Endülüs İzlenimleri 1
Bilindiği gibi Endülüs, bugün İspanya’nın güneyinde bir bölge olmaktan çok öte kadim bir medeniyet ve kültür mirasıdır.
Tarihte ise Endülüs, İslam, Katolik ve Musevi kültürlerinin aynı potada eriyip mükemmel bir karışım oluşturduğu yerdir.
Tarihte Endülüs dönemi, 750 yıl boyunca İber Yarımadasına hükmetmiş, birçok ilklere imza atmış, dünya kültür ve bilim mirasına önemli eserler bırakmış bir medeniyet olarak biliniyor.
711 yılında, Kuzey Afrikalı berberi komutan Tarık Bin Ziyad’ın, bugün adını verdiği, Cebel-i Tarık boğazından geçerek fethettiği İber Yarımadası, tarihte görülmemiş gelişmişlikte bir dönemin doğuşunu başlatmıştı.
İber Yarımadasında Endülüs Döneminin başladığı yıllarda, karşıt olarak, Büyük İspanya İmparatorluğu çalışmaları da başlamıştı. Reconquista, yani Yeniden Doğuş süreci, İspanya Yarımadasından Müslüman Emevilerin kovuluşunun da başlangıcı olmuştu.
Kastilya’daki iç savaşı kazanarak tahta çıkan Kastilya kraliçesi Katolik I. İsabel ile Aragon kralı Katolik II. Fernando’nun evlenmesi ve iki hanedanın birleşmesiyle sonuçlandı.
Bundan sonra da Endülüs’teki Ronda, Seville, Kordoba ve İspanya’nın manevi başkenti Toledo gibi şehirler iki hanedan tarafından ele geçirildi. 1492 yılında İspanya’daki Endülüs Emevilerinin kovulmasının yanı sıra yüzbinlerce Yahudi de İspanya’yı terketnmek zorunda kaldı.
İspanya, 16. yüzyılda Avrupa’daki en büyük güçlü bir evrensel imparatorluk oldu. Öyle ki İspanyolca, bugün bile, İspanya sınırları dışındaki 200 milyonun ana dili olarak kullanılmaktadır.
Madrid ve Madridlilerin yaylası da Segovia ve 7 kilometre uzağındaki Granja kasabasıdır. Madrid günlük güneşlik iken, Granja ‘da kar olabilir.
İspanyol İmparatorluğu , beş kıtada toprağı olan, dünyanın ilk küresel imparatorluğudur. İspanyol İmparatorluğu, İspanya ya da İspanya Hükümdarları tarafından fethedilen, miras kalan ve el konan arazileri kapsar.
Bu arazilere Kuzey ve Güney Amerika’nın geniş kesimleri de dahildir. Hak iddia edilen ancak hiç ele geçirilemeyen topraklar da mevcuttur. Toplam arazilerin yüzölçümü 18. yüzyılın sonunda 18 milyon km kare civarındadır.
16. ve 17. yüzyıllardaki kıtalararası yapısına rağmen, Koloni İmparatorluğu deyimi 1768 yılı itibarıyla kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyılda ise İspanya’nın Devlet yapısı tamamen kolonisel bir yapıya dönüşmüştür.
13 Kasım 2016 Pazar, Marbella Endülüs
Endülüs’ün giriş kapısı Malaga’nın yaklaşık 70 km güneybatısında bulunan Puerto Banus Marbella’ya 20 ay sonra ikinci kez geldik. Burası Endülüs’teki birer haftalık evlerimizden biri.
Uluslararası Devre Tatil Değişim Sistemi RCI kanalıyla bu olanaklara kavuşuyoruz. RCI sayesinde dünyanın 80 ülkesinde birer haftalık eve sahip oluyoruz. Bunun karşılığında da Antalya Kemer Çamyuva’da Simena Villaları’nda bulunan 240 metrekarelik devre mülkümüze gitmiyoruz.
Melia Marbella Banus dört yıldızlı bir otel… Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da açık mutfaklı ve oldukça donanımlı bir odayı bize ayırdı. Geldiğimiz gece bizi şampanyalarla karşıladılar. Dördüncü katta olan odamızın çok güzel bir balkonu var. Balkonumuz bir tarafından otelin muhteşem peyzajlı bahçesi ve çağlayanlı havuzlarına bakarken, diğer tarafından da Alboran Denizine bakıyor. Alboran Denizi Akdeniz’in en batısında, İspanya’nın güney kıyılarıyla Fas’ın kuzey kıyıları arasında kalan bölgedir. Cebelitarık Boğazı üzerinden Atlantik Okyanusu’na açılır. Bölgedeki Alboran Adası İspanya’nın kontrolündedir.
Bize ayrılan odaya konut olarak baktığımızda, iki kişilik bir ailenin evinde bulunması gereken her türlü araç gereç bulunmakta. Otelin bütün aktivitelerinden yararlanabildiğimiz gibi, bize göre biraz pahalı olan restoranından da yararlanabileceğiz. Ne var ki zamanımızın büyük bölümünü çevre gezileriyle geçirmekteyiz. Bu nedenle de odamızda-evimizde yemek ve içmek zorundayız. Sabahın erken saatlerinde turlara katılacağımızdan otelde kahvaltı yapma olanağı yok.
Evliliğimizin 40. Yılını kutlama amaçlı geldiğimiz 2015 yılı Mart ayında Marbella, Ronda, Seville ve Kordoba şehirleri gezilmişti. Endülüs’ün bu önemli şehirlerinin yanı sıra Malaga, Granada ve Elhamra Saraylarını da gezmek istemiştik. Ancak tur operatörlerinin zaman çizelgesi bize uymamıştı. Bu kez, buraya gelmeden önce, otel aracılığı ile rezervasyon yaptırarak Malaga, Granada, Elhamra Saraylarının yanı sıra Cebelitarık Boğazı’nı da geçmek istiyoruz. Fas Tanger şehrini görmek istiyoruz.
Dün İstanbul Havaalanından kalkan uçakla önce Malaga ’ya inmiştik. Önceden yaptırdığımız transfer antlaşması gereği bizi karşılayan Mercedes Vito araçlı sürücü, Malaga’nın 60 km güney-batısında bulunan Puerto Banus Marbella ’ya getirdi. Oteldeki işlemler ve odamıza yerleşme işlemleri bir hayli zaman aldı. Yerleştikten sonra panoramatik bir şehir turu yapma fırsatı bulabildik sadece.
Sabah kahvaltımızı odamızda yaptıktan sonra Puerto Banus Marbella ’da öğleye kadar gezdik. Saat 12,00 civarında belediye otobüsüne binerek Marbella ‘ya hareket ettik. Alameda Park civarında indik. Museo Bonsai ya da Alameda Park’ta bitki çeşitliliği ve boy atmış ağaçlar göz alıcı… Fıskiyeli havuzları ve ateşin çiçeklere dönüştüğü seramiklerden oluşturulmuş oturma yerleri, yani banklar dikkatimizi çekiyor. Özellikle oturup, bankları inceliyor ve fotoğraflarını çekiyoruz. Şansımıza Alameda Park’ta Flamenko Dans gösterisi etkinliği vardı. Bilindiği gibi Flamenko, akademik olmayan Avrupa müzik formlarından biri, Endülüs Halk Müziği ve bu müzik eşliğinde yapılan dansın adıdır.
Basit bir folk türü olmanın ötesinde karmaşık ve yoğun kültürel geleneğe sahiptir. İspanya’ya özgü olduğu bilinmesine rağmen, aslında Endülüs bölgesinin kültürüdür. Kökenleri hakkında birçok soru işareti bulunur ancak genel olarak bölgedeki Latince konuşan asimile olmuş yerli İberik halklar, Berberi-Arap Müslümanlar, İspanya Yahudileri ve Çingeneler tarafından beraberce ortaya çıkarılan bir tür olarak kabul edilmiştir. Basit bir folk türü olmanın ötesinde karmaşık ve yoğun kültürel geleneğe sahiptir.
Saat 13,00’de başlayan Flamenko Dans etkinlikleri, gençler ve yaşlılar kategorilerinde olmak üzere yaklaşık 1,5 saat sürdü. Etkinlik sonrasında Parktan çıkıp, sahile yöneldiğimizde bir sürprizle karşılaşıyoruz. Parkın devamında, Marbella Marina tarafında yer alan Salvador Dali’nin yapıtları bizim için sürpriz… Bu kentin bence en ilginç tarafı, denize doğru uzayan Avenida del Mar olarak adlandırılan Dali meydanında karşımıza çıkan emsalsiz açık hava heykel sergisi oldu.
Salvador Dali’ye ait 10 bronz heykel, bu trafiğe kapalı cadde boyunca art arda sıralanmış olarak bizi bekliyordu. Dali’nin Marbella Belediyesine hediye ettiği bronz heykeller… Yöneticiler ve belediye başkanları sanata ve sanatçıya ne kadar değer verdiklerini ortaya koymuşlar. Bu anlayıştan ötürü Salvador Dali ve Dali gibiler dünyanın en önemli ressam ve heykel sanatçısı oluyor. Marbella halkı ve konukları bu parkı gezerken eserlerle iç içe yaşıyorlar. Gıpta ettim. Gördüğümüz en hoş açık hava sergisi diyebilirim. Sanatçının imzasını taşıyan eserlerin sonuncusu ise, kumsalın üzerindeki fil heykeli oldu. Heykel, aynı zamanda denize girenlerin duş alabilmesi için tasarlanmış.
Burada üç tane yat limanı bulunmakta olup, Puerto Banus’taki en büyüğü ve lüks olanı. Bütün zenginler burada. Ayrıca Avrupa’da Old City olarak adlandırılan en güzel tarihi şehir merkezlerinden biri de Marbella ‘da. Çok şirin ve bakımlı olan Old City’ye ben Antik Marbella adını verdim.
Önce Yunanlılar, sonra da Kartacalılar ve Romalıların yönetiminde kalan Marbella, 6. Yüzyıldan itibaren Arapların yönetimine girmiş. Araplar buraya portakal, limon, şeftali, şeker kamışı ve pirinç getirmişler. Üç girişi olan bir kale yaparak, kendilerini Hristiyanlardan korumak istemişler. Bir hendek ve bir duvarın kalmış kaleden günümüze. Old City, kale çevresindeki 90 000 m2 lik bir alanı kapsıyor. Labirent biçimli sokaklarına giriyoruz eşimle Eski Şehrin. Dar ve dolambaçlı sokaklar tipik mozaiklerle kaplanmış. Bir an için kendinizi Eski Roma sokaklarında zannediyorsunuz.
Roma tarzı mozaiklerle kaplanmış dar ve kıvrımlı sokaklardan, pencere ve balkonlarından sardunyalar sarkan Arnavut kaldırımlı dar sokaklara geçiyoruz. Sokaklar, duvarlar ve balkonlar çiçeklerle gelin gibi süslenmiş. İç avlulu, renkli fayanslarla bezeli siyah ferforje dar balkonlu ve az katlı yapılar arasından geçmek heyecan verici bir duygu… Bu dar ve muhteşem sokaklardan sonra aniden karşımıza çıkan meydanlarda Endülüs İslam sanatı ve mimarisinin en nadide eserleri ile karşılaşmak apayrı bir duygu yaratıyor insanda.
Endülüs döneminden kalan çeşmeler ve havuzlardaki fıskiyelerden gelen su sesleri insanı mistik diyarlara sürüklüyor. Dar ve dolambaçlı sokakların duvarları, başta sardunyalar olmak üzere, değişik çiçeklerle bezenmiş. Bu sokaklardan sonra karşımıza çıkan meydanlar portakal ve turunç ağaçlarıyla kaplı… Çölde bir vaha duygusu bırakıyor insanda. Yaşama sevincinizin arttığını hissediyorsunuz. Bu vahalardan biri de Turuncu Meydanı olarak dilimize kazandıracağımız Plaza de los Naranjos…
Eski Şehir Marbella’da yeterince dolaştıktan sonra Av. Duque de Ahumada Bulvarı’na giriyoruz. Devamında Paseo Maritima bulunuyor. Bu tür yerler hiçbir eksiği olmayan keyif bulvarları… Paseo Maritima’ya kadar olan bölümünde taşıt, bisiklet ve yaya yolları ile plajlara bakan yeme içme mekânları bulunuyor. Paseo Maritima’da ise bisiklet ve yaya yolları bulunmakta olup, taşıt trafiğine kapalı. Bulvar boyunca sıralanmış çok güzel restoranlar ve tapas barları var.
Buralarda, meze olarak sunulan tapasla şarap ya da biralarını keyifle yudumlayanlar, denizin panoramik manzarasının yanı sıra bulvardaki yaya ve bisikletlileri seyrediyorlar. Yaya ve bisikletlilerin bir bölümü, yaklaşık 7 km uzaklıktaki Puerto Banus’a kadar gidip geliyorlar. Nitekim bu muhteşem bulvar üzerinde eşimle birlikte büyük keyif alıyoruz. Sonra da Melia Marbella Banus’taki odamıza dönmek üzere otobüs durağına giderek gezimizi tamalıyoruz.