İstanbul Hıdiv Kasrı’na yolculuk
İstanbul’un semtlerini, cadde ve sokaklarını adımlayarak geziyor, köşe bucak her tarafını tanımaya ve fotoğraflarla belgelemeye çalışıyorum. Bu kez, çoktandır gezmeyi planladığım Anadolu yakasındaki Hıdiv Kasrı’nı görmek üzere harekete geçiyorum. Bir gün önceden Hıdiv Kasrı ile ilgili geniş bir araştırma yapıyorum. Hıdiv Kasrı’na nasıl gidilir? Nereden ve hangi fotoğraflar çekilmelidir? Tarihçesi nedir? İşletmecisi kimdir? Fotoğraf çekilmesine izin verilir mi? Gibi sorulara yanıt arıyorum.
Yaşamakta olduğum Göktürk’ten otobüsle Mecidiyeköy’e geldikten sonra, önce Baltalimanı’na, sonra da Emirgan İskelesi’nden Kanlıca’ya geçerek Hıdiv Kasrı’na ulaşmak istiyorum. Otobüsle 40 dakikalık bir yolculuktan sonra Mecidiyeköy’e ulaşıyorum.İstanbul çevre yolunun sağ tarafındaki Merkez Caddesi üzerinde bulunan İETT peronlarında otobüsten inerek Büyükdere Caddesi’ne doğru yürümeye başlıyorum. Sağ tarafımızda Ermeni Katolik Mezarlığı bulunuyor. Sol tarafımızda Metrobüs Peronları ile ileride Trump Towers bulunuyor.
Büyükdere Caddesi üzerindeki İETT peronlarından birinde, İstinye Semtine gidecek otobüslerden birini beklemeye başlıyorum. Ancak, Beşiktaş otobüsünü görünce, zaman kazanırım diye, fikrimi değiştiriyorum. Yeni rotam; Beşiktaş, Beşiktaş’tan Üsküdar ve Üsküdar’dan da Beykoz otobüslerinden birine binerek Kanlıca’ya ulaşmak. Oysa Mecidiyeköy’den Beykoz’a giden İETT otobüsleri varmış ve Kanlıca’ya ulaşmak mümkünmüş. Kanlıca’ya ulaştıktan sonra da farklı iki rota ile Hıdiv Kasrı’na geçme olanağı varmış.
Üsküdar, Kandilli ve Anadoluhisarı
Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçtim. Üsküdar’dan bindiğim otobüsten, Kanlıca yerine Kandilli’de indim yanlışlıkla.Biraz canım sıkıldı ama kendi kendime ‘’Hani adımlayarak gezecektin, böylesi daha iyi oldu’’ diyerek teselli buldum. Kandilli İskelesi ve civarını fotoğrafladıktan sonra düştüm yollara. İlk uğrak noktam Anadoluhisarı olacak. Kandilli ile Anadoluhisarı arasındaki yolculukta Cemile Sultan Korusu’nun girişine rastladım. Girişte güvenlik görevlisi vardı.Koruyu gezme isteğimi geri çevirdi ve yalnız üye olanların ya da üyelerin konuklarının gezebileceğini söyledi. Hayal kırıklığına uğramıştım ama yürümeye devam ettim.
Küçüksu Kasrı’na yaklaştığımda, Küçüksu Nehri’nin fotoğraflarını çektim. Çektim ama ilginç bir görüntü yakalayamamıştım. Sağ tarafta Küçüksu Kasrı, solda ise çayırı yer alıyordu. Nehrin iki yakasını otlar kaplamıştı. Biraz daha yürüyerek Anadoluhisarı semtine ve Göksu Deresine ulaştım. Kendimce Venedik kanallarından birine benzettiğim Göksu deresini en iyi tanımlayan Arif Sami Toker’in dizeleridir.
Gün inerken dönelim süzülelim Göksu’ya,
Karşımda güzel Bebek bakarken dolgun aya,
Su üstünde sekerek süzülelim Göksu’ya,
Mavi bir cennet gibi uzanıyor Marmara,
Bizde cennetten geçip uzanalım Göksu’ya
Venedik Kanallarına benzettiğim Göksu Deresi çevresini dolaşarak yeni fotoğraflar çekiyorum. Konuşabileceğim bir tekne sahibi de yok ortalıkta. Biraz sohbet yorgunluğumu alırdı. FotoğraflaBeltur tarafından işletilen köşkler içinde en ihtişamlısı ve bir saray yavrusu olan Hıdiv Kasrı, Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa tarafından yaptırılmış.
Abbas Hilmi Paşa, kasrın bir benzerini de Mısır’da Nil Nehri kıyısında yaptırmış olduğundan, Hıdiv Kasrı, bir ikizi olan tek eserdir.Fotoğraflarımı çektikten sonra köprüyü geçiyor ve sağdaki Setüstü Sokak levhasını görünce rotamı oraya çeviriyorum. Setüstü Sokak aracılığı ile Otağtepe’deki Güzelcehisar Cafe ile Tema Vehbi Koç Doğa Kültür Merkezi’ne ulaşmak istiyorum.
Tema-Vehbi Koç Doğa Kültür Merkezi-Fatih Parkı
Setüstü Sokaktan ulaşmaya çalıştığım Otağtepe deniz seviyesinden bir hayli yukarıda. Eğimi oldukça büyük olan cadde ve sokaklardan yürümek zorundayım. Setüstü Sokak beni İnönü Caddesi’ne, İnönü Caddesi de Doğal Sokak aracılığı ile Tema Vehbi Koç Doğa Kültür Merkezi’nin bulunduğu Fatih Parkı’na götürüyor. Daha önce sabah kahvaltısı için kayınbiraderim Lütfi ve ailesi ile geldiğim Güzelcehisar’da İstanbul Boğazı’nın panaromik ve masalımsı fotoğraflarını çekmiştim. Bu kez de Fatih Parkı’ndan Panaromik fotoğraflar çekmek istiyorum.
Fatih Parkı Otağtepe’nin en yüksek noktası olup, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü kuş bakışı olarak görülebiliyor. Boğaziçi’nin en iyi seyir tepelerinden biri olarak karşıma çıktı Fatih Korusu. İstanbul Boğazı’nın da panoramik ve doyumsuz görüntüsünü bir kez daha doyarak seyretme olanağı buluyorum. İstanbul’dan Ankara’ya giderken, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü geçer geçmez, Asya Yakasına Hoşgeldiniz yazısının yanı sıra sağ taraftaki tepede dalgalanan devasa boyutlardaki ay yıldızlı bayrağımızın yerini hep merak etmişimdir. Fatih Parkı’nda olduğunu öğrenmek ilginç izlenimlerimden biri oldu.
Fatih Parkı ve İstanbul Boğazı’nın görüntülerini de içerecek bir yazı dizisini sonraya bırakmak üzere, parktan ayrılıyorum ve bu kez Çınaraltı Sokak yardımı ile Dolaybağı Caddesi’ne geçerek İETT Dolaybağı Durağına ulaşıyorum. Hani derler ya ‘’Çıkmak mı zor, inmek mi zor? ‘’ diye. Aslında her ikisi de zormuş. Sokak ve İnönü Caddesi ile çıkarken, eğimi oldukça büyük olan yokuşta zorlanmıştım. İnerken de yokuş aşağı olmasına rağmen, yuvarlanmamak için bir hayli zorlandım. Körfez Caddesi’nden, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ayaklarına doğru yürürken de bir hayli zorlandığımı söylemeliyim.
Bütün kaldırımlara, yalılara ya da kıyıdaki restoranlara gelenlerin arabaları park etmişti. Bu yürüyüşüm etrafında gözüm yalılara ve duvarlarına kaymıştı. Yalıların isimlerini öğrenmek istiyordum, ancak yalnız yalı numaraları vardı. Derken önce Amcazade Hüseyin Efendi Yalısı’na sonra da Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı’na rastladım. Amcazade Hüseyin Efendi Yalısı’nda yenileme çalışmaları vardı. Hekimbaşı Yalısı’nı gezme isteğim geri çevrildi, güvenlik görevlisine göre ‘’Yalı sahibinden izin almalıydım ya da düzenlenen bir nişan ya da düğün töreninde konuk olmalıydım.’’ Her iki durum da bana uymadığından, hızlanarak yürüyüşümü sürdürdüm.
Mihrabat Tabiat Parkı
Fatih Korusu’ndan Kanlıca’ya, yaklaşık 40 dakikada ulaştım. Önce İskender Paşa Camisi’nin dışarıdan fotoğraflarını çektikten sonra içeri girdim. Caminin asıl namaz kılınan yeri kapalıydı. Gelenlerden bazıları girişte namazlarını kılıyorlardı. İskele ve çevresinin fotoğraflarını çektikten sonra, Kanlıca’nın Bizans dönemindeki adını almış olan bir cafe’nin, Glaros Cafe’nin önüne oturarak bir şeyler yemek istedim. Öncelikle Kanlıca Yoğurdu istedim. 200 gramlık bir Kanlıca Yoğurdu ile yanında pudra şekeri getirdiler, 3 lira 50 kuruş ödedim. Hafif pembemsi olan Kanlıca Yoğurdu pudra şekeri ile birlikte yenilince çok hoş bir aroma ortaya çıktı. Yoğurdumu yedikten sonra, ısmarladığım balık ekmek geldi. Başlangıçta yanında içecek bir şey istememiştim ama tekrar sorduklarında kutu kola istedim. İstemez olaydım, kutu kolaya 4 lira para aldılar. Oysa balık ekmek 5 lira idi. Yemeğimi yedikten sonra, Kanlıca’nın ünlü mekânlarından biri olan Mihrabat Korusu’na çıkmaya karar verdim.
Mihrabat Caddesi’ni izleyerek Kanlıca Çeşmesi Sokağa, oradan da Fıstıklı Yokuşu Sokağa ulaştım. Eğimi oldukça fazla olan yolda 20 dakikalık zorlu bir yürüyüşten sonra Mihrabat Korusu’na ulaştım. Mihrabat Korusu, Fatih Korusu’nun tam karşısında yer alıyor. Aralarında Fatih Sultan Mehmet Köprüsü bulunuyor. Mihrabat Korusu İstanbul’da ‘’Kır Düğünü’’ için benzersiz mekânlardan biri olarak ün yapmış.
Kocaman bir çim alanda ve yeşillikler içinde İstanbul Boğazı’nın masalımsı görüntüsünün gözlere ve gönüllere hâkim olduğu bir mekân Mihrabat Korusu. Koruyu gezip, fotoğraflarımı çektikten sonra Fıstıklı yokuşundan inerek, tekrar Kanlıca İskelesi’nin bulunduğu yere geliyorum. Buradan da Hıdiv Kasrı’na gideceğim enerjim kaldı ise.Niyetim doğrudan Hıdiv Kasrı’na gitmekti. Yanlış bir durakta inince, aklımda olmayan birçok yeri gezdim. İyi de ettim sanıyorum. Bu durumda, Hıdiv Kasrı’nı ayrıntılı olarak yazmak bir sonraki yazıya kaldı.
Kaynaklar:
2) http://www.millisaraylar.gov.tr
Yorumlar kapalı.