Küçüksu Kasrı İstanbul

İstanbul Anadolu yakasında, Göksu ile Küçüksu dereleri arasında kalan çayırlık alan, Osmanlı döneminde padişahların Boğaz​içi’ ndeki has bahçelerinden, zamanla da en gözde mesire yerlerinden biri olarak tanınmaktadır.

17. yüzyılda ünlü seyyah Evliyâ Çelebi, “bir âb-ı hayât nehirdir” diye bahsettiği Göksu’yu, üzerinde kayıklarla dolaşılan; etrafı gül bahçeleri, küçük köşkler ve hazineye ait değirmenlerle çevrili sakin bir yer olarak tasvir etmiştir. Sultan IV. Murad Kandilli’ye kadar sık selvi ağaçlarıyla kaplı Küçüksu ve çevresini düzenlettirerek buraya “Gümüş Selvi” adını vermiştir.

Hasbahçe içindeki ilk yapılaşma Sultan I. Mahmud döneminde başlamıştır.

Göksu’da sık sık avlanan ve atış talimleri yapan Sultan için Sadrazam Divitdâr Mehmed Emin Paşa, 1751-1752 yıllarında ahşap bir köşk yaptırmıştır.

Deniz kıyısındaki bu iki katlı yapı, Sultan III. Selim döneminde geniş çaplı bir onarımdan geçmiş ve Sultan’ın isteği üzerine çok sevdiği annesi Mihrişah Valide Sultan adına 1806’da bir de çeşme eklenmiştir.

Sultan II. Mahmud döneminde de kullanılmaya devam eden eski köşk, Sultan Abdülmecid tarafından yıktırılmış ve yerine 1856-1857 yıllarında yeni Küçüksu Kasrı yaptırılmıştır.

Sultan Abdülaziz döneminde, kasrın cephe süslemeleri elden geçirilerek zenginleştirilmiştir.

Küçüksu Kasrı, 1983’te müze-saray olarak ziyarete açılmıştır. 

Bodrum katıyla birlikte üç katlı olan Küçüksu Kasrı, 15×27 metrelik bir alan üzerine yığma tekniğiyle ve kâgir olarak yapılmıştır.

Bodrum katı kiler, mutfak ve hizmetkârlara ayrılmış; diğer katlar ise bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir.

Bu özelliğiyle geleneksel Türk evi plan tipini yansıtan yapı, genellikle dinlenme ve av amaçlı olarak kullanılan bir “biniş kasrı” niteliğindedir. 

Küçüksu Kasrı

19. yüzyılın oldukça ilginç bir mimari örneği olan Küçüksu Kasrı,  İstanbul’un Göksu Mahallesi’nde, Üsküdar-Beykoz sahil yolu üzerinde yer almaktadır. Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk’ün de ilgisini çeken yapılardan biri olmuştur. Atatürk’ün İstanbul’da bulunduğu süreler içinde çalışma ve dinlenme amacıyla kullandığı kasır, çoğu Hereke damgalı dokumalarıyla dikkat çeker.

Kasırlar, padişahlar için şehir dışında yaptırılmış saray ile köşk arasında büyüklüğü olan yapılardır. Sultan Abdülmecid dönemi, özellikle saray ve kasır mimarlığında Batılı biçimlerin tercih edildiği yıllardır.

19’uncu yüzyılın en önemli İtalyan yazarlarından Edmondo De Amicis, 1878’de İstanbul’a seyahat eder. Bu kent üzerine şimdiye kadar yazılmış en etkileyici kitabı yazar. Kitap 136 yıl sonra ünlü yazar Umberto Eco’nun önsözü ve özel bir baskıyla Almanca yayınlanmıştır.

Anadolu yakasının en geniş ve en güzel düzlüğünü teşkil eden Göksu çayırı Edmondo de Amicis’e” Aman Allah’ım ne güzel…” dedirtecek kadar görkemliydi. Amicis, Göksu’ya olan hayranlığını şöyle ifade etmişti: “Türk ırkının güzelliğini görmek için, bir seyran gününde Kâğıthane ve Göksu’ya gidilmelidir. Buraları halkın mesire yeri iki büyük çayırdır. Sık koruluklar arasında iki dere akar. Her ikisinin de iki kıyısında kahveler, çeşmeler sıralanmıştır.”

Kavakların incir, ceviz ve fıstık ağaçlarının gölgesinde uzanan çayırlar ve özellikle bu yeşillikler üzerindeki kadınlar, 19’uncu yüzyılın İstanbul’una tanıklık eden Amicis için sadece güzel değil, muhteşemdir.  Zaman zaman kendine soracaktır: “Göksu’yu güzel yapan insanlar mı, yoksa insanları coşkulu yapan Göksu mu?”

Sonrasında bir Ramazan akşamının tasvirini yapacaktır: “Bu binlerce yaşmak, gümüşi, yeşil, sarı renkli ve işlemeli feraceler, rengârenk esvaplar içindekilerin, yaldızlı süslü kayıkların, muhteşem arabaların ardı arkası kesilmiyor. Bu bölge ve yeşillik güzelliğinin ortasında şarkılar, saz sesleri, çocuk çığlıkları aman Allah’ım ne güzel…”

 22 Mart 2014 Cumartesi, Anadoluhisarı İstanbul…

Dünyada içinden deniz geçen tek şehir olmanın yanı sıra, 1500 yıl süreyle üç imparatorluğa başkentlik yapmış olan İstanbul’da Boğaziçi turları ”olmazsa olmazlardan biridir.” 2011 yılında yaptığım Boğaziçi turlarından birinde kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesi ile dikkatimi çekmişti Küçüksu Kasrı. İlk ziyaretimi de 2011 yılı Eylül ayında gerçekleştirmiştim. Sonraki yıllarda, 2014 yılına gelinceye kadar, birkaç kez daha ziyaret ettim.

Boğaziçi’nde bir mücevher olarak gördüğüm kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesi ve iç bezemelerinin zenginliği ile onlarca kez ziyaret etmiştim. Bu kez eşimle birlikte ziyaret ediyoruz Küçüksu Kasrı’nı. 

Göktürk’ten hareketle 45 dakikada ulaştığımız Küçüksu çayırındaki otoparka arabamızı park ederek kasrın giriş kapısına geliyoruz. Giriş biletlerimizi aldıktan sonra, bir süre kasrın bahçesinde dolaşarak, fotoğraflar çekiyoruz. Rehberin uyarısıyla içeri giriyor ve kasırla ilgili bilgilerini dinliyoruz odaları dolaşırken.

İstanbul

Küçüksu Kasrı Anadoluhisarı

rehberin açıklamalarına göre; (15×27) metrekarelik bir alan üzerine oturan kasır, bodrum üzerine üç katlıdır ve yığma tekniğiyle kâgir olarak yapılmış. Bahçesinin çevresi, diğer saray yapılarındaki yüksek duvarların aksine döküm tekniğiyle yapılmış ve dört yönde kapısı olan zarif demir parmaklıklarla çevrilmiş.19. yüzyıl Osmanlı yaşamı yalnızca siyasal ve toplumsal açıdan değil sanatsal ürünler açısından da yeniliklerin oluştuğu ve geleneksel kimi değerlerin göz ardı edilmeye başlandığı, Avrupa değerlerinin de yapılara girdiği bir dönem olarak karşımıza çıktığını söylüyor rehberimiz.

İstanbul

İstanbul Küçüksu Kasrı

İlk kez İngiltere ve Avrupa devletlerinde elçilikler açılmış, Paris ve Londra gibi kentlerde elçilik yapanlar, dönüşlerinde bu kentlerdeki anıtsal yapıları ve kent parklarını anlatmışlar. 

Küçüksu Kasrı İstanbul (98) (800x582)

Aklıma, alabildiğine zengin bir görünüm kazandırdığı Dolmabahçe Sarayı ve onun küçük bir kopyası olan Ihlamur Kasrı geliyor. 17. yüzyılda başlayan değişim rüzgârı, 18. yüzyılda temellenmeye başlamış, 19. yüzyıldaysa ürünlerini verir konuma gelmiştir. Mimarlık alanında da bu değişim başlıca göstergelerini, İstanbul’un siluetini değiştiren ve ona göre yeni bir görünüm kazandıran anıtsal saraylar ve askeri yapılarla oluşturmaktadır.

Küçüksu Kasr? ?stanbul

Denizin İstanbul ve özellikle Boğaziçi, Haydarpaşa İstasyonu, Kuleli Askeri Lisesi, Dolmabahçe ve Beylerbeyi sarayları gibi anıtsal yapılarla donanmaktadır. İstanbul, hem sarayın hem de Mısır Hıdivleri gibi zenginlerin yaptıkları kasır ve köşklerle de zenginleşmektedir. Bu yapılar arasında Küçüksu Kasrı’nın, gerek konumu gerekse mimari biçimi açısından ayrı bir yeri bulunmaktadır. Sahip olduğu nitelikleriyle dönemin mimarlık ortamının tanınmasına ve tanımlanmasına olanak veren önemli örneklerden birini oluşturmaktadır.

?stanbul

19. yüzyıl ortalarından başlayarak Osmanlı yaşamında gayri Müslim, özellikle Ermeni mimarların sarayda ve Mısır Hıdivlerinde oldukça yoğun bir işgücü oluşturduklarını görüyoruz. Oysa 16. yüzyıl ortalarından 17. yüzyıl sonlarına dek mimarlık eylemlerinin başında hep Müslüman mimarlar bulunmuş, ancak 18. yüzyıldan başlayarak gayri Müslim mimarların sayısında belirli bir artış yaşanmıştır. Kasırlar, padişahlar için şehir dışında yaptırılmış saray ile köşk arasında büyüklüğü olan yapılardır. Sultan Abdülmecit dönemi, özellikle saray ve kasır mimarlığında Batılı biçimlerin tercih edildiği yıllardır.

?stanbul

Sultan Abdülmecit, Dolmabahçe ve Ihlamur yapılarında olduğu gibi Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu alanda da eski ve ahşap yapıyı yıktırarak, yerine bugünkü kasrı yaptırmıştır. Küçüksu Kasrı’nın mimarı Ermeni kökenli Nikogos Balyan’dır. Fotoğraflar çekildikten sonra, Küçüksu Kasrı ziyaretimizde bizi karşılayan ve 15-20 kişilik gruba rehberlik eden görevli, Küçüksu kasrı ve tarihçesini çok güzel anlattı. Görevli arkadaşın anlattıklarına göre; Osmanlı tarihinde Lale Devri adıyla geçen dönem,  Patrona Halil İsyanı olarak da bilinen Yeniçeri  ayaklanmasıyla kanlı bir şekilde sona ermiştir.

?stanbul

Patrona Halil idaresindeki bu ayaklanma 28 Eylül 1730’da başlayıp günlerce sürmüştür. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idam edilmiş; Sultan III. Ahmet tahttan indirilmiş ve yerine yeğeni I. Mahmut tahta geçirilmiştir. Böylelikle Lale Devri adı verilecek devir sona erdirilmiştir. Lale Devri’ni sona erdiren bu isyanda, Kâğıthane’de bulunan saray, köşk, yalı ve benzeri binalar yağmalanıp yıkılmıştır. İşte, böyle bir ortamda tahta çıkan I. Mahmut, Kâğıthane ve civarını imar etmek yerine, Boğaziçi kıyılarında dinlenmeyi ve eğlenmeyi tercih etmiştir.

?stanbul

Anadoluhisarı’nda bulunan Küçüksu bölgesi de, padişahın Boğaz’da en fazla sevdiği semtlerden biri olmuştur. Boğaziçi’nde, Küçüksu ile Göksu Derelerinin arasındaki alanda bulunan Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu yörenin yerleşim tarihi Bizans dönemine dek inmektedir. Osmanlı döneminde padişahın has bahçelerinden biri olan Küçüksu ve çevresini, Sultan IV. Murat’ın çok sevdiği ve buraya “Gümüş Selvi” adını verdiği bilinmektedir. 17. yüzyıldan başlayarak çeşitli kaynaklarda “Bağçe-i Göksu” adıyla geçen yörede, özellikle 18. yüzyıldan başlayarak yoğun bir yapılaşma izlenmektedir.

Küçüksu Kasr? ?stanbul

Sultan I. Mahmut döneminde Divit dar Emin Mehmet Paşa, padişah için bu Hasbahçe’nin deniz kıyısına iki katlı ahşap bir kasır yaptırmıştır.  Bu yapı Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmut dönemlerinde de onarılarak kullanılmıştır.1857 yılında yapımı tamamlanan Küçüksu Kasrı, 15 x 27 m. bir alan üzerine yığma tekniğiyle ve kâgir olarak yapılmıştır.

İstanbul

İstanbul Küçüksu Kasrı

Bodrumuyla birlikte üç katlı olan kasrın bodrum katı; kiler, mutfak ve hizmet edenlere ayrılmış, diğer katlarsa bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir. Bu özelliğiyle geleneksel Türk Evi plan tipini yansıtan yapı, genellikle dinlenme ve av amaçlı olarak kullanılan bir “biniş kasrı” niteliğindedir. Devlete ait diğer saray yapılarının tersine yüksek duvarlarla değil, dört yönde kapısı olan ve döküm tekniğiyle yapılmış zarif demir parmaklıklarla çevrilidir. Sultan Abdülaziz döneminde cephe süslemeleri elden geçirilerek zenginleştirilmiştir.

 Küçüksu Kasrı İstanbul (42) (800x575)

Kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesinde, bu cepheye yaslanmış şadırvanlı küçük havuzunda ve merdivenlerinde Batılı süsleme motifleri kullanılmıştır. Uzun kenarı denize paralel, dikdörtgen planlı bir yapıdır. Yerden 3m kadar yüksekteki bir alt bölüme oturan iki kattan oluşmuş. Deniz cephesi üç düşey parçaya ayrılmıştır. Bunlardan ortadaki düz, yanlardaki dışbükeydir. 

İstanbul

İstanbul Küçüksu Kasrı

Orta bölümde bulunan kapıya, at nalı biçimli, iki kollu görkemli bir mermer merdivenle ulaşılır. At nalının iki kolu arasında fıskiyeli mermer bir havuz yer alır. Oda ve salonlar değerli sanat eserleriyle döşenmiş, Avrupa’dan sipariş edilen mobilyalara yer verilmiştir. Tavanları alçı kabartma ve kalem işi süslemelidir. Birbirinden farklı renk ve biçimdeki İtalyan mermerinden yapılmış şömineleri, odaların her birinde ayrı süslemeli ve ince işçilik uygulanmış parkeleri bile göz kamaştırıcıdır.

İstanbul

İstanbul Küçüksu Kasrı

Avrupai tarzdaki mobilyaları, halı ve duvarlarındaki seçme tablolarıyla zengin bir sanat müzesi görünümündedir. Cumhuriyet döneminde, bir süre, yabancı devlet adamları için konukevi olarak kullanılmış.1992 yılında başlatılan kapsamlı bir yenileme projesiyle Küçüksu Kasrı’nın denize kayması engellenerek, 1996 yılında yeniden müze-saray olarak ziyarete açılmıştır.

Küçüksu Kasrı İstanbul (12) (800x600)

Küçüksu Kasrı bahçesi içinde yer alan çeşme, Küçüksu Çeşmesi olarak anılsa da asıl adı Mihrişah Sultan Çeşmesi’dir. 1806 yılında Sultan III. Selim tarafından annesi Mihrişah Sultan adına yaptırılmıştır. Mimarı bilinmeyen çeşme, Göksu ve Küçüksu dereleri arasındaki ünlü Küçüksu Mesiresi’nde yer almasından ötürü, İstanbul edebiyatında özel bir yere sahiptir. Eski Boğaziçi resimlerinde en çok resmedilen yapılardan biridir. Küçüksu Mihrişah Sultan Çeşmesi, barok ve ampir üslupları arasındaki geçiş dönemini yansıtmaktadır.      

Küçüksu Kasrı İstanbul (87) (800x600)

Kareye yakın, dikdörtgen planlı ve dört yüzlü bir meydan çeşmesidir. Dört tarafında bulunan küçük kuleciklerle desteklenen kubbesi, geniş revaklarla çevrelenmiştir. Dışarıya doğru yükselmiş olan geniş revaklar, muhteşem ampir bezemelere sahiptir. Kasrın hemen yanı başındaki iskele, çeşme meydanı ve özgün bahçenin geçmişte olduğu gibi halkın eğlenip dinlenebildiği bir mesire kimliğine kavuşturulması amacıyla çeşme civarında ziyaretçilere kafeterya hizmetleri verilmekte, genişletilen rıhtım ulusal ya da uluslararası nitelikteki kabullere tahsis edilebilmektedir.

Share Button