İstanbul Boğaziçi Turu 2
Eminönü’ndeki Boğaziçi turu iskelesinden hareketle, Galata Köprüsünü geçtikten sonra, sağımızdaki Tarihi yarımada, İstanbul Silueti ve Kız Kulesini görmüş ve fotoğraf karelerinde yerlerini almalarını sağlamıştım. Vapurumuz, Avrupa yakasına yakın ve paralel olacak şekilde, ağır ağır ilerleyişini sürdürürken; Galata Kulesi ve Galata eteklerindeki Karaköy’ü de geçmiştik.Kabataş iskelesi ile yanındaki Bezmialem Valide Sultan camisini de karelerimize almıştık.Arkasından, Dolmabahçe saat kulesi, Dolmabahçe Sarayı, Mimar Sinan Üniversitesini izlenmiş ve Beşiktaş Deniz Otobüsleri iskelesi ile yanındaki Bahçeşehir Üniversitesini de görme ve fotoğraflama fırsatını yakalamıştık.
Beşiktaş’tan Ortaköy’e doğru süzülen vapurumuzdan, 1874 yılında, Sultan Abdülaziz’in, ünlü mimar Sarkis Balyan’a yaptırdığı Four Seasons bütün görkemiyle sol kolda beliriverdi.Özel bir yenileme ile İstanbul’un en lüks otellerinden birine dönüştürülen Four Seasons,1988 den beri, yerli ve yabancı konuklarını, özellikle, yabancı devlet ve hükümet başkanlarını ağırlamakta, ülkemizin yurtdışı tanıtımında önemli bir rol oynamaktadır.19. yüzyıl Osmanlı sarayında konumlanmış olan bu 5 yıldızlı otelde, Boğaz manzaralı sonsuzluk havuzu bulunmaktadır. Otelde bir spa ve sağlık merkezi hizmet vermektedir. Zarif odalarda ücretsiz Wi-Fi internet erişimi sunulmaktadır.
Otelin arkasında, kuzey-doğusunda, yer alan Yıldız Parkı İstanbul’un oksijen depolarından biridir. Kıyı boyunca ilerleyen vapurumuz Beşiktaş Anadolu Lisesi’ni geçer geçmez bütün görkemiyle Çırağan Sarayı kendini gösteriyor.


Çırağan Palace Kempinski adıyla faaliyet gösteren yapı geçmişte padişahların yaşadığı, görkemiyle herkesi kendine hayran bırakan, Osmanlı’nın en güzel saraylarından biri olma özelliğini taşıyor. Bağlantılı olarak Galatasaray Üniversitesi lojmanları, Feriye Lokantası ve Kabataş Erkek Lisesi binalarıyla karşılaşıyoruz. Kabataş Erkek Lisesi, 1908 yılından beri öğretim yapan, Türkiye’nin en eski ve seçkin liselerinden biridir. 
Ortaköy’e yürüme mesafesinde bulunan Ziya Kalkavan Denizcilik Meslek Lisesi, göndere çekilmiş muhteşem bir görüntü sunan bayrağımızla birlikte kendini gösterdi.Okulun bulunduğu binaların bir kısmı Beşiktaş`tan Ortaköy`e kadar uzanan Çırağan Sarayı`nın ek binalarından birisidir. 1910 yılında çıkarılan Çırağan Sarayı yangınından bu yapılarda da üzerine düşen payı almıştır. 1909 yılında Kaptan Hamit Naci Bey tarafından `Milli Ticareti Bahriye Kaptan ve Çarkçı Mektebi Alisi` adıyla açılan özel okul önce Azapkapı`ya sonra da Üsküdar`a, 1927 yılından itibaren de Ortaköy`e nakledilmiştir.1928 yılında Cumhuriyet Hükümeti, okulu Kaptan Hamit Naci Bey`den devralarak `Yüksek Deniz Ticaret Mektebi` adıyla yeniden açmış, 1982 Yılında Yüksek Denizcilik Okulunun Tuzla`ya taşınması ile boşalan bina ve tesisler orta kademe gemi adamı yetiştirmek üzere MEB`e devredilmiştir.
Nihayet, İstanbul Boğazının en popüler köşelerinden biri olan Ortaköy, Ortaköy’ün sembolü olan Büyük Mecidiye Camii ile Boğaziçi Köprüsü bütün görkemiyle, ufkumuzda beliriyor. Bir zamanlar, küçük bir balıkçı köyü iken, günümüzde, Rumeli yakasının en popüler ve en aranan mekanlarından biri haline gelmiştir. Her zaman, yerli ve yabancı turistlerden oluşan mahşeri bir kalabalık eşliğinde, hareketli bir yaşam semti olarak göz doldurmaktadır. Sokaklara taşan kahvelerden, rengarenk elişi takı ve hediyelik eşyalardan, antikalardan, kitap satıcılarından, iyi restore edilmiş cumbalı ahşap evlerden etkilenmemek mümkün değil.
Ortaköy’ün simgesi durumunda olan Büyük Mecidiye Camii, Ortaköy Camisi olarak bilinmektedir. Ortaköy’e uğrayan herkes, camiyi arkasına alarak fotoğraf çektirmeden ayrılmaz. Avrupa’da gelişen Barok Mimari; müzik, resim ve heykelin etkileyici temalar altında birleştirilmesi amacını güder.Abartılı hareket duygusu ve net gözüken detayları ile dönemin müzik ve edebiyatında da kendini gösterir. Yoğun bir etki bırakan bu anlatım biçimi kendi alanında fazla eser verildiğinden, bir dönem adı, Barok Mimari olarak anılmaya başlanmıştır. 1600′lerde Roma’da kilise etkisinde doğmuşsa da tüm Avrupa’ya yayılmıştır.
Neo Barok tarzında olan cami, Sultan Abdülmecit tarafından, 1853 yılında, Mimar Nigoges Balyan’a yaptırılmıştır. Boğaziçi’nde, eşsiz bir konumda olan Ortaköy camii,oldukça zarif bir yapıdır.Geniş ve yüksek pencereleri, boğazın rengarenk ışıklarını caminin içine taşırlar. Ortaköy’ü ziyaret eden yerli ve yabancı turistler, bu muhteşem cami ile Boğaziçi köprüsünü arkalarına alarak, fotoğraf çektirirler. Böyle bir fotoğraf karesine girmeyi, özel bir ayrıcalık olarak görürler. Ortaköy’ün en gözde ve hareketli bölgesi cami civarı ve boğaz kıyısıdır. Özellikle, gençlerin ve aşıkların tercih ettiği bir mekandır burası.Günün her saatinde kalabalık olan mekan, aynı zamanda, Ortaköy’ün eğlence yeridir. Sokak çalgıcılarından,her an, günün popüler şarkılarından birini dinleyebilirsiniz.
Ortaköy Camisinin sağ tarafında Esma sultan yalısı görülüyor. yarısı yanmış, üstü açık bir yalı. Restore edilmiş, yeniden düzenlenmiş ve diğer yarısı muhteşem ve romantik bir mekana dönüştürülmüş.Görkemli Boğaz manzarasının yanı sıra, klasik müzik ve mükemmel bir ışıklandırma ile konuklarına hizmet sunuyor. yalının adı, Sultan I. Abdülhamit’in kızı Esma Sultan’dan geliyor. Meşhur Mimar Sarkis Balyan tarafından yapılmış. 1873 yılında doğan Esma Sultan, 16 yaşında, Çerkes Mehmet Paşa ile evlendirilir. Yalı, Esma Sultan’a düğün hediyesi olarak verilir ve bundan sonra da Esma Sultan Yalısı olarak anılır.
Ortaköy geçiliyor. Ünlü eğlence mekânlarından Reina, gündüz olması nedeniyle sessizliğini koruyor. Biraz sonra,Cemil Topuzlu Parkı ve önünde demirlemiş olan meşhur ”Savanora Yatı”nı görüyoruz. İsmini Hint okyanusundaki bir deniz kuşundan alan Savarona yatı, Amerikalı bir milyarder tarafından, Almanya’nın Hamburg şehrinde, Blohm und Woss tersanesine Gibbs ve Cox dizaynı olarak sipariş edilmiş ve 28 Mart 1931 tarihinde denize indirilmiştir. Amerikan yasalarına göre, ülke dışında yaptırılan yat için, astronomik gümrük vergisi nedeniyle satışa çıkarılmış ve Türk Hükümeti tarafından, Atatürk için satın alınmıştır. Atatürk, 1 haziran 1938 günü Dolmabahçe önünde demirlenen Savanora yatında, hayatının son altı haftasını geçirmiş ve kabine toplantılarını da çok sevdiği bu yatta yapmıştır.
Savanora yatını geçiyor ve ”Suada” olarak bilinen Galatasaray Adasına ulaşıyoruz.Esma Sultan yalısını yapan Sarkis Balyan’a, 1872′de Sultan Abdülaziz tarafından hediye edilen ada , bir dönem Sarkis Bey Adacığı olarak anılmış. Osmanlı döneminde, 1914′lerden itibaren kömür deposu haline getirilmiş. Bir süre sonra şehir hatları vapurlarına yakıt sağlayan bir yer olan ada, 1957′de Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Sadık Giz tarafından satın alınmış ve diğer üyelerin hizmetine sunulmuş. 1957-1968 arası, Galatasaray Spor Kulübü Sutopu Şubesi’ne tahsis edilen ada, 2006′da eğlence yeri ve lokanta işletmecisi Mehmet Koçarslan’a 3 yıllığına kiralanmış. İşletmeci, adanın üzerindeki tesislere “Suada” adını koymuş.Galatasaray Kulübünü faaliyetlerinden bazıları adada gerçekleştirilmektedir.
Galatasaray adasını da geride bırakan vapurumuz, Arnavutköy’e doğru ilerliyor. Tablo görünümündeki Bodrum ve Marmaris marinasını anımsatan sahil,kazıklı yol projesiyle ünlü Arnavutköy’dür. Kazıklı yol projesiyle kazanılmış sahil yolu, yalıların aleyhine olurken, Arnavutköy’e yepyeni bir yaya yolu, yeni bir görünüm ve heyecan kazandırmış. Sahil yolundaki kafelerde soluklanan semt sakinleri, sahildeki yaya yollarında yürüyenler ve balık tutanlar semte ayrı bir renk katmış . Çileği ile ünlü olan Arnavutköy, balık lokantalarıyla da ünlüdür. Ne zaman Arnavutköy’e gitsek; kesemize ve damak tadımıza uygun mezelerin de sunulduğu balıklarıyla ünlü Adem Babaya uğramadan geçmeyiz.
Arnavutköy’ü de geride bırakan vapurumuz, İstanbul’un en büyük ve en güzel koylarından biri olan Bebek Koyu’na yaklaşmaya başladı.Bebek; İstanbul’un Beşiktaş ilçesine bağlı, boğazın Rumeli yakasında bulunan en görkemli ve en pahalı semtlerinden biridir.Bebek sırtları, muhteşem siteler ve apartmanlarla dolu. Site bahçelerinin peyzaj düzenlemeleri de göz kamaştırıcı.Ayrıca, yamaçlar, Osmanlı döneminden kalma ve bakımlı korularla dolu ve yemyeşil. Başka bir deyişle, bir tarafta deniz, diğer tarafta orman ve lüks konutlar. Buralarda yaşamak ve dolaşmak, rahmetli babamın deyimiyle ”cana can katar ” Bu deyimin farkına varan Bebekliler ve İstanbullular, konutları olmasa da, kıyıda gezmenin ve ünlü kafelerde rahatlamanın keyfini çıkarıyorlar. Boğazın ağız tadı olan badem ezmesi Bebek semtiyle özdeşleşmiş.
Bebek ile özdeşleşen bir de camimiz var. Hümayun-u Abad camisi. Bebek Camii olarak da bilinen Hümayûn-u Âbad Camii, tarihî bir camidir. Bebek Koyu kıyılarında, Bebek İskelesi’nin hemen yanında bulunur. 1912 yılında Mimar Kemalettin tarafından, daha önce Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılmış bir caminin yerine kesme taş kullanılarak yapılmıştır. Neo-klasik akım içinde değerlendirilir. Kubbesi sekiz kasnak üzerine yapılmıştır. Bu büyük kubbe yanlardan dört yarım kubbe ile desteklenir.Caminin yanında yer alan salaş bir kafe, hem keseye hem de göze uygunluk gösterir. Caddedeki simitçiden, simit ve gravyer peynirini kapanlar, bu kafeye gelerek, demli çayların eşliğinde ve boğazın görkemli görüntüsü karşısında, kahvaltılarını yaparlar.
Nihayet Rumeli Hisarı görüntü alanımıza giriyor. İstanbul Sarıyer’de bulunan Rumeli Hisarı, 30 dönümlük bir alanı kapsamaktadır. Anadolu Hisarının karşısında İstanbul Boğazının 600 metrelik en dar ve akıntılı kısmında inşa edilmiş bir hisardır. 90 gün gibi kısa bir sürede tamamlanan hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale burçlarına sahiptir. Fatih, İstanbul’u almayı aklına koymuştur. Öncelikle Yıldırım Bayezit’in yaptırdığı Anadolu Hisarının karşına Rumeli Hisarını yaptıracaktır. Bizans İmparatoru Konstantinden bir av köşkü yapmak için toprak ister.
Bir söylenceye göre; İmparator dalga geçercesine bu av köşkünün bir dana derisi kadar yer kaplamasını ve bu kadar toprak vereceğini söyler. Bunun üzerine II. Mehmet, hemen bir dana kestirip derisini yüzdürür ve deriden iplik yaptırır. Rumeli Hisarının yapılacağı alanı bu iple çevirir. İmparator inşaata bakmaya geldiğinde şaşırır. Çünkü inşaat arazisi değil bir dana derisi, yüzlerce dana derisini içine alacak kadar büyüktür. Durumu Fatih’e bildirdiğinde Fatih dana derisinden yaptırdığı ipi gösterir ve şöyle der: “Ben bu ipi dana derisinden eğirttim. Bir fazlası varsa yıkalım.” İmparator da yanındakiler de çaresiz susar ve hisarın yapımına izin verirler.Rumeli Hisarı bugün müze ve açık hava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır. Hisarda açık teşhir yapılmakta, sergi salonu bulunmamaktadır. Toplar, gülleler ve Haliç’i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler, bahçede sergilenmektedir.
Tur vapurumuz, fatih Sultan Mehmet Köprüsünün alından geçerek, boğazın Asya yakasına doğru süzülmeye başladı. İnşaatına 4 ocak 1986 yılında başlanan ve halen dünyanın en büyük çelik asma köprüleri içinde, 14. sırada yer alan bu büyük proje, 2 temmuz 1988 tarihinde tamamlanmıştır. Kara yollarından edinilen bilgiye göre; Boğaziçi Köprüsü’nün 2007’de başlayan aydınlatılması projesi, şimdi de Fatih Sultan Mehmet Köprüsünde uygulanmış. Montaj çalışmaları yaklaşık 4 ay süren ikinci köprünün ışıklandırma sistemi 3,7 milyon liraya mal olmuş. FSM’nin aydınlatılmasında da Boğaziçi Köprüsünde olduğu gibi yüzde 60 enerji tasarrufu sağlayan LED teknolojisi kullanılmış.
Boğazın Asya yakasına doğru ilerleyen vapurdan, köprünün Avrupa yakasına baktığımızda,Marsilya kırmızısı olarak adlandırılan bir renkte ve tepesinde kulesi olan bir köşk göze çarpar. Rumeli Hisarında, Perili Köşk olarak bilinen bu köşk, Yusuf Ziya paşa köşküdür. Özgün mimarisiyle İstanbul kültür mirasının önde gelen örneklerinden, Rumelihisarı’nın en önemli ve tarihi binalarından biri olan Yusuf Ziya Paşa Köşkü’nün yapımına 1910’lu yıllarda başlandı. Yusuf Ziya Paşa o dönemde Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın Başyaveri olarak görev yapıyordu. Ancak 1914 yılında Birinci Dünya Savaş’ının patlaması ve Osmanlı İmparatorluğunun da savaşa girmesi nedeniyle inşaatı yapan ustalar askere alınınca çalışmalar tamamlanamadı. Yusuf Ziya Paşa ikinci eşi Nebiye Hanım ve Nebiye Hanımın ilk eşinden olan 3 kızı ile birlikte, vefat ettiği tarih olan 1926 yılına kadar köşkte yaşadı. Paşanın ölümünden sonra aile 1993 yılına kadar köşkte oturdu, birinci katında ise kiracıları yaşadı. Yarım kalan inşaat nedeniyle tamamlanamayan ve boş kalan ikinci ve üçüncü katlar yüzünden bina çevrede “Perili Köşk” diye anılmaya başlandı.
Köşk, 1993 yılında müteahhit Basri Erdoğan’a satıldı. Yapının rölöve, restitüsyon, restorasyon ve uygulama projeleri, 1995- 2000 yılları arasında mimar Hakan Kıran tarafından gerçekleştirildi. Cephenin taş ve tuğla kaplaması restorasyon projesine sadık kalınarak tamamlandı. Tuğlalar, İngiltere’den ithal edilerek aslına en uygun şekilde 4 ayda kaplandı. Uygulama projesine göre binanın betonarme imalatında 2.800 metreküp beton, 350 ton demir kullanıldı. Köşkün dış görünüşü korunurken, iç mekanlar modern ve ferah bir iş ortamı sağlayacak şekilde düzenlendi. 10 katlı yapı, bir yanda Karadeniz, diğer yanda ise Marmara Denizi açılımını görüyor. Faaliyetlerini 19 Şubat 2007 yılından itibaren Perili Köşk’te sürdüren Borusan Holding, köşkü 2030 yılı sonuna kadar kiraladı.
Yorumlar kapalı.