İstanbul Çapa Öğretmen Okulu’nda ilk yarıyıl tatilim
20 Ocak 1962 Cumartesi, Çapa…
Öğleden önce birinci dönem karnelerimiz dağıtıldı, bayrak merasiminden sonra da tatile girdik. Müzik ve Resim derslerinden 8, diğer bütün derslerden 8 üzeri not almıştım. Çok mutluydum.
Aileleri İstanbul’a yakın olanlar sabah kahvaltısından sonra okuldan ayrılarak tatile girdiler. Ailem Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama sahasında olduğundan hem ulaşım oldukça zor hem de ekonomik yönden bütçemizi zorlayacaktı. Okulda kalmaya karar verdim. Derslerimi gözden geçirebilir, Zeytinburnu gecekondularında yaşayan Mustafa dayımlara uğrayabilir hem de İstanbul’u biraz gezebilirim diye düşündüm.
Okul kütüphanesine indim. Son derece sessiz olan bu mekânda kafanızı ve gönlünüzü dinlendirmenin yanı sıra, tarihin derinliklerinde yolculuk yapmanızı sağlayan bir havası da vardı.
Anılarım defterimi açıp tarih attıktan sonra giriş bölümüne ‘’Harikasın Akıncı. Hayallerinin peşinde koştun ve Bulgaristan’ın Karagözler Köyü’nden İstanbul Çapa Öğretmen Okulu’na gelebildin. İstanbul’da 3 yıl okuma şansını yarattın.’’ Diye yazdım.
1951 yılı nisan ayının son haftasında başlayan göç hareketinden neredeyse 10 yıl geçmişti. Bir filim şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Gönüllü ve serbest göçmen olarak geldiğimiz için bütün mal varlığımız bedelsiz olarak Bulgaristan yönetimine kalmış, Türk Hükümetinden de bir talebimiz olmamıştı.
Anama ince hastalık teşhisi konulması nedeniyle babamla birlikte 2 ay Edirne göçmen misafirhanesi sağlık birimlerinde kalmış, dedemlerle Maraş Elbistan Hasanuşağı Köyüne gitmiştik kardeşim Mustafa ve Şaban ile. Mustafa 5, Şaban 3 yaşındaydı. İki ay sonra anamla babam geldiğinde Şaban hastaydı. Ailemize Hasanköy görünmüştü.
Bulgar asimilasyonu nedeniyle Karagözlerden koparıldığımız gibi burada da aileler birbirinden koparılmış, her ne hikmetse her köye bir aile verilmişti. Yerleşmemizi istedikleri bu köylerde Alevi Kürtleri yaşamaktaydı. Bizler Sünni Müslümanlardık. Gelenek ve göreneklerimiz farklı olduğu gibi bu dağ köylerinde iş de yoktu. Kardeşim Şaban’ın vefat etmesi üzerine Çukurova’ya mevsimlik işçi olarak gitmiştik.
Kasım ayı sonlarına kadar pamuk toplama ve yer fıstığı üretiminde çalıştıktan sonra kışı Yeşilova köyünde geçirmiş, 1952 haziran ayında Niğde Misli Köyüne göçmüştük. Devlet 5 yıl aralıksız kullanmak koşuluyla mülkiyetsiz tarla vermiş, ilk buğday ekim sonrası hüsranla sonuçlanmış ve babam tekrar Çukurova’ya günlük işçi olarak çalışmaya gitmişti. Mustafa ile ben de Misli İlkokulu’na kaydımızı yaptırmıştık.
İkinci sınıfa geçtiğimiz yaz ayında Adana Osmaniye kazasına göç etmek zorunda kalmış, ikinci sınıfı okuduğumuz Osmaniye’de anamın nükseden hastalığının tedavisinin Mersin’de süreceğinin anlaşılması üzerine oraya göçmüştük. İlkokul üçüncü ve dördüncü sınıfı okuduktan sonra, mülkiyetsiz tarlalarımızı kurtarmak için Niğde’ye geri dönmek zorunda kalmıştık. Köyde ot, ocak olmadığından Bor Kazasına yerleşmiş, babam bir meyve bahçesinde mevsimlik işçi olarak çalışırken kardeşimle ben de yaz aylarında simit satmış ve 29 Ekim İlkokulu’nda beşinci sınıfa başlamıştık,
Ne var ki yetkililerin direnmesi üzerine Misli Köyü’ne geri dönmek ve ilkokul beşinci sınıfı köyde bitirmek zorunda kalmıştık. Babam da bizi köye bıraktıktan sonra nafakamız için Mersin’e geri dönmüştü.
İlkokulun bitmesi sonrasında gönlümün bir tarafına taht kurmuş olan Bayezid öğretmenimin yardımı ve Osman’ımın Pantolon parası ile İvriz Öğretmen Okulu sınavlarına girmiş, üç yıl sonra da kendimi İstanbul’da bulmuştum. Oldukça zorlu geçen bu 10 yıllık sürede kendi şansımı kendim yaratmış ve yaratmaya devam edecektim.
Biliyordum ki ‘’Şans, hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmaktı.’’ Ben de hayallerime ulaşmak için sürekli hazırlanıyordum.
Geçmiş 10 yılın özetini yapıp yazdıktan sonra müzik odasına inerek bir süre keman çaldım. Keman çalmak beni mutluluğumun zirvesine çıkardı.