Galeri Lafayette Paris
Bir kenti tanımanın ve havasını yaşamanın en iyi yolu; kentin sokaklarını, caddelerini, bulvarlarını, anıtları ve müzelerini yürüyerek gezmektir. Yaşadığım ve hayranı olduğum İstanbul’u bu şekilde tanıdım ve yazı dizilerimle tanıtmaya çalıştım. Aynı yöntemi Paris için uygulamaya çalıştık kısıtlı zamanımızda eşimle
Dünyada en çok ziyaret edilen ve bir marka olan Paris, ‘’Nasıl oldu da bu sonuca ulaştı?’’ sorusunu, başta mimar olan eşim olmak üzere, kendimize sormadan edemedik…
19. yüzyılda modernleşmenin gündelik hayatta ve kentte yaptığı sarsıcı dönüşümlerin en görünür olduğu yer Paris olmuştur. 17. yüzyıl sonuna kadar Paris, dar sokakları ve pazarların kurulduğu küçük meydanları ile bir Orta çağ kenti görünümünde idi. 18. yüzyıldan itibaren imparatorluğun güçlenmesi ile kentin görünen yüzü değişmeye başlamış, 1840 – 1870 tarihleri arasındaki Fransız endüstri devrimi ile de bu değişim doruk noktasına ulaşmıştır.
1853 yılından itibaren bir değişimin gerekli olduğu kanısına varılan Paris, “Modern Kent” konseptine uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Dönüşüm sürecinin mimarları, dönemin Seine Bölgesi Valisi Baron Eugene Haussmann ve Fransa İmparatoru III.Napolyon’dur. Sosyal ve ekonomik yaşamı doğrudan devletin yönettiği otoriter bir yaklaşım çerçevesinde birlikte çalışarak, dönüşümü gerçekleştirmişler.
Kentsel dönüşümden önce, Paris’teki en önemli sorunlardan biri, nüfustaki artış ve yaşam koşullarının yetersiz olmasıydı…17. yüzyıldan itibaren giderek genişleyen Paris’te, konutlardaki sağlıksız koşullar ve hektara 900.000 kişinin düştüğü nüfus yoğunluğa çözülmesi gereken birincil sorundu. Diğer taraftan, yetersiz hava akımı, sıhhi altyapı eksikliği ve siyasi anlaşmazlıklardan kaynaklanan isyanlar ve huzursuzluklar da eklenince günlük yaşamın işkenceye dönüştüğü bir kent tablosu ortaya çıkıyordu.
Emile Zola’nın romanlarında sıkça tasvir ettiği Paris sokaklarındaki bitmek bilmeyen çamur, kötü koku ve gürültüler, sağlıksız koşullar sonucunda ortaya çıkan kolera günümüz “Modern” Paris’ini meydana getiren bu yeniden planlama sürecinde etkili olmuştur.
Günümüz Modern Paris’ini anlamak ve yaşamak için; Opera Caddesi, Opera Meydanı ve Palais Garnier olarak bilinen anıtsal opera binasını görüp, fotoğraflarını çektikten sonra, kentsel dönüşüm mimarlarından biri olan Haussmann’nın adının verildiği Boulevard Haussmann’a giriyoruz. Bu bulvar üzerinde Paris’in en büyük ve en renkli alışveriş merkezlerinden biri bulunuyor. Özellikle eşimin ilgisini çeken bu merkez Galeries Lafayette olarak biliniyor.
1893 yılında La Fayette ile kuzeni d’Antin, sokaklarının köşesindeki küçük tuhafiye dükkânının içine Alphonse Kahn moda mağazası açmış. 1896 yılında ise tüm binayı satın alarak Fransa’nın en ünlü mağazasını kurmuşlar. Daha önce Benelüx & Paris turlarından birine katılmış olan kızımız Ceren de bu mağazayı, özellikle çatı katını görmemizi istemişti.

Lafayette’nin ana mağazası olan bu alışveriş merkezinin iç mekân süslemeleri görkemli ve seyretmesi muhteşem… Balkonları ve kubbesi Noel dekorasyonu ile süslenmiş… 10 katlı olan mağaza ülkenin en pahalı mekânı olmasına rağmen yerli ve yabancı turistlerle dolu, iğne atsan yere düşmez…
Zamanımızın kısıtlı olması nedeniyle, katları hızla dolaşıyor ve çatı katına çıkıyoruz. Muhteşem ve panoramik bir Paris görüntüsü karşımıza çıkıyor. Opera binası, Eyfel Kulesi ve Şanzelize’nin bitim noktalarından birinde bulunan Arc de Triomphe’a, Zafer Takı fotoğraflık manzaralar oluşturuyor. Bir taraftan fotoğraf çekerken, bir taraftan da buradan sonraki rotamızı belirlemeye çalışıyorum. Yeterli görüntüleri hafızamıza kazıdıktan sonra, Lafeyette’den ayrılarak Haussmann Bulvarı’na giriyoruz.
Paris’e geldiğimiz ilk günkü panoramik şehir turunda rehberimiz Place de la Madeleine’dan geçerken, buradaki anıtsal yapıdan söz etmiş ve bu yapının ‘’Fransa’nın Anıt Kabri’’ olduğunu söylemişti. Bu anıtsal yapıyı tekrar görmek üzere, elimizdeki haritaya bakıyor ve rotamızı çizmeye çalışıyoruz. Boulevard Haussmann Bulvarı’nda Place Diaghilev hedefine batı yönünde yaklaşık 400 metre ilerledikten sonra, sola, güneye yöneliyoruz. Tronchet Street üzerinde 350 metre yürüdükten sonra, Madeleine Meydanı ve bu meydandaki anıtsal yapı görüş alanımıza giriyor. Yaklaşık 150 metre daha yürüyünce meydana ulaşıyor ve kendimizi anıtsal yapının önünde buluyoruz.