, restoranlar ve müzeler bu liman çevresinde yapılanmış.
Biraz dolaştıktan sonra Hülya ile eşim Serap Le Musee de I’annonciade’nin bulunduğu meydandaki bir kafeye oturdular. Ben de bütün liman çevresini dolaşarak hem tanımaya çalıştım hem de fotoğraf çektim. Amatör ve profesyonel sanatçıların bir bölümü de burada tezgâh açmışlardı. Yeterince dolaştıktan sonra, muhteşem bir liman manzarası karşısında oturmakta olan eşimle Hülya’nın yanında yerimi alarak soğuk bir bira rica ettim. Bira keyfi sonrasında dönüş zamanı da gelmişti. Yeni Liman kıyısında bizi bekleyen vapurumuza binerek Nice’e doğru yolculuğumuzu başlattık.