İstanbul-Tarihi Yarımada & Suriçi

SULTANAHMET 2013 (15) 

Sultanahmet Meydanı ve meydan ile bağlantılı olarak; Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi, Yerebatan Sarnıcı, Sultanahmet Camii ve Gülhane Parkı’nı yazdım. Giderek; Sirkeci Garı ve Orient Ekspresi’nin yanı sıra Mısır Çarşısı, Kapalı Çarşı, Süleymaniye Camii, Haliç, Balat ve Ayvansaray’ı da yazdıkan sonra konu bütünlüğünün Suriçi kavramından geçtiğinin farkına vardım. Yine farkına vardığım bir başka şey de içinde yaşadığımız mekan ve kentleri tanımadığımız oldu. Kırk yıl süre ile yaşadığım Başkent Ankara’yı, Ankara’dan ayrılıp, İstanbul’a yerleştikten sonra tanıma fırsatını buldum.Bu nedenle, içinde yaşamaya başladığım İstanbul’u tanımak ve tanıtmak istiyorum.

SULTANAHMET 2013 (39)

Tarihi Yarımada

SULTANAHMET 2013 (44)

Kent, Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayan stratejik konumu nedeniyle tarihi boyunca kentte hüküm süren uygarlıklar için daima çok önemli olmuştur. Bu özellikleri ile kent, Roma, Bizans ve Osmanlı gibi büyük İmparatorluklara başkentlik yapmıştır. Bu görkemli geçmişi ile farklı dinleri, kültürleri, toplulukları ve bunların ürünü olan yapıtları benzersiz bir coğrafyada bir araya getiren İstanbul, 1985 tarihinde UNESCO Dünya Miras Listesi’ne 4 ana bölüm olarak dahil edilmiştir.

SULTANAHMET 2013 (63)

Koruma Alanı; Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma Alanı ve Tarihi Surlar Koruma Alanını içermektedir. Ayrıca, 15.910.168 m² yüzölçümü ile Tarihi Yarımada 12 Temmuz 1995 tarihli 6848 numaralı bir kararla I. derece arkeolojik, kentsel-arkeolojik, kentsel-tarihi sit alanı ilan edilmiştir.Bu günkü adı ile Tarihî Yarımada olarak bilinen bölgede ilk yerleşim yeri M.Ö. 685 yılında  Megara’dan gelen Yunanlar  tarafından  Byzantion adıyla kurulmuştur. Bunlar; Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı içine alan Arkeolojik Park; Süleymaniye Camisi ve çevresini içine alan Süleymaniye Tarih boyunca yarımadadaki kent değişik adlarla anılmıştır.

Osmanlılar tarafından ele geçirildikten  sonra ise Dersaadet ve İstanbul gibi adlarla anılması uygun görülmüştür. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda İstanbul’un merkez ilçesi statüsünde bulunan yarımadada, 2009 yılına değin, Fatih ve Eminönü olmak üzere iki ilçe bulunuyordu. 2009 yılında Eminönü Belediyesi kaldırılarak Fatih İlçesi’nin bir mahallesi konumuna getirildi.

Dersaadet olarak da adlandırılan İstanbul, 19.yüzyılın ortalarına kadar idari yapı ve yargısal açıdan dört ayrı bölüme ayrılmıştı. Bunlardan ilki İstanbul Kadılığı’nın yetki sahası olan ve İstanbul Metropolünün kent merkezi kabul edilen Suriçi’dir. Galata, Üsküdar ve Eyüp’ten oluşan Bilad-ı Selase ise bu metropol/anakent alanın kazalarıdır. “ Üç Belde” anlamına gelen Bilad-ı Selase ayrı kadılar tarafından yönetilmiştir. Fakat bu ayrım sadece idari ve yargısal bir bölümlemeyi değil, bunun yanı sıra sosyolojik ve kültürel bir farklılığı da ifade etmektedir.

Dersaadet’in bu dört ayrı bölümü, aynı şehir içerisindeki birbirinden farklı, fakat bir arada ahenkli bir bütün oluşturan dört ayrı dünyayı teşkil etmiştir. Bu dörtlü yapı aynı zamanda İstanbul’un sosyal ve kültürel yapısını zenginleştiren ve canlı kılan faktörlerin başında gelir. İstanbul’un en eski bölümüdür. Kuzeyde Haliç, doğuda Boğaz ve güneyde Marmara ile sınırlanır. Tek kara bağlantısı batıdandır ve çevresi Bizans döneminden kalma surlar ile sur yıkıntıları tarafından çepeçevre sarıldığından Suriçi diye anılır.

Suriçi, Bizans İmparatoru Konstantin’in inşa ettirdiği  asıl İstanbul’dur. 395 yılında kurulan Doğu Roma İmparatorluğu Bizans’ın 1 000 yıl süre ile başkentliğini yapan İstanbul’un Hipodrom olarak düzenlenen Sultanahmet Meydanı da Suriçi kavramını destekler. 1453 yılındaki Fetihten sonra devletin merkezi buraya getirilmiştir.  Böylece bir imparatorluk merkezi olarak kurulan bu kent, 20. yüzyıl  başlarına dek aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğunun başkenti olarak varlığını sürdürmüştür. Osmanlı Padişahları 19. yüzyıl ortalarına kadar Suriçi’nde, 600 yüz yıl süre ile Topkapı Sarayı’nda oturmuşlardır. Bazı tarihçilere göre, Suriçi’nde  oturdukça devletin başarıları devam etmiştir. Bu nedenle, Suriçi biraz da Topkapı Sarayı’dır.

Topkapı Sarayı, kara tarafında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Sur-u Sultani, deniz tarafında ise Bizans surlarıyla şehirden ayrılmıştır. Çok sayıda kara ve deniz kapıları ile sarayın içinde, değişik işlevleri olan kapıların dışında, anıtsal giriş kapısı olan Bab-ı Hümayun’a (Saltanat Kapısı) yöneliyor ve değişik açılardan fotoğraflarını çekiyorum. Yüzyıllar boyunca, her türlü görkem ve protokolün yaşandığı sağlam bir devlet anlayışı ve işlevsel sadeliğinin mekâna yansıması, daha kapıda başlamış bulunuyor.

19. yüzyıl ortalarında Osmanlı Padişahları saraylarını Suriçi’nden Boğaz kıyılarına taşımışlarsa da Babıâli Suriçi’nde kalmış ve burası bir siyasi merkez olmanın ağırbaşlılığını her zaman üzerinde taşımıştır. Osmanlı döneminde, Müslüman olması nedeniyle yalnız İran’ın konsolosluk açmasına izin verilen Suriçi’ne, Batılı Hıristiyanlar pek sokulamamıştır. Suriçi halkı hep imparatorluğun yerli Müslüman ve Hıristiyan unsurlarından oluşmuştur. Balat’ın Yahudileri de buna dâhildir. İstanbul ya da Dersaadet’in, fethedildiği dönemde nüfusu 50 bine düşmüş ve eski ihtişamını kaybetmiş bir yer olan Suriçi, Osmanlı’nın gayretleri ile tekrar canlanmış ve 16. yüzyılda da nüfusu 500 bini aşmıştır.

Padişahlar, saray halkı ve diğer kişiler Suriçi’ni birçok mimari şaheserlerle süslemişlerdir. Kente  İslami özelliğini veren tipik camili siluetini oluşturmak için birbirleriyle yarışmışlardır. Birçok cami, han, hamam, hayır ve eğitim kurumları inşa edilmiştir. Bunların en ünlüsü ve en eskisi Fatih Külliyesi’nde yer alan, eski adıyla Sahn-ı Seman Medresesi’dir. Yine Süleymaniye Medresesi’nde yer alan Meşihat de Suriçi’nin dini bir merkez olma özelliğini tamamlar. Suriçi dışında kalan ve halkın yaşadığı semt ya da mahallelere gelince; dar ama huzur dolu küçük sokakların iki tarafında yer alan cumbalı ahşap evler tipik mahalle görüntülerini oluşturur. Dar sokaklar çevresine sıkışık olarak yapılanmış bu cumbalı evlerin en büyük düşmanı sık sık çıkan yangınlardı.  Şair Mehmet Akif’in tabiriyle “Ayakta durmaya el birliğiyle gayret eden, lisan-i hal ile amma rukuya niyet eden” bu ahşap evlerden oluşan mahalleler, yüzyıllarca hep ciddi bir tehlikeyi de yaşaya gelmişlerdir.

Yangın Suriçi’nin sıkça karşılaştığı bir felakettir.Çıkan yangınlar hızla ve kolaylıkla yayıldıklarından, koca mahalleler alevlerle bir anda ortadan silinirdi. Yangınlar genellikle birçok yanıcı maddenin de iskelelerine indirildiği Cibali’den başlar, rüzgârın durumuna göre Unkapanı, Fatih, Aksaray yönünde, ya da Kapalıçarşı’yı da yakarak Sultanahmet yönünde ilerlerdi. Yangınlara karşı uzun süre tek önlem vardı: Tulumbacılar… Su fışkırttıkları tulumbalarını sırtlarında taşıyarak koşar adım yangın yerine gelen tulumbacılar, Suriçi’nde ilginç bir yangın folkloru oluşturmuştur. Tulumbacı gençlerin söylediği maniler, tulumbacılara aşık olan mahalleli genç kızların hikayeleri bu folklorun parçalarıdır.

Suriçi’nin başka bir folklorik öğesi ise de kabadayılarıdır. Özellikle Osmanlı’nın duraklama döneminde şehirdeki asayiş çeşitli nedenlerle bozulunca mahallelerde türeyen kabadayılar aslında basit bir serseri takımı değildi. Görevleri mahallenin namusunu korumaktı. Bu kabadayı sürülerini bazen meşihattan gelen ulemanın yönettiği ve aralarına karışıp mahalle kavgalarına karıştıkları da görülmüştür. Suriçi aynı zamanda canlı bir ticari merkezidir. Ticaretin merkezi Suriçi’nin çeşitli merkezlerine dağılmış han ve çarşılardı ki, bunların en ünlüsü Kapalıçarşı’dır. Beyazıt ile Nuruosmaniye arasında uzanan bu binalar kompleksi Osmanlı’nın parlak zamanlarında onunla beraber yükselmiş; çöküş zamanı ise üstünlüğü Galata’ya kaptırmıştır. Parlak dönemlerinde Kapalıçarşı’da ticaret yapan zengin Müslüman tüccara “Bazargan” denirdi. Bu unvanı almak zordu. Bunun için bir tacirin deniz aşırı ticaret yapması, hem borçlarını vaktinde ödeyerek güvenilirliğini ispatlaması, hem de servetinden bir kısmını hayır işlerine ayırması gerekirdi.

Anıt eserleri, sarayı, Babı âlisi, dar sokaklarla bezeli mahalleleri, Kapalıçarşısı ve diğer özellikleriyle Suriçi, Osmanlı’ydı. Osmanlı’yla büyüdü, önem kazandı. Osmanlı çökmeye yüz tutunca, Suriçi de önemini kaybetti. Bugün daha çok tarihi ve turistik bir mekân olarak geçmişe tanıklık ediyor.

Kaynaklar:

1) http://www.ibb.gov.tr/sites/ks/tr-TR/0-Istanbul-Tanitim/Tarihi/Pages/Dersaadet-Uc-ISTANBUL.aspx

2) https://tr.wikipedia.org/wiki/Tarihî_yarımada

Share Button