Golden Horn & Haliç Turu 2
Antik Çağ tarihçi ve yazarlarına göre, İstanbul Kenti’nin büyüsü ve zenginliği Altın Boynuz Haliç ile birlikte vardır. Haliç’teki korunaklı ve donanımlı limanlar, İstanbul’un dünyadaki en önemli ticaret merkezlerinden biri olmasını sağlamıştır. İstanbul İ.S. 33o yılında Roma İmparatoru I. Kostantin tarafından Roma İmparatorluğunun yeni başkenti olarak ilan edilmiştir. 337 yılında Kostantin’in ölümü üzerine de Kostantin’in kenti anlamında Kostantinepolis adını almıştır.
Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılması üzerine de 1453 yılında Osmanlı İmparatorluğunun yeni başkenti olmuştur. Bu oluşum, 13 Ekim 1923 yılında Ankara’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti oluncaya kadar devam etmiştir. Korunaklı ve donanımlı limanların yerini günümüzde müzeler, kongre ve kültür merkezleri, Miniaturk gibi gez-eğlen-bilgilen alanları, üniversite yerleşkeleri ve parklar almaktadır. Eyüp Sultan Camii ve çevresindekiler ‘’İnanç Turizmi’’nin gelişmesine katkıda bulunurken, Ayvansaray’daki kentsel dönüşüm çalışmaları ‘’Sultanahmet Meydanı’’ na alternatif olma çabasındadır.
Hasköy’de yer alan Rahmi M. Koç Sanayi Müzesi ise Türkiye’deki sanayinin gelişmesi ve ulaştığı nokta konusunda bilgiler vermekte ve geleceğe ışık tutmaktadır. Türkiye’de ilk ve tek sanayi müzesidir. Sürekli gelişmekte ve sergilediklerine yenilerini eklemektedir. Diğer taraftan, Haliç kıyısında adım başı sıralanan parklar Haliç çevresinde yaşayanların hava koridorları konumuna gelmişlerdir. Altın Boynuz Haliç, bu yöreye masalımsı bir hava katmış.
Eyüp İskelesi’nden kalkan vapurumuz, açılmış olan Eski Galata Köprüsü arasından geçtikten sonra Sütlüce İskelesine uğrayarak yeni yolcularını almış, Haliç Köprüsü altından geçerek Ayvansaray İskelesi’ne gelmişti. Ayvansaray İskelesi’ndeki yolcuları da alan vapurumuz, Hasköy İskelesi’ne doğru dümen kırdı. Tam karşımıza Rahmi M. Koç Sanayi Müzesi görülüyor. Hemen fotoğraflarını çekmeye başlıyorum. Yaklaştıkça karşımıza Hasköy Tersanesi, tersane önünde bir denizaltı ve şehir hatları vapuru, arka planda ise raylı sistemler ve vagonlar, daha arkada da hava üssü öğeleri göze çarpıyordu. Hasköy Tersanesi’ni çok yakından görebilecek biçimde ilerleyen vapurumuz, yavaşça Hasköy İskelesi’ne yanaşarak yolcularının bir bölümünü indirdi ve yeni yolcular aldı.
Hasköy Çevresi
Hasköy’ü ilk kez Rahmi M. Koç Sanayi Müzesi’ni gezmek için gittiğim 2009 yılında tanıma fırsatını bulmuştum. Beyoğlu İlçesi’nin 5 ana semtinden biri olan Hasköy, Rahmi M. Koç Sanayi Müzesinin kurulmasıyla birlikte tekrar hatırlanan ve yükselişe geçen bir semt haline gelmiştir. Kâğıthane ile Kasımpaşa arasında yer alan Haliç kıyısındaki bu semtte, Osmanlı döneminde ağırlıklı olarak Yahudi ve Rumlar oturmaktaydı. Günümüzde Yahudi ve Rumlar, yok denecek kadar azalmış ve azınlık durumuna gelmişlerdir.
Tarihçesine baktığımızda; Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinde çadırını buraya kurmuş. ‘’Padişaha Özgü Köy’’ anlamına geldiği için, semtin adına ‘’Hasköy’’ denmiştir. Padişahın ünlü hocası Akşemsettin’in de bir süre burada oturduğu söylenceler arasındadır. Osmanlı döneminde bahçeleriyle ünlü olan Hasköy bahçelerinde portakal, limon, turunç ve nar yetiştirilmekteydi. Daha sonra bu bahçelerin yerini tersaneler ve çeşitli büyüklükteki atölyeler almıştır. Taşkızak Tersanesi ve çevresinde yer alan torna ve tezgâh atölyeleri Hasköy semtinde yaşayanların büyük bir bölümüne iş olanakları sağlamıştır. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1455 yılında kurulan Taşkızak Tersanesi, Kanuni Sultan Süleyman döneminde genişletilmiştir. Hasköy’den Azapkapı’ya kadar olan sahada yaklaşık 300 geminin yapımının gerçekleştirildiği bir tersane haline gelerek, Görkemli ve Akdeniz sularına hâkimiyet kuran bir donanmanın oluşmasını sağlamıştır. Mülkiyeti Milli Savunma Bakanlığına ait olan Taşkızak Tersanesi’nin arazileri ve binaları, takas yoluyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına devredilmiş. Böylelikle, bu sahil bandı da düzenlenerek İstanbulluların hizmetine sunulmuş olacaktır.
Hasköy’ün Yükselişe geçmesinde önemli bir katkısı olan Rahmi M. Koç Müzesi Türkiye’de Ulaşım, Endüstri ve İletişim tarihine adanmış ilk önemli müzedir. Haliç’in kıyısında, endüstriyel arkeolojinin önde gelen örneklerinden olan muhteşem binalar içinde yer alan koleksiyonu gramofon iğnesinden gerçek boyutlarda gemilere ve uçaklara kadar uzanan binlerce objeyi içermektedir.Özellikle, otomobillerin bulunduğu galeri muhteşemdir.
Sultan III. Ahmet (1703-1730) zamanında, 12. yüzyıldan kalma bir Bizans binasının temelleri üzerine kurulmuş olan bu eski Osmanlı Lengerhanesi, şu anda ikinci sınıf tarihi eser kapsamındadır.Bina, Sultan III. Selim (1789-1807) zamanında Maliye Bakanlığı’nın kontrolüne verilmeden önce restore edilmiş ve Cumhuriyet’in kurulmasından sonra ise binaya Cibali Tütün Fabrikası sahip olmuştur. Lengerhane binasının çatısı 1984 yılında çıkan bir yangında ciddi hasar görmüş. Bina 1991 yılında Rahmi M. Koç Müzesi ve Kültür Vakfı tarafından satın alınarak yenilenmiştir. Hasköy İskelesi’nden aldığı yolcularla tekrar Haliç ortalarına doğru yol almakta olan vapurumuzdan, Balat ve Balat’taki tarihi binalar görüş alanımıza giriyor ve fotoğraf makinemiz tekrar çalışmaya başlıyor. Kıyıda Balat Musevi Hastanesi, Balat Parkı, Balat İskelesi, Şair Nedim Parkı ve Fener İskelesi yer alıyor.
Balat Semti
Balat, öncelikle İstanbul Musevileri açısından tarihi önem taşımaktadır. İstanbul’un fethinden sonra kente getirilen Makedonya Musevileri ile 1492 yılında İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudileri bu semte yerleştirilmişlerdir. Bu semtte yaşamış küçük bir Ermeni varlığı ile birlikte Balat, Bizans döneminden beri hep bir Musevi semti olmuş ve halen de öyle bilinmektedir. 2009 Yılı Ağustos ayında Balat’ı gezmiş ve fotoğraflar çekmiştim. Balat’ı, 5 Haziran 2011 Pazar günü tekrar gezme ve fotoğraf çekme fırsatım oldu. Balat, Haliç kıyısında, Tarihi Yarımadada, Ayvansaray ile Fener arasında yer alıyor. Balat’ın tarihi, özellikle Musevi mahallesi olarak Bizanslılara kadar dayanmaktadır.
Osmanlılar döneminde de Yahudi yerleşmesi olan Balat; mimari yapısı, içinde bulunan kilise ve sinagogları, esnafı, hamamı ve çarşısıyla sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan İstanbul’un yaşayan semtlerinin başında gelmiştir. Haliç’teki sahil surlarının arkasından iç kısımlara doğru Eğrikapı yönünde yükselen bölgede kurulmuş. Semt adını, Rumca “saray” anlamına gelen ‘’’palatiyon’’dan almıştır. Musevi cemaatinden olan komşumuz Yakup beyin önerisi ile ilk ziyaretimi yaptığım Balat’ın, Yahudiler arasında da önemli bir yeri vardır. Daha sonraları Yahudilerin varlıklı olanları, ‘’’Öteki Yaka’’’ Pera’ya, yani Galata ve çevresine yerleşmiş olduklarından, kalanlar varlıksız olanlardır. Konutların ve sokakların görünümü de bu durumu doğruluyor.
Fener Semti
Balat’a komşu olan Fener’de, Fener Rum Patrikhanesi de beğenilen ve en çok fotoğrafları çekilen yapılardan biri. Fener Semtinin dik yokuşlarından bakılınca, Fener’in küçük evleri arasına sıkışmış devasa ve görkemli kırmızı bina göze çarpar. 1881 yılında, Mimar Dimaolis tarafından yapılan Fener Rum Lisesi, diğer adıyla Kırmızı Mektep, çok az sayıda öğrenci ile de olsa halen eğitim veren özel bir erkek lisesidir. Fener Rum Patrikhanesi’nden dolayı Fener, Bizans döneminden beri Rumların yoğun olduğu bir bölgeydi. Fener Kesme taştan evleri ve zengin süslemeli bina cepheleriyle, 17. yüzyılda seçkinlerin tercih ettiği bir yerleşim mekânıydı. 18. yüzyılda, aristokrat Rum aileleri Fener Patrikhanesi civarında ahşap ya da kâgir villalar yapmışlar. Ancak yerleşim yapısı 19. yüzyılda önemli ölçüde değişti. Fener’in ileri gelen aileleri semtten ayrılarak Tarabya, Kuruçeşme ya da Arnavutköy gibi bölgelere yerleşti. Geride kalan memur, zanaatkâr ve küçük tüccarlar, bölgedeki yangından sonra boşalan parsellerde inşa edilen sıra evlere yerleşti.
19.yüzyılın sonlarında Adalar, Kadıköy, Şişli gibi semtlere doğru yaşanan ilk göç dalgasıyla nüfus yapısında köklü bir değişim başlamasına rağmen, Fener 1960’lı yıllara kadar bir Rum semti olarak kaldı. 1960’lı yıllarda Rumların ülkeden ayrılmasıyla yaşanan ikinci göç dalgasından sonra semte özellikle Karadeniz bölgesinden gelen düşük gelirli bir nüfus yerleşti. Bu arada sanayileşme nedeniyle semtin karakteristik kıyı özelliği de bozuldu. Fener’in de dâhil olduğu Haliç’in güney kesimi özellikle 1980 yılından sonra çok önemli fiziksel değişimlere sahne oldu.
Sveti Stefan Kilisesi (Demir Kilise)
Diğer taraftan; Sveti Stefan Kilisesi (Demir Kilise) de, Haliç boyunca Balat’tan Fener’e giderken sol kolda, Mürsel Paşa Caddesi ile Balat Vapur İskelesi Caddesi arasında yer alır. Cephesi bezemelerle dolu olan kilisenin adı araştırıldığında; Bulgarca “sveti” sözcüğü, Türkçe’de “aziz” anlamına gelmektedir.Fener tepelerine bakıldığında ise Fener Rum Patrikhanesi, Mesnevihane ve Camiler görülür.
Her türden inanışı temsil eden yapılar ve cemaatlerinin yan yana ve barış içinde bir arada yaşamış olmaları önemli bir bulgu olarak karşımıza çıkıyor. Osmanlı İmparatorluğunun yönetim anlayışı ve hoşgörüsü örnek alınması gereken bir yöntem gibi göründü bana. Tarihi yarımadada yer alan Balat ve çevresindeki Fener ile Ayvansaray ilginç yerler. Görülmesi gerekir diye düşünüyorum. Anlatmak yetmiyor. Boş bir zamanda gidin, görün derim.
Balat Hastanesi
Balat’ta yer alan hastanenin temeli 19.yüzyılın sonlarında dönemin Türk Yahudi Topluluğu liderleri tarafından atılmış, iki yılı süren inşaatın ardından 1898’de ‘Hayatın Işığı’ anlamına gelen Or-Ahayim Musevi Hastanesi hizmete açılmıştır. Or-Ahayim, yüzyılı aşkın bu sürede, Kurtuluş Savaşı ve I. Dünya Savaşı gibi zor dönemlerde askerlere sağlık hizmeti vermenin yanı sıra en ileri ihtisas hastanelerinden biri olarak Türk tıbbına çok önemli doktorlar yetiştirmiştir. Hastane, Balat’ta deniz kenarındaki caddede yer alır. Vapurumuz Balat ve Fener iskelelerine uğramadan Kasımpaşa İskelesi’ne doğru yolculuğunu sürdürüyor. İskelenin sol tarafında Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nın görkemli binası yer alıyor. Ön tarafında, çatının bir bölümü özel bir çatı ile örtülmüş. Sanıyorum yenileme ve dönüşüm çalışmaları yapılmakta. İskelenin sağ tarafında ise Kasımpaşa Sosyal Tesisleri yer almış.
Kasımpaşa Çevresi
İstanbul Beyoğlu İlçesi’nin tarihi semtlerinden biridir Kasımpaşa. Haliç’in kuzeydoğusunda bulunan Kasımpaşa, Haliç Tersanesi havuzlarından başlayarak Hasköy’e kadar uzanır. İstanbul’un 1453 yılında fethi ile birlikte, Galata Surları dışında boş bir arazi olan semt, Haliç Tersanesi’nin kurulmasıyla birlikte çevresinde yerleşim başlamıştır. O dönemde aktif olan Kozluca deresi, Fatih Sultan Mehmet’in gemilerini Haliç’e indirmesinde önemli bir rol oynamıştır. Böylelikle İstanbul’un fethi kolaylaşmıştır. Daha sonra Haliç Tersanesi olarak anılacak olan İstanbul Tersanesi Kasımpaşa’nın Haliç kıyılarında kurulmuştur.
Tarihte İtalyanların kıskandığı tersane olarak bilinen, 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan ve günümüzde de dünyanın çalışan en büyük tersanesi olan Haliç Tersanesi; Osmanlı Devleti’nde, Batı tekniği ve modern bilimin ilk kez uygulandığı bir endüstri merkezi olarak kuruluşundan itibaren her dönemde büyük önem taşımıştı. 1516 yılında Gelibolu tersanesi de Kasımpaşa’ya taşınmıştı.
Canlı ve aranan bir semt haline gelen Kasımpaşa, büyük yangından sonra yaşanamaz hale gelmiş ve eski önemini yitirmiştir. Haliç’in temizlenmesinden sonra semte yapılan yatırımlar artmış ve Kasımpaşa tekrar eski görkemli günlerine dönmüştür. Yatırımlar sonrasında 15 000 kişilik bir stadyuma, bir spor kompleksine, bir kütüphane ve havuza kavuşan semt gelişmesini sürdürmektedir. Haliç kıyısında Kasımpaşa Sosyal Tesisi açılmıştır. Kasımpaşa Semti, Kasımpaşa Futbol takımıyla özdeşleşmiştir. Kasımpaşa denilince ilk akla gelen Kasımpaşa Spor Kulübü olmaktadır.
Kasımpaşa İskelesi’nden uzaklaşırken, fotoğraf karelerime girecek objelere belirlemeye çalışıyorum. Sol tarafımda, öteki yakada Galata Kulesi bütün haşmetiyle kendini gösteriyor. Sağ tarafa, Tarihi Yarımada’ya baktığımda ise ilk gözüme çarpan Eminönü’ndeki Yeni Camii ya da Valide Sultan Camii oluyor. Kıyıya yaklaştıkça, Eminönü İskelesi’nin sağ tarafında İstanbul Ticaret Binası fotoğraf karelerime giriyor.
Eminönü Çevresi
Eminönü; İstanbul’un Tarihi yarımadası üzerinde yer almaktadır. Kuzeyde Haliç, güneyde Marmara Denizi, doğuda İstanbul Boğazı, batıda ise Fatih ve Zeytinburnu ilçeleriyle çevrilidir. 7 Mart 2008 tarihine kadar ilçe olan Eminönü, bu tarihteki bir yasal düzenlemeyle, Fatih İlçesi’nin bir mahallesi konumuna gelmiştir. Yaklaştığımız iskelede inebilseydik, Marmara Denizi’ne doğru yürüyecek ve Galata Köprüsü ile Valide Sultan Camii’nin fotoğraflarını çekecektik. Deniz kıyılarındaki Sultan Camilerinin en görkemlisi olan Valide Sultan Camii,Turhan Sultan 1597’de Sultan III. Mehmet’in in annesi Valide Safiye Sultan‘ın emriyle yapımına başlanan fakat yarım kalan Yeni Camii’ni kendi parasıyla 1663 te tamamlattı. 1683’te öldü ve cenazesi kendi tamamlattığı Yeni Camii’nin avlusundaki Turhan Sultan Türbesine gömüldü.Osmanlı Padişahlarından III. Murat’ın eşi Safiye Sultan adına 1597 de Saray Mimarı Davut Ağa tarafından yapımına başlanmıştır. Çok büyük bir alana yayılmış olan Valide Sultan Camii ve külliyesinin yapımı 66 yıl sürmüştür.
Eminönü Semtini Karaköy’e bağlayan köprü, Haliç’teki 4. köprü olup, Eski Galata Köprüsü’nün yerine yapılmıştır. 1992 yılındaki yangından sonra onarılarak Hasköy Balat arasına yerleştirilen Eski Galata Köprüsü yerine STFA Şirketi tarafından yapılan 42 metre genişliğindeki köprü yerleştirilmiştir.Yeni Galata Köprüsü’nden Eminönü Semtine bakıldığında Tarihi Yarımada bütün görkemi ile ufkunuzda beliriverir. Neyse ki ben Eminönü iskelesinde vapurdan inmedim. İskeleden yeni yolcular alındıktan sonra, Yeni Galata Köprüsü altından geçilerek Üsküdar’a doğru yolculuğumuz sürdürüldü.
Kaynaklar:
1) Vikipedi
2) İstanbul Büyükşehir Belediyesi internet sitesi
Yorumlar kapalı.