Cote D’Azur un İncisi Menton
Başlangıçta Cenovalıların bir koloni kalesi olan Menton, 1346 yılından Fransız devrimine kadar Monaco Prensliği’ ni yöneten Grimaldi ailesinin yönetiminde kalmış. 1789 yılında Fransa tarafından ilhak edilmiş. Bir ara Sardunya Krallığı himayesine girdiyse de 1860 yılında yapılan bir plebisitle Fransa sınırları içinde kalması kabul edilmiş.
Kilometrelerce uzanan sahil boyunca yerleşmiş rengârenk kafeler de binaların renkleriyle yarışıyordu adeta. Gördüğümüz masmavi bir deniz, tertemiz kumsallar, yeşil palmiye ağaçları, hardal sarısı ve pembe renkli binalar insanların içini açar, yaşama sevincini arttırır.
İtalya sınırına çok yakın olan bu yerleşim yerine 1870 yıllarında tüberküloz konusunda uzman olan İngiliz Dr. James Bennet gelir. Yılın 300 günü güneşli olan kentin ikliminin klima özellikleri ve iyi havasının özellikle akciğer rahatsızlıklarına iyi geleceğinin farkına varır. Bir klinik açar ve 1871 yılında yazdığı ‘’Fransız Rivierası’’ adlı kitabıyla da kentin özelliklerini tanıtır.
Bu tanıtımdan sonra başta İngilizler olmak üzere Almanlar, İsveçliler, Ruslar ve diğerleri buraya gelip denize hâkim lüks villalara yerleşirler. Daha sonraları Amerikalılar da burada yerlerini alırlar. Emeklilerin ve tüberküloz hastalarının mekânı haline gelir Menton. Pek çok ünlü ismin mezarları şimdi Menton’ un denize bakan yamacındaki Hıristiyan Katolik mezarlığında bulunuyor. Dr. Bennet ile birlikte ünlenen ve aranan Menton Yirminci yüzyılda bambaşka bir kimliğe bürünmüş.
Nice, Cannes ve Monte Carlo gibi yüksek sosyetenin tercih ettiği adreslere kıyasla daha ılımlı ve fakat iklimi nedeniyle artistik çiçek bahçelerine sahip bir şehir havasına girmiş. Başlangıçta da değindiğim gibi, “Ville des Jardins” yani “Bahçeler şehri” unvanını almış. Bu sayede diğer şehirler gibi olmamış, betonlaşmaktan kurtulmuş. Sakin ama keyifli, yeşil bir Akdeniz kenti olarak kalabilmiş. Her yıl ağustos ayında müzik festivali düzenlenen şehirde, mimozalar ocak ayında bile çiçek açıyor.
Mart-Mayıs ayları arasında tüm şehir rengârenk bir çiçek bahçesine dönüşüyor. Özellikle limon ağaçlarının çiçekleri ve kokuları şehirde yaşayanları mest ediyor. Limon kokulu bir kent Menton. Bir efsane haline gelmiş limon ağaçlarının çiçekleri, kokuları ve limonları. Bir diğer efsaneye göre, Cennetten kovulduktan sonra Melekler Körfezine getirilen Âdem ile Havva Menton’a da uğramışlar. İlk limon ağacı da Havva tarafından dikilmiş. Bu tür efsaneler daha da ünlendirmiş Menton’u ve Limon Festivali’ni…
Şubat aylarında Menton’un ünlü Limon festivalleri başlıyor. 80 yıldır durmaksızın yapılan festivallerde yaklaşık 3 hafta boyunca limonları ve limondan yapılmış ürünleri tanıtılıyor. Hiç katkısız üretilen limon reçellerinden aldık liman civarındaki semt pazarlarından. Çok memnun kaldık. Festivallerde limonlar kullanılarak her türlü sanat eserleri düzenleniyor. Düzenlenen atölyeler, konferanslar, konserler ve gösteriler ile de festival destekleniyor. Bu yüzden festivalin Menton için önemi oldukça büyük. Hem buranın adının duyulmasını sağlıyor hem de ağırladığı binlerce turist ile ekonomisine katkı sağlıyor.
Amerika ve Avrupalı zengin emeklilerinin keyif şehri olan Menton sahilinde bir de keyif bulvarı bulunuyor. Bu keyif bulvarına ‘’Promenade du Soleil’’ diyorlar Mentonlular. Kelime kökenini araştırdığımızda ‘’Güneşli Mesire Yolu’’ gibi bir tanımlamaya da ulaşmak mümkün… Mümkün, çünkü Menton’ da yılın 300 günü güneşli ve ılıman bir iklime sahip. Aklıma ‘’Bir Güneş ve Portakal Çiçeği Kenti Mersin’’ geldi. Özellikle kışın Mersin de emekliler için çok uygun bir kent.
28 Mayıs 2015 Perşembe, Menton…
23 Mayıs 2015 Cumartesi günü geldiğimiz Cote D’Azur bölgesinde bulunan şehir, kasaba ve köylerin tamamına yakınını gezmiş bulunuyoruz. Nice’in güneybatısında kalan Sait Tropez 132 km uzaklıkta olup, satın almak istediğimiz tur kişi başı 175 Euro idi. Coğrafi koşullardan ötürü toplam 6-7 saatlik bir yolculuk da yapmamız gerekecekti. Deniz yolu ulaşımı da seçeneklerden biriydi ama en az bir gün öncesinden Nice gidip bilet almamız gerekiyordu. Bu nedenle Saint Tropez’e gitmekten vazgeçtik. Geriye İtalya sınırındaki Menton kalmıştı görmediğimiz.
Konaklama yerimiz olan Baıe des Agnes’ten 50 km uzaklıkta bulunan Menton’a ulaşma aracı olarak ilk seçenek belediye otobüsleriydi. Önce Nice’e, sonra da Garibaldi Meydanı’ndan kalkan otobüslerle Menton’a gitmemiz gerekecekti. Sıkışık trafik durumu ve her duraktaki dur kalk uygulamasından ötürü büyük zaman kaybı söz konusuydu. Tren istasyonuna giderek Menton’a ulaşım olup olmadığını öğrenmeye karar verdik. Ulaşım varmış, üstelik kişi başı gidiş geliş ücreti de 12 Euro kadardı. Saat 09,30 da bindiğimiz trenle, aktarma yapılacak diye birkaç istasyonda inip bindikten sonra, saat 10,45’te Menton’a ulaşmıştık. Bilmeyince böyle oluyor. Aktarma yokmuş. İspanya’dan İtalya’ya kadar aynı trenle gitmek mümkünmüş. Biraz heyecanlı bir yolculuk oldu, adrenalimiz yükseldi.
Menton garından çıkar çıkmaz Viktorya Meydanı ile karşılaştık. Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı Kraliçesi Victoria adını anımsadık birden. İngilizler buralara da gelmiş olmalıydılar. Meydanın ortasında oldukça yüksek bir kaidenin üzerinde, iki elinde de defne dallarından yapıldığını sandığımız taçlar bulunan kanatlı bir melek heykeli bulunuyordu. Heykelin Kraliçe Victoria’ya ait olabileceğini düşündüm. Belki de öyledir. Fotoğraf karelerimizde yerini almasını sağladıktan sonra çevreyi gözden geçirdik. İlk dikkatimizi çeken şey şehirdeki yapıların hardal sarısı ve pembe ağırlıklı pastel renkleri oldu. Ocak ayında bile açan çiçeklerin bin bir çeşit renkleri yapıların renklerine eşlik ederek taçlandırıyordu.
İçinde bulunduğumuz Mayıs ayında tüm şehir rengârenk bir çiçek bahçesine dönüşmüş. Bu nedenle “Ville des Jardins” yani “Bahçeler Şehri” unvanını almış bazılarının gözünde. Amerikalı ve Avrupalı zengin emeklilerin neden burasını tercih ettikleri ortada. İnsana yaşama sevinci aşılıyor renkleri bu şehrin. Diğer taraftan, Fransızların büyük bir bölümü Menton’u “La Perle de la France” yani ‘’Fransa’ nın İncisi’’ olarak adlandırıyor. Bu tanımlama ilk kez Kaptan Cousto tarafından kullanılmış 1955 yılında. Gerçekten de Fransız Rivierası’ nın en güzel şehirlerinden birisi Menton. Her iki tanımlamayı da hakediyor.
VII. Eduardo Bulvarı üzerinden sahile doğru yürümeye başlıyoruz. Yolumuz üzerinde, sağ tarafta bir kilise var. İçeride bir ayin yapılmakta olduğundan, oyalanmadan geçiyoruz. Bir taraftan yürürken bir taraftan da elimdeki notlardan şehrin ikliminin yaşlılar ve hastalar için mükemmel olduğunu anımsıyoruz. Yetiştirilen limonları ve limon festivalleri ile ünlü olan bu sınır kasabası, özellikle Amerikalı ve Avrupalı emeklilerin tercih ettiği sakin bir yerleşim yeri. Şehri gezdikten sonra burada yaşamayı seçen emeklilere hak verdik eşimle. Yeterli paramız olsaydı biz de burada yaşamayı düşünürdük dedik şehri gezerken.
Başlangıçta Cenovalıların bir koloni kalesi olan Menton, 1346 yılından Fransız devrimine kadar Monaco Prensliği ’ni yöneten Grimaldi ailesinin yönetiminde kalmış. 1789 yılında Fransa tarafından ilhak edilmiş. Bir ara Sardunya Krallığı himayesine girdiyse de 1860 yılında yapılan bir plebisitle Fransa sınırları içinde kalması kabul edilmiş. İnternetten derlediğimiz bu kısa tarihi bilgileri konuşarak sahile ulaştık.
Kilometrelerce uzanan sahil boyunca yerleşmiş rengârenk kafeler de binaların renkleriyle yarışıyordu adeta. Gördüğümüz masmavi bir deniz, tertemiz kumsallar, yeşil palmiye ağaçları, hardal sarısı ve pembe renkli binalar içimize açmış, yaşama sevincimizi arttırmıştı. İyi ki geldik burasını görmeye dedik eşimle.
İtalya sınırına çok yakın olan bu yerleşim yerine 1870 yıllarında tüberküloz konusunda uzman olan İngiliz Dr. James Bennet gelir. Yılın 300 günü güneşli olan kentin ikliminin klima özellikleri ve iyi havasının özellikle akciğer rahatsızlıklarına iyi geleceğinin farkına varır. Bir klinik açar ve 1871 yılında yazdığı ‘’Fransız Rivierası’’ adlı kitabıyla da kentin özelliklerini tanıtır.
Bu tanıtımdan sonra başta İngilizler olmak üzere Almanlar, İsveçliler, Ruslar ve diğerleri buraya gelip denize hâkim lüks villalara yerleşirler. Daha sonraları Amerikalılar da burada yerlerini alırlar. Emeklilerin ve tüberküloz hastalarının mekânı haline gelir Menton. Pek çok ünlü ismin mezarları şimdi Menton’ un denize bakan yamacındaki Hıristiyan Katolik mezarlığında bulunuyor. Dr. Bennet ile birlikte ünlenen ve aranan Menton Yirminci yüzyılda bambaşka bir kimliğe bürünmüş.
Nice, Cannes ve Monte Carlo gibi yüksek sosyetenin tercih ettiği adreslere kıyasla daha ılımlı ve fakat iklimi nedeniyle artistik çiçek bahçelerine sahip bir şehir havasına girmiş. Başlangıçta da değindiğim gibi, “Ville des Jardins” yani “Bahçeler şehri” unvanını almış. Bu sayede diğer şehirler gibi olmamış, betonlaşmaktan kurtulmuş. Sakin ama keyifli, yeşil bir Akdeniz kenti olarak kalabilmiş. Her yıl ağustos ayında müzik festivali düzenlenen şehirde, mimozalar ocak ayında bile çiçek açıyor.
Mart-Mayıs ayları arasında tüm şehir rengârenk bir çiçek bahçesine dönüşüyor. Özellikle limon ağaçlarının çiçekleri ve kokuları şehirde yaşayanları mest ediyor. Limon kokulu bir kent Menton. Bir efsane haline gelmiş limon ağaçlarının çiçekleri, kokuları ve limonları. Bir diğer efsaneye göre, Cennetten kovulduktan sonra Melekler Körfezine getirilen Âdem ile Havva Menton’a da uğramışlar. İlk limon ağacı da Havva tarafından dikilmiş. Bu tür efsaneler daha da ünlendirmiş Menton’u ve Limon Festivali’ni…
Şubat aylarında Menton’un ünlü Limon festivalleri başlıyor. 80 yıldır durmaksızın yapılan festivallerde yaklaşık 3 hafta boyunca limonları ve limondan yapılmış ürünleri tanıtılıyor. Hiç katkısız üretilen limon reçellerinden aldık liman civarındaki semt pazarlarından. Çok memnun kaldık. Festivallerde limonlar kullanılarak her türlü sanat eserleri düzenleniyor. Düzenlenen atölyeler, konferanslar, konserler ve gösteriler ile de festival destekleniyor. Bu yüzden festivalin Menton için önemi oldukça büyük. Hem buranın adının duyulmasını sağlıyor hem de ağırladığı binlerce turist ile ekonomisine katkı sağlıyor.
Amerika ve Avrupalı zengin emeklilerinin keyif şehri olan Menton sahilinde bir de keyif bulvarı bulunuyor. Bu keyif bulvarına ‘’Promenade du Soleil’’ diyorlar Mentonlular. Kelime kökenini araştırdığımızda ‘’Güneşli Mesire Yolu’’ gibi bir tanımlamaya da ulaşmak mümkün… Mümkün, çünkü Menton’da yılın 300 günü güneşli ve ılıman bir iklime sahip. Aklıma ‘’Bir Güneş ve Portakal Çiçeği Kenti Mersin’’ geldi. Özellikle kışın Mersin de emekliler için çok uygun bir kent.
Fransa’nın İncisi, Bahçeler ve festivaller şehri Menton’un sahilindeki Keyif Bulvarı ya da mesire yolu olarak tanımladığımız Promenade du Soleil boyunca yürüyüşümüzü sürdürüyoruz eşimle. Alplerin eteklerindeki bu festivaller şehrinin keyif bulvarı kıyısında bulunan rengârenk dinlence yerlerinde oturmak bir ayrıcalık olsa gerek. Farklı renklerdeki masalar, sandalyeler, güneşlikler ve manzara keyfi için ideal bir yer gibi geldi bize. Masmavi deniz, yeşil palmiye ağaçları, hardal sarısı ve pembe renkli binalar hoş birer anı bıraktı belleklerimizde.
Güneşli Mesire Yolu üzerinde, III. Napolyon iskelesine ulaşmadan önce Sen Jean Costeau Müzesi karşıladı bizi. Tasarımı oldukça ilginç geldi bana. Uzaktan bakıldığında duvarları ardı ardına gelen deniz dalgalarını anımsatıyordu. Kapalı olduğu için gezemediğimiz müzede, Amerikan işadamı ve Cocteau meraklısı Séverin Wunderman’ın topladıkları sergilenmekteymiş.
1955 yılında Menton’u ziyaret eden Cocteau bu şehri ‘’Fransa’nın İncisi’’ olarak tanımlamış. 2003 yılında düzenlenen Uluslar arası tasarım yarışmasını bir Fransız Mimar kazanmış. Mimar Hedonist tasarımda uzmanlaşmış birisi. Hedonist, hayal edilebilecek en iyi teknoloji ve sanatın bir temsilcisi olarak tanımlanıyor. “Bir binanın yerini sevmesi, orayla barışık olması lâzım… Burada yapılan bina neresinden baksan 60-100 yıl kalacak değil mi? Bu, çok ciddi bir sorumluluk. Dolayısıyla onu hissetmen, binanın yerini sevmesi lâzım… Yeri derken kültürünü, geçmişini, tarihini… Dünyayı güzelleştirmesi lâzım… Bugün sadece Prens Charles’ın değil, sokaktaki yerleri temizleyen adamın da güzel bir dünyada yaşamaya ihtiyacı var. Senin mimar olarak o sorumluluğu hissetmen lâzım. Dünyayı güzelleştirmek için uğraşman lâzım.” Diye düşünüyor hedonist mimarlar… Müze 2011 yılında tamamlanarak hizmete girmiş.
Müzenin arka tarafında, biraz içerilerde bir yerde gördüğüm rengârenk bir bina, bir sanat eseri dikkatimizi çekti. Bir sanat kurumu zannettiğimiz bu yapının kapalı bir semt pazarı olması bizi şaşırttı doğrusu. Rıhtımın hemen yanında her sabah kurulan Halles Pazarı imiş burası. Place aux Herbes’de haftada bir gün antika pazarı kuruluyormuş. Müze ve halk pazarını geçiyoruz.
Menton Garavan Limanı var önümüzde. Liman ile deniz arasına Çin Seddi’ne benzeyen bir duvar çekilmiş. Üzerinde seyir terası da diyebileceğimiz 500 metre civarında bir yürüyüş parkuru var.
Eşim Serap çıkmadı bu parkura. Ben iyi ki çıkmışım… Muhteşem panoramik fotoğraflar çektim bu seddin üzerinden. Yarım saate yakın kaldığım bu yerden inerek eşimle birlikte İtalya sınırına doğru yürümeye başladık. Sağımızda halk plajları ve cafeler vardı. Sol tarafımızda ise pastel renkli binaların yanı sıra limon, turunç ve portakal bahçeleri bulunuyordu. Alp Dağları’nın eteklerinde tren yolu ve Garavan Tren İstasyonu bulunuyordu.
Yaklaşık 1000 metre yürüdükten sonra İtalya yazılı bir levhaya rastladık. Bu levhadan 1000 metre ileride de İtalya sınırı bulunuyordu. Google haritalara baktım. 34 km ötesinde de Sanremo vardı. Araba ya da trenle yarım saatte ulaşabileceğimiz bir yerdi. Pasaportlarımız yanımızda olsaydı Sanremo’ya da geçebilirdik belki. Pasaportlarımızı korumaya almak için konaklama yerimizde bırakmıştık. Aslına bakarsanız Cote D’Azur’da dolaştığımız bir hafta boyunca yanımızda hiç kimlik bulundurmadık.
Zaten hiç polis ya da güvenlik görevlisine de rastlamadık. Bir istisna, Fransa İtalya sınırında olan Garavan Tren İstasyonu’nda polisler vardı. İstasyonda duran trende dolaşarak kaçak aradıklarını gördük. Biraz tedirgin olmakla birlikte bozuntuya vermedik ve konaklama yerimiz olan Marina Baıe des Agnes’e doğru yelken açtık. Böylelikle Cote D’Azur’da görülmesi gereken yerlerin tamamına yakınını görmüş oluyorduk…