Ayasofya (1)
Ayasofya, Hristiyanlar tarafından dünyanın sekizinci harikası olarak kabul edilmektedir. Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından İstanbul’un tarihi yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedralidir. 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından alınmasından sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür. Atatürk’ün emriyle 1935 yılından itibaren müze olarak hizmet vermektedir.
Dünya mirası listesinin en önemli anıtlarından biri olan Ayasofya’yı defalarca ziyaret etmiş olmama rağmen, Sultanahmet Meydanına her gelişimde Ayasofya’ya da uğrar, gizemlerinden bir kaçını daha çözmeye çalışırım.
Sultanahmet Meydanı ve Ayasofya
Hem tarihi hem de turistik açıdan; İstanbul’un en önemli meydanlarından biridir Sultanahmet Meydanı.Her yıl on binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği bu meydan ve çevresi tam bir tarih hazinesidir. Her şeyden önce, 14 yüz yıl boyunca, eski dünyanın yarısını yönetenlerin yerleşim birimi olan ”Tarihi Yarımada”da bulunmaktadır. Çevresinde; Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camii, Yerebatan Sarnıcı, Obeliks, Dikili Taş, Yılanlı sütun gibi bir çok tarihi ve paha biçilmez eserlerin bulunduğu bu meydan, Bizans İmparatorluğu zamanında ”Hipodrom” olarak tasarlanmış ve kullanılmış.
Ayasofya Müzesi
Sultanahmet Meydandaki en eski ve Hristiyanlarca en kutsal yapı Ayasofya’dır. Müzenin adındaki “sofia” sözcüğü herhangi bir kimsenin adı olmayıp, eski Yunanca’da “bilgelik” anlamındaki sophos sözcüğünden gelir. Dolayısıyla “aya sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da “ilahî bilgelik” anlamına gelmekte olup, Ortodoksluk mezhebinde Tanrının üç niteliğinden biri sayılır. İmparator Justinianus tarafından, günümüze ulaşan Ayasofya`yı, çağın ünlü mimarlarından Miletos`lu İsidoros ve Tralles`i Anthemios`a yaptırmıştır.
Ayasofya`da kullanılmak üzere, Anadolu`nun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar İstanbul`a getirilmiştir. Böylelikle, Ayasofya’nın yapım süresi kısalmıştır. Bir söylenceye göre, kilisenin yapım aşamasında 10 000 kişi çalışmıştır. Ayasofya`nın yapımına 23 Aralık 532`de başlanmış, 27 Aralık 537`de tamamlanmıştır. Avlunun içindeki müze girişi, batı yönündeki orijinal İmparatorluk kapısıdır.
Ayasofya Mimari yönden incelendiğinde büyük bir orta mekân, iki yan mekân, koro için ayrılan yarım çember şeklindeki absit (camilerdeki mihrap), iç ve dış narteksler olarak tanımlanan oldukça yüksek koridorlardan meydana gelmiştir. Koridorlar, kiliselerin vazgeçilmezi olup, hazırlık bölümü de diyebileceğimiz bölümlerdir.
Dış koridorda, ayine gelen kimselerin ya da grupların kıyafetleri düzenlenir ve ayin için hazırlıklar bir kez daha gözden geçirilirdi. Kiliselerde, genellikle girişlerde yer alan dış koridorlar, Kiliselerin ön yüzünün bütün enini kaplar. Ayasofya’nın bu bölümünde; fazla tasvirle karşılaşmamakla birlikte; nadiren kutsal aile, havariler ve daha çok kiliseyi yaptıranlar ve bağışta bulunanlarla ilgili bir şeyler bulunur. Böylece kilise, kendisine hizmetlerinden dolayı kişi ya da kişileri onure eder.
Ayasofya’nın, Osmanlı dönemindeki en ünlü yenilenme çalışmalarından biri, 1847-1849 yılları arasında,Sultan Abdülmecit’in emriyle gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün emriyle, 1930-1935 yılları arasında gerçekleştirilen bir dizi yenilenme çalışmasından sonra, Bakanlar Kurulu kararıyla, 24 Kasım 1934 te müzeye dönüştürülmüş. 1 Şubat 1935 yılında da açılışı yapılmıştır.
Bu çalışmalarla birlikte, bu çalışmaları yaptıran Abdülmecit, Mustafa Kemal Atatürk’ün resimleri dış koridor duvarlarında yer almaktadır.Bu dış koridor ya da dış narteks; beş kapı ile iç koridora, iç koridor da, dokuz kapı ile kilisenin ana kısmına ya da iç mekana açılır. Ana kapıdan girilen ilk galeri olan dış narteks, çapraz tonoz örtülü, dokuz birimli bir galeridir.
Duvarlarındaki bilgileri gözden geçirmek bir hayli zamanımı aldı ama, Ayasofya hakkındaki bilgilerimin de yenilenmesine neden oldu.Beş kapıdan biriyle iç koridora geçildiğinde, tavan mozaikleri dikkatimizi çeker. Mozaiklerden, sarı renkte parlayanların yapımında altın kullanılmıştır. Duvarları çeşitli ülkeler ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinden getirilen dalgalı mermer levhalarla kaplıdır. Dalgalı mermer levhalar, duvarlara yapıştırılıp sabitlenmeden önce, ikiye bölünmüştür. Bu nedenle, mürekkeplendikten sonra katlanıp açılan kağıdın gösterdiği gibi, ilginç bir simetri özelliği ortaya çıkmıştır. İçinde elektrik ampulleri olan yağ lambası avizelerinin, müzenin cami olarak kullanıldığı dönemden olduğu söylenmektedir.
İç galeri ya da koridordan Orta Nef olarak tanımlanan ana galeriye geçilmektedir. Tam karşıda, Ayasofya’nın doğu ucunda, kilisenin absidi görülmektedir. Kiliselerde, koronun arkasında kalan ve kutsal mekan olarak kabul edilen yer absid olarak tanımlanmaktadır. Camilerimizdeki ”Mihrap” yerine geçmektedir. Diğer en eski bütün kiliselerde olduğu gibi, Ayasofya’nın da absidi Kudüs’e yönelik olarak yapılmış. Ancak, İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilen Ayasofya’nın absidinin hafifçe kıbleye yönelik olduğu görülmüştür.Bu kaymanın yer hareketlerinden kaynaklandığı sanılmaktadır.
İstanbul’a nazaran Kudüs yönü ile Mekke yönü arasında pek büyük olmayan, birkaç derecelik bir fark bulunmaktadır. Bu yüzden İstanbul’da camiye çevrilen kiliselerde kıble yönünü göstermek üzere kilisenin absidi içine yapılan mihrap absidin iyice sağına inşa edilirdi. Fakat Ayasofya’da mihrap absidin çok sağına değil, hafifçe sağına inşa edilmiştir. Çünkü Ayasofya binası tam olarak olması gereken yönde değildir, yani hafifçe Mekke yönüne doğru bir kayma göstermektedir.Fatih Sultan Mehmet tarafından döneminde camiye çevrilmiş olan Ayasofya, Osmanlı Camileri arasında 500 yıl süreyle, İstanbul’un en önemli camilerinden birisi olmuştur.
Absidin en üst kısmında, 9. yüzyıla tarihlenen, kucağında çocuğu İsa’yı taşıyan, taht üzerinde tasvir edilmiş bir Meryem Ana mozaiği yer alır.Bunun sağında aynı yüzyılda yapılmış, Cebrail’i tasvir eden bir mozaik bulunur. Meryem Ana mozaiğinin solunda ise, bir deprem sırasında düşmüş bir başka melek mozaiği, muhtemelen Mikail’i tasvir eden bulunmaktaydı. Absid duvarlarında Kuran ayetlerini içeren çerçeveler ve içine Allah, Muhammed, dört halife ve Halife Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin’in isimleri yazılı olan sekiz yeşil daire bulunur. Bu dairelerin tahtadan yapılma çok daha büyükleri de ana nefin (ana salonun) iç mekanını kuşatacak şekilde asılmışlardır. İsimler her biri 7,5 m. yarıçapında olan bu 8 dev panoya hat sanatı tarzında yazılmıştır.
Orta nef ya da iç mekân karmaşık bir yapıya sahiptir. 100 x 70 metre ölçüsündeki binanın, 74.67 x 69.80 metre ölçüsündeki orta nefinin (ana salonun) ortasında ağırlığı dört ayak üzerine oturtulmuş payandalara geçişin pandantiflerle sağlandığı bir ana kubbe yer alır. Ayasofya’nın devrim niteliği taşıyan kubbesi birçok sanat tarihçisinin, mimarın mühendisin özel ilgisini çekmiştir.
Daireden dikdörtgene geçiş içbükey üçgen pandantiflerle sağlanır. Bu tür yapılarda daha önce kullanılmamış olan bu pandantifler oldukça estetik ve şık bir şekilde, daireden, yani kubbeden payandalarla oluşturulan kare biçimine, hatta yarım kubbeler de sisteme dahil sayılırsa, dikdörtgen biçimine geçişi sağlarlar.
Böylece kubbe pandantifler vasıtasıyla dört büyük kemer üzerine oturur. Bu kemerler de Osmanlı döneminde Mimar Sinan’ın talimatlarıyla istinat duvarlarıyla desteklenmiştir. Mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden ilk ve son benzersiz uygulama olarak görülen Ayasofya, Osmanlı camilerine, fikir bazında da olsa esin kaynağı olmuş, doğu-batı sentezinin bir ürünüdür. Bu eser dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer almaktadır.
Yorumlar kapalı.